17 Eylül 2017 Pazar

Golcü Şampiyon Yapıyor mu?

Gomis'in sezona muazzam başlaması üzerine Twitter'da bir tartışma gördüm. Tartışmanın temeli Gomis'in bu performansının Galatasaray'ı şampiyon yapıp yapmayacağıyla ilgiliydi. Şimdi bu cepte dursun.

Öte yandan yıllardır şunu duyarım, hatta o kadar hoşuma gider ki arada kendim de böyle düşünürüm: "Abi golcülerin 40 gol barajını aşarja seni şampiyon yapar" açıkçası bunu da bugüne kadar incelemedim.

Bu ikisini referans alarak 2010 yılına kadar gittim, 7 yıllık verileri çıkardım. Ligi ilk 3 sırada bitiren takımların golcülerini aldım, bir de gol kralı eğer başka bir takımdan çıktıysa bunu ekledim listeye. Böylece Fernandao, Aatıf ve Love da bir şekilde takımlarını listeye sokmuş oldu.

Açıkçası şampiyonluğun formülünü verecek bir analiz uzun boylu olurdu ve öte yandan amacından çıkardı, o yüzden daha basit ilerledim ve şampiyonluk ile golcülük, gol arasında bir korelasyon olup olmadığını inceledim.

İlkiyle başlayalım. Açık söylemeliyim ki; Lig sıralaması ile en golcünün gol sayısı arasında hiç ilişki yok.
Burada temel istatistik eğitimi vermeyeceğim, zaten ders verecek kadar bilgili değilim. Dileyen internetten araştırır, inceler. P