6 Şubat 2011 Pazar

Rakibe yar olanlar #1


Bir taraftar için şampiyonluğu ezeli rakibine kaptırmaktan daha ağırı, sevdiği oyunculardan birini rakibe kaptırmaktır. Bugün Anfield Road sakinleri Chelsea'ye kaptırılmış bir şampiyonluğu, Torres'in gidişine yeğlerdi. Bu tip transferler ülke dışından daha kaliteli bir oyuncunun transferinden daha değerli olabiliyor. Bir taraftan takımı güçlendirirken, diğer taraftan rakibini o ölçüde zayıflatıyorsun. Taraftarlar arasındaki psikolojik üstünlük de cabası.
Torres transferi bir ilk değil. Tarih, çok daha ağırlarına şahitlik etti. Barcelona'dan Madrid'e gidene de, Floransa'dan Torino yolu tutana da, hatta evini dahi değiştirmeyip stadını değiştirene de.

İngiltere bu konuda en sabıkalısı. Ülke içinde bir çok oyuncu, iyi döneminde rakibin yolunu tuttu. Kimisi kendi isteğiyle gitti, kimisini de kulüp göndermek istedi. Ezeli rakibe kaçısın en enteresanlarından birine Lee Clark imza attı. Clark, altyapısından yetiştiği Newcastle'da 10 yıl geçirdikten sonra, Newcastle'ın ezeli rakibi Sunderland'e gitti. Üstelik o dönemde Sunderland İngiltere birinci ligindeydi. Clark, Premier Ligden İngiltere 1. ligine transfer oluyordu. Sunderland ile iki başarılı sezon geçirecek ve birinci yıl sonunda Play-offlarda Premier Ligi kaçıran takım, ikinci yılında EPL'ye çıkmayı başaracaktı. Lee Clark Sunderland formasıyla hiç Premier Ligde oynama fırsatı bulamayacaktı. Ne olduysa o 99 FA Cup finalinde oldu. Newcastle United ile Manchester United arasında oynanan FA Cup finalinde NU taraftarının giydiği, Sunderland taraftarını aşağılayan "Sad Mackem Bastards" tişörtünü giyince takımdan gönderildi. Belli ki eski kulübünü satsa da kalbi hala oradaydı. Clark, daha sonra Fulham ile anlaştı. 4'ü Premier Ligde olmak üzere 6 yıl Fulham formasını terletti, hatta kaptanlık pazubandını dahi takmaya başlamıştı ki kontratının bitişiyle yuvasına döndü. 2 yıl NU forması giydikten sonra futbola veda etti.

İngiltere'deki bir başka sansasyonel transfere de Sol Campbell imza attı. 9 yıl oynadığı Tottenham'dan 2001 yılında ayrıldı ve aynı şehrin bir başka takımına gitti. Adres Arsenal'di. Üstelik İngiliz stoper, eski kulübüne tek kuruş kazandırmadan gitmişti. Spurs taraftarı onu hain ilan etti. Oysa bir süre öncesine kadar en sevdikleri oyuncuydu. Oysa bu sevdikleri adam Tottenham'ın aylık dergisine "Asla Arsenal'de oynamam" demişti. Dün dündür, bugün bugündür sözünü biz bir Türkiye klişesi sanıyorduk, meğer Campbell'ın lügatinde de varmış. Transferden sonra Daily Mail onu tarihin en hain futbolcusu ilan etti.


Listeye girebilecek bir başka isim de Carlos Tevez. Adı kendinden çok daha önce gelmişti Avrupa'ya. Apaçi'yi, Avrupa'ya gelmesi için ikna etmeyi deneyen çok oldu. O, vatandaşı Mascherano ile birlikte 2006 yılında West Ham Utd'a gelmeyi tercih etti. West Ham ile geçici bir sözleşme yapmıştı. 1 yıl oynadıktan sonra Sir Alex Ferguson'un Manchester'ına transfer oldu. Ronaldo ve Rooney'in olduğu efsane kadrodaydı. 2 yıl boyunca ManU ile büyük başarılar yakaladı ama Fergie ile yıldızı bir türlü barışmadı.Öyle ki Cristiano'nun gitmesine ve oynama ihtimalinin güçlenmesine rağmen Ferguson onu kadroda tutmak istemedi. Ona o parayı verebilecek ilk takım komşuydu. 47 milyon pound bonservis ile evini değiştirmeden, stadın yolunu değiştirdi. Man City taraftarı onu "Manchester'a hoşgeldin" diye karşıladı. Manchester taraftarı üzgün değildi ama şehrin kuzeybatısında mutluluk vardı.

