26 Ağustos 2012 Pazar

Yarım Kalan Aşk: Quaresma

 
Ertuğrul Sağlam ile Moldova’nın Sheriff ve İsviçre’nin FC Zurich takımlarını eleyen Beşiktaş, gruplarda zor kura çekmişti: Liverpool, Marsilya ve Porto. İşte hikaye bu grup maçlarıyla başladı.

3 Ekim 2007 Porto, İnönü’ye geliyordu. Bosingwa, Bruno Alves, Assuncao, Meireles, Lucho, Lisandro ve Quresma’lı kadrosuyla Porto, her sezon olduğu gibi yeniden yapılanma (!) içine giren Beşiktaş’a konuk oluyordu. O yıllar Quaresma’nın ismini “Kuarezma” diye okuduğumuz yıllardı. Daha Portekizce bu diyarlara pek uğramamıştı.

Beşiktaş, hiç de fena oynamadığı maçı 90’da yediği golle kaybetmişti. Taraftar maçtan sonra takımı alkışlıyordu. Takımla birlikte bir kişi daha alkışlanıyordu: Ricardo Quaresma. O gün, 3 puanı Porto’ya götüren golü atan adam.
Quaresma, o maçta büyülemişti Beşiktaş taraftarını. Öyle ki şampiyon olunan sezon sonrası bile taraftar onun ismini sayıklayacaktı. Kanattan bindirmeleri, seri çalışmları, o dönemler adını bilmediğimiz trivelaları ile bu fuleli adamı izlemeye doyum olmuyordu. Fena mı olurdu kapalının önünde koşsa, canlı canlı, doya doya izlesek bu adamı? Fena mı olurdu Beşiktaş’ın çubuklu formasıyla görsek onu?... Sonu fena oldu...

Ricardo Quaresma bir sezon daha Porto’da kalıp, Mourinho’nun Inter’inin yolunu tuttu. Inter’de pek isteneni veremedi. Devre arası Chelsea’ye kiralandı. Ertesi sezon tekrar Inter’e döndü ve geçen 1 sezonun ardından transfer listesindeydi. Portekizli, Inter’de olmamıştı. Yıllar önce Barcelona’da da olmamıştı ama o zamanlar daha çok gençti. Inter kariyeri, verimli olması gereken çağda bitiyordu.
Bu topraklarda da “Fenerbahçelileşmeye” çalışan bir Beşiktaş vardı. Takımın kimyası umrunda olmayan ve yıldızları birer birer taraftarın yüzüne çarpan bir başkan. “Yeter” nidaları, “yetmez”e dönmüştü bile. Başkan, taraftarın zayıf noktasını biliyordu. Yıllar önce aşık olunan o adamı, o da farketmişti. Inter’den kopma noktasına gelen Quaresma ile Beşiktaş ilgileniyordu. Olacak, olmadı, vazgeçtik, ilgilenmiyoruz derken Quaresma İstanbul’a geldi. Havaalanı dolup taşıyordu. Beşiktaş, tarihinin en kariyerli futbolcularından birine kavuşuyordu.

Qauresma ve arkasından Guti geldi. Raul da neredeyse geliyordu. Beşiktaş bir anda başka bir takım oldu. Sıkıcı futbol oynayan Beşiktaş’a futbolun kitabını yazmış iki adam gelmişti. Tek başına rakip devirebilecek Quaresma ve önündeki adamı zorla gol kralı yapabilecek Guti. Aslında fena da başlamadılar. Avrupa kupası maçları başta olmak üzere ligin özellikle ilk yarısında hiç de fena oynamadılar. Özellikle Quaresma ilk geldiğinde muazzam futbol oynuyordu. Kapalı’da onu izlemek çok başkaydı. Guti adrese teslim ediyor, o da önüne geleni geçip gidiyordu.
Bu sefer taraftar değil başkan “Yetmez!” dedi ve Quaresma’nın ekürilerini getirdi. Fernandes, Almeida ve Simao. Bu transferlerin detayına hiç girmeyelim ama sıradan bir transfer olmadığını da unutmayalım. Sıradan olmayışı oyuncuların kalitesinden değil, “bayram değil, seyran değil neden bu adamlar bir anda geldi?” sorusundan kaynaklanıyor.

 
Quaresma her geçen gün biraz daha düştü. İlk geldiği günle, bugün arasında çok fark vardı. O da farkındaydı aslında. Sahada istediklerini yapamıyordu. Çalımlar olmuyordu artık. Olmayınca sinirleniyordu. Onun siniri, Beşiktaş’a patlıyordu. Tam düzeldi derken, eski formunu yakalamaya ramak kalmışken yine sakatlanmıştı. Ülkesine gitti ve uzun bir süre oralardaydı. Geldiğinde eksiği yok fazlası vardı. Televizyon onu şişman göstermiyorsa sıkıntı büyüktü. Zaten istenildiği gibi dönemedi bir daha.
Q7’deki düşüşü anlamanın tek yolu Beşiktaş da değildi üstelik. Portekiz milli takımıyla Avrupa Şampiyonası’na gitti ama Portekizliler onu tanıyamadı. Öyle ki hazırlık maçlarında dahi ıslıklandı. Bu adam onun formasını giymiş başka biriydi.

Bu sezon başı Beşiktaş ekonomik olarak ne durumda olduğunu farkedince muslukların ağzını kısmaya başladı. Avrupa Kupası’ndan bile ihraç edilen bir takım için bundan daha doğalı olamazdı zaten. Takımın en çok kazananını göndermek istedi. Zaten verim de alamıyordu.
Bu noktada Beşiktaş’ın, hataları da olmadı değil. Samet Aybaba’nın gelir gelmez Quaresma’yı istemiyorum demesi oldukça hatalıydı. Satmak istediğin bir oyuncuya, bu şekilde muamele yaparsan satışı da zorlaştırırsın. Elin zayıflar. Herşey bir kenara hala sözleşmeli futbolcun olan bir adam hakkında böyle konuşmak bile yakışık almaz. Bilemeyiz, yarın kadroya alırsın, yüzüne bakarsın. Burası Beşiktaş, böyle şeyleri çok gördük buralarda.


Diğer taraftan “FEDA” kampanyası dahilinde Quaresma’dan da indirim istendi ama olmadı. Portekizli, oldukça profesyonel bakıyordu. Bu fiyata anlaştık ve bu fiyata oynarım diyordu. Burada da suçlayamam onu. 2 yıl önce bu şekilde imza attın ve adamın artık hakkı. Haketmiyor mu bu parayı? Onu imza atarken düşüneceksin.

Taraftar ise ikiye bölünmüş durumda. Ligin ilk haftası Quaresma diye tezahürat edenler ve onun takıma yük olduğunu düşünenler. Bir kere bugünkü maaşıyla Beşiktaş’ın maaş politikasının kesinlikle dışında kalıyor. Şu an takımın en çok kazananı olan Fernandes’in 2 katına yakın maaşı var. Bu kabul edilebilir bir para değil. Bunun savunması şu olabilir: “Bir tane oyuncun da bu sınıfın dışında kalsın, özel olsun.” Bu tartışılır ama kabul edilebilir bir gerekçe. Diyelim ki kabul ettik bunu ve bugünkü maaşıyla Quaresma takıma döndü. Peki o bizim özlediğimiz Quaresma mı?

Bugün için Quaresma’nın takıma dönmesi Beşiktaş’ın kazancı olmayacaktır. Bu şekilde bekletilmesi de Beşiktaş’ın yararına olmayacaktır elbette. İşin içinde Mendes olunca transferi konusunda sağlıklı şeyler söyleyemiyorum. Onu 24 saat içinde istediği maaşla, makul bir takıma pazarlayabilecek bir adamın neden sessiz beklediğini bilmiyorum. Elbette bir bildiği vardır ama bunu biz bilmiyoruz.
Quaresma ilk geldiği günden çok uzak. Bunu en son Avrupa Şampiyonası hazırlık maçlarında ve ligin son maçlarında gördük. Yeteneklerini elbette kaybetmemiştir ama tekrar eski formuna dönmesi de pek kolay görünmüyor. Bir kere, kafa olarak bu noktadan çok uzak şu anda. O noktaya gelirken de kaybeden kim olur emin değilim. Beşiktaş’ın bugünkü durumu, onu tekrar hayata kazandırma riskini alabilecek vaziyette değil.

Quaresma’yı ben çok seviyorum. Porto’dayken de seviyordum, Inter’deyken de. Oyun stilini de, apaçi şapkasını da, uzun şortlarını da çok seviyorum. Beşiktaş forması altında izlerken de çok mutlu olmuştum. Mesela takasla ya da başka bir şekilde Türkiye’de bir başka takımın formasını giymesini istemem. Bu sevgimden kaynaklanıyor. Ancak şunu da biliyorum ki artık Beşiktaş’a kazanç sağlayamaz.
Milyonlarca taraftar var ve milyonlarca fikir var. Kimseyi fikirlerinden dolayı eleştirmiyorum. Quaresma’yı isteyen onun için tezahürat yapsın, şarkılar bestelesin ama unutmayalım ki şunun onda biri Ernst için yapılmadı. Bu bile tek başına üzücü bir durum.

Quaresma 5 yıl önce başlayan bir aşktı. İnönü sakinleri onu geç buldu ve erken kaybediyor. Biliyorum, böyle bitmemeliydi ama benzer durumlara taviz verilirse yarın elimizde Beşiktaş olmayabilir. Desteğimizi keşke Quaresma’ya değil de Oğuzhan’a, İsmail’e, Veli’ye, Cenk’e versek. Bu takımı yarına taşıyacak birileri varsa, bunlar onlardır...

17 Ağustos 2012 Cuma

Ya Tamam Ya Devam


Büyük beklentiyle gelen ama buna bir türlü karşılık veremeyen oyuncular vardır. Mesela Kezman, Fenerbahçe için öyledir. Kleberson Beşiktaş için, Misimoviç Galatasaray için benzer futbolculardır. Bunların bazıları kısa süre kalır takımda ve sonra gönderilir. Bazıları ise uzun süre “olacak bu adam” diye diye bekletilir.

Bu sezon Premier Lig’de buna örnek verebileceğimiz oyuncular var. Büyük beklenti ile gelen, beklentileri karşılayamayan ama kredileri de olan oyuncular. Ancak bu yıl onların kredisi tükenebilir. Bu bağlamda, bu yıl onlar için “Tamam ya da devam” yılıdır.
Hemen süperstar ile başlayalım: Fernando Torres. 50m £’luk adam. İspanyol oyuncu büyük umutlarla geldi Stamford Bridge’e ama bir türlü bekleneni veremedi. Mavi formayı sırtına geçirdiğinde, içine Youla kaçmıştı sanki. Olmadı bir türlü. 50 milyona alınca gönderilemedi de. Beklendi ama ümitle beklendi. Bu yıl yeni bir yıl onun için. Hazırlık maçlarındaki performansı fena değildi. Işık verdi. Bu yıl oldu oldu, olmadı gelecek yıl bu forma altında görmemiz zor.
Hazır Torres’le lafı açmışken onun parasıyla alınan bir başka oyuncuyla devam edelim. Liverpool, İspanyol oyuncudan iyi para kazandı ama bunu pek de verimli kullanamadı doğrusu. Gidip o paranın hatrı sayılır bir kısmını Carroll’a ödedi. Newcastle performansı o kadar iyiydi ki, King’in gözünü boyamaya yetti. Kenny, genç olmasına da aldandı ve bastı parayı. Geçtiğimiz sezon devre arası tekrar Newcastle’a dönmesi gündemdeydi ama olmadı. Genç İngiliz için bu yıl son şans olabilir. Yeni hoca ile şansını iyi değerlendirmeli.
Sir Alex Ferguson, hep iyi transferleriyle hatırlanır. Gerçekten de çoğu transferi iyidir. İyi oyuncudan parayı esirgemez. Mesela zamanında Carrick için sağlam para ödedi ama o parayı bir şekilde çıkarmayı da başardı. Nani, aşısı biraz geç de olsa tuttu, Ronaldo zaten örnek transfer. Vidiç olsun, Rio olsun, Hernandez olsun iyi transferi bol. Ancak tüm bu iyilerin yanında bir Anderson var ki güzel resimde göze batıyor. 17m £’a genç yaşta takıma kazandırıldı, ilk geldiğinde beklenti yoktu ama artık zamanı geldi de geçiyor bile. Hala emektar Scholes o bölgede ter döküyor. Brezilyalı formayı hakkıyla bir türlü teslim alamadı.
Bir başka Man Utd forması giyen futbolcu da Tom Cleverley. Piyasaya çıkalı çok olmadı ama 23 yaşında olduğunu da unutmamak lazım. Sir Alex’in problemi ortasaha ve bu problemin doğmasının sebebi de biraz bu oyuncular. Cleverley de gözü kapalı o bölgeye monte edilemiyor. Bu yılki performansı önemli. Kendini ispatlayamazsa Chris Eagles’ın yolundan gider.
Kariyer başlangıcında, Michael Owen’ın kariyerinin böyle bir hal alacağını söyleseler, ciddiye almazdık herhalde. Liverpool’da başlayan muazzam kariyer, Real Madrid’de duraklama devri ve sonrasında düşüş. Man Utd da İngiliz golcü için ilaç olmadı. Sir Alex 7 numarayı da verdi ama Michael Owen dönemedi. Bu yıl dönerse, biz de tatlı bir heyecan yaşarız. Dönemezse çok da zorlamaz sanırım.
Bir başka isimden bahsedeceğim ama isim kendini çoktan unutturdu aslında. Bir zamanların teknik, pırpır oyuncusu artık yok. Joe Cole bu sene EPL’de tekrar deneyecek. 30 yaşındaki İngiliz, Liverpool formasıyla tekrar karşımıza çıkacak. Kendini hatırlatırsa ne mutlu bizlere.
Bir başka Liverpool’lu ile devam edelim. Stewart Downing, Boro günlerinde tam teşekküllü bir İngiliz kanat oyuncusuna örnekti ama aynı performansı Kop tribünleri önünde gösteremedi. Liverpool, ona hiç de fena para ödememişti üstelik. Hala Downing+Carroll şu kadar ediyor geyikleri döner. İngiliz için bu sene tamam ya da devam yılı gibi görünüyor.
Son isim ise Theo Walcott. Henüz genç ama Arsenal onu epeydir bekliyor. İlk çıktığı gün çok farklıydı, o günden sonra üzerine çok koyduğunu söyleyemeyiz. Hala umut var ama bu sene onun için de kritik olacaktır. Zira, Emirates sakinleri sezon sonunda umudu kesmiş olabilir.
Bu yazı http://www.tribundergi.com/haber/ya-tamam-ya-devam sitesinde de yayınlanmıştır.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Fantasy EPL

Premier Lig'in başlamasına sayılı günler kala yavaştan ısınalım.

Bunun boxing day'i olacak. Zorlu küş şartları olacak, ligler ara verecek EPL devam ediyor olacak. Olacak da olacak. Tüm bu atmosferi beraber yaşayalım diyorsanız Fantasy Ligi'mize buyurun derim.

http://fantasy.premierleague.com/

sitesine giriyorsunuz. Takımınızı kuruyorsunuz ve 812192-203216 kodlu lige sizi bekliyoruz.

Sezon sonunda birinci olana futbola dair küçük bir şey de hediye ederiz. Atkı gibi bir şey veririm ama takım tercihini ben yaparım. Tamam Roma taraftarına da gidip Lazio atkısı vermem. Ona ayarlarız bir şeyler.

Haydi lige...

14 Ağustos 2012 Salı

Nereden çıktı Batuhan?


Batuhan Karadeniz’in ismini cisminden çok önce öğrenmiştik. Alt takımlarda, oynadığının 2-3 katı gol atan dev adamdı. Beşiktaş’ın geleceği deniyordu onun için. Daha o zamanlar Man City’ler, United’lar peşindeydi genç golcünün...
Beşiktaş geleceğini bırakmamıştı. A takıma yükseltmişti Batugol’ü. Bu bir tercihti ve bence doğru olan da buydu. Elde maden varsa işlemek lazım. Batuhan da büyük bir madendi. Türkiye’nin “Yeni Hakan Şükür” ü olur muydu bilmiyorum ama Beşiktaş’ın iyi forveti olacağı kesindi. Çok genç olmasına rağmen yaşıtlarından çok farklıydı. Hem fizik olarak sağlamdı, hem de yetenekliydi.
O zamanlar hayalimdeki ikili Batuhan & Bobo idi. İleride yalnız kovboyu oynayan Bobo, Batuhan ile birlikte daha da verimli olur diye düşünüyordum. Kağıt üzerinde olmaz gibi durmuyordu. Gayet iyi bir ikili olabilirdi. Batuhan indirir Bobo yazar, Bobo şişirir Batuhan kafayla avlar... Bobo şişirmesine şişirirdi de, Batuhan indirir miydi peki?

Kral yapmayacaksın kral olacaksın diyen adam pas verir miydi? Bu sözü söylemesine vesile olan maç pas verip vermemesi çok umrumda değil. O maçı kazanmış olsak da, kaybetmiş olsak da geçti gitti. Üzüldük, geçti. Maç içinde olur öyle şeyler. Kahraman olmak istersin, sağlıklı düşünemezsin, zaten düşünme süren 1 saniyenin altındadır, yanlış tercih yaparsın... Sorun bu değil. Sorun bu düşünce yapısı.
Kral yapmayan adam Beşiktaş’ta kral olamayacağını anlayınca Eskişehirspor’un yolunu tuttu. Yola çıkarken de geride kalanlara sallamayı ihmal etmedi. Muhtemelen geride kalanlar da, yaşına verip pek üzerine gitmediler. Gittiğinde üzülmüştüm. Aslında üzüntüm gidişi değil, böylesi bir yeteneğin Beşiktaş’a ve futbola kazandırılamayışıydı. Mustafa Denizli böyle adamlarla pek uğraşmazdı, uğraşmadı da. Teşekkür edip gönderdi. Tercih meselesi. Gönül isterdi ki Batuhan biraz ılımlı olsun, hoca yapıcı olsun ve bu yetenek kaybolmasın. Ama bu istek gönüllerde kaldı.

Batuhan’ın Eskişehirspor serüveni de Beşiktaş’tan farklı değildi. Onun için iyi yanı kral olmak için daha müsait bir ortam vardı. Taraftara kendini sevdirdi. Muziplikler, şakalar derken taraftan onun samimiyetinden hoşlandı, o da delikanlılığın verdiği coşkuyla samimiyeti taçlandırdı. Sahada fena olmayan bir Batuhan vardı ama saha dışında durumun daha da vahim bir noktaya gittiğini görebiliyorduk. O günlerde söylediğim şey şudu: “Çok şükür ki bu adam Beşiktaş forması giymiyor.”
Yeni arabasıyla İstanbul’a kaç saatte gittiğini, kırmızı ışıkta nasıl geçtiğini internetteki video paylaşım sitelerinden izliyorduk. Düşünce yapısı hala aynıydı. Kameralara, “Kırmızı ışıkta geçerim, cezası neyse öderim” diyebilecek kadar sıkıntılı bir durum içindeydi. İzledikten sonra bunu gerçekten demiş olabilir mi diye tekrar tekrar izlediğim videolardı bunlar.
Artık nötr değildi benim için. Oldukça sevimsizdi. Beşiktaş altyapısından çıkmış olması da utanç veriyordu bana. Guti’ye “Guti naber lan!” diyecek kadar basit ve Raul ile tokalaşırken terbiyesizlik yapacak kadar yakışıksız bir davranış göstermişti bu adam. Şimdi hatırladıkça duygularım yine gün yüzüne çıkıyor, yine üzülüyorum ve yine utanıyorum.
Batuhan yetenekli olabilir. Öyle de. Beşiktaş’ın bu özelliklerde bir oyuncuya ihtiyacı da olabilir. Ama Batuhan’ın Beşiktaş forması giymesi beni rahatsız eder. İsminin Beşiktaş ile anılması bile oldukça rahatsız etti. Sorun onun yetenekleri ve oyun tarzı değil. Sorun onun karakteri. Beşiktaş’a yakışıp yakışmayacağı. Herşey bir kenara, herşeyi unutalım, sadece Raul’a yaptığı terbiyesizlik bile Beşiktaş forması giymemesi için yeterli bir sebeptir.

Bırakın gelmesin, kazandıracağı puanları kazanmamış olalım. En fazla ne yapacak? Şampiyon mu yapacak? Varsın şampiyon olmayalım ama sevdiğimiz takım olsun sahada. İyi niyetinden şüphe etmediğimiz, karakterli, kişilikli takım izleyelim. Necip gibi efendi, Cenk gibi oturaklı, Muhammed gibi sevimli adamları izleyelim. Severek izleyelim...
Bu yaz Tribündergi sitesinde de yayınlanmıştır. http://www.tribundergi.com/haber/nereden-cikti-batuhan