Eric Cantona hakkında anlatılacak o kadar çok şey var ki, bu transfer hikayesi belki de en sıradanı. 92 yılında Eric, Fransa'dan İngiltere'ye geliyor. Leeds United ile bir sezon geçiriyor. O yılın sonunda Leeds United Başkanı Bill Fotherby, Denis Irwin'i transfer edebilmek için Man Utd Başkanı Martin Edward'ı arıyor. Edward, konuyla ilgili olarak Alex Ferguson'a danışıyor. Sir, transfere izin vermiyor. Bu arada Alex Ferguson takımına forvet arıyor. Le Tissier, Hirst ve Deane ile ilgileniyorlar. Fergie, başkanına Cantona'nın transferinin mümkün olup olmadığını soruyor. Irwin transferi konusunda anlaşamayan Edward ve Fotherby, Cantona konusunda 1.2 milyon Pound'a anlaşıyor. Sonrasında Man Utd için efsane yıllar başlıyor.

Nasıl ki Sol Campbell, Arsenal'in büyüsüne kapılıp Londra yolu tutmuşsa, Ashley Cole da benzer sebeple ezeli rakip Chelsea'ye gitti. Arsenal bu kez mağdur olan taraftı. Ashley Cole ile Chelsea arasındaki yakınlaşma 2004 yılının sonlarında başladı. 2005 ocak ayınca Ashley Cole'un menajeri Jonathan Barnett, Jose Mourinho ve Peter Kenyon bir otelde buluştular. Üçü bir aradaysa konu kesinlikle Ashley Cole'dur. Bu olayın üzerine Cole da dahil olmak üzere tüm taraflar cezalandırıldı. Sözleşmeli futbolcunun, kulübünden izinsiz transfer görüşmesi yapması ya da menajeri ile bu görüşmenin gerçekleşmesi cezaya sebebiyet veren bir durumdu. 2005'in haziran ayında Ashley Cole kulübüyle olan mevcut sözleşmesini bir yıl daha uzatarak dedikodulara son verdi. Dedikodular o an için bitmişti ama Ashley Cole ve Mourinho'nun biraraya gelme istekleri devam ediyordu. 2006 sezonu Ashley Cole için sorunlu geçiyordu. Yönetimle bir takım sorunlar yaşadı İngiliz oyuncu. Arsenal'in 2006-07 sezonu takım fotoğrafında Cole'un olmayışı artık iplerin koptuğunu gösteriyordu. Bunun üzerinden çok geçmeden Arsenal ile Chelsea kulübü Cole'un transferi için bir araya geldi. İki tarafın kafasındaki fiyat birbirinden uzaktı. O dönemde Gallas'ın da Chelsea'den ayrılmak istemesi, Cole transferini kolaylaştırdı. İkili takas edildi, Chelsea üzerine 5 milyon pound ödedi.

İngiltere'den İskoçya'ya uzanalım. İskoçya'da iki kulüp vardır. Celtic, Rangers. Birinden diğerine bir oyuncunun gitmesi ülkeyi ayağa kaldırmaya yeter. Bu oyuncu arada bir başka takımda oynamış olsa bile. Mo Johnson 4 yıl Celtic forması giydikten sonra Nantes'a transfer oluyor. İki sezon geçirdikten sonra sözleşmesi bittiğinde Celtic'e gitmek istediğini söylüyor. Hatta o dönem tekrar İskoçya'ya gitme planları yapıyor. Celtic Park'taki bir basın toplantısında dünyada oynamak istediği tek kulübün Celtic olduğunu söylüyor. Daha bu sözleri gazete sayfalarını süslerken Rangers'a imza atıyor. Johnson'a sağlam sözleşme öneren Souness'ın takımı, yıldız oyuncuyu kapıyor. Bu transfere iki kulübün taraftarları da memnun olmuyor. Bir taraf kendini ihanete uğramış hissederken, diğer taraf aklında Celtic olan futbolcuyu takımında istemiyor.

Adadaki bu transferler çoğaltılabilir. Rio Ferdinand'ın Leeds United'dan Manchester United'a, Nick Barmby'nin Everton'dan Liverpool'a, bir başka Everton oyuncusu Rooney'in ManU'ya, Andy Cole'un Newcastle'dan Manchester'a transferleri de bunlara eklenebilir.

Bu transferlere son eklenen isim: Liverpool'dan Chelsea'ye giden Torres. Aslında İspanyol futbolcunun Liverpool'a gelişi de olaylıydı. Atletico'nun çocuğunun, arma kadar değerli kaptanlık pazubandının altından sarkıttığı "You will never walk alone" yazısı El Nino'nun kaderini çizmişti. Rafa Benitez böylesine kaliteli bir oyuncuyu kaçırmak istemezdi, kaçırmadı da. Oysa yıllar El Nino'nun Liverpool sevdasının yalan olduğunu ortaya koyacaktı. Kupa sevgisi, Liverpool sevgisini yenecekti. Torres bugün Londra'da, Liverpool efsanesi olmayı elinin tersiyle bir kenara itti, Chelsea efsanesi olabilir mi? Sanmıyorum. Aradığı tadı bulamazsa bir başka yola girer.

2 yorum:

Onur dedi ki...

kenyon martin
peter kenyon olcaktı galba :)
ashley cole transferi kısmında

YK dedi ki...

Basketbola da el atmışım :)
Düzelttim, teşekkürler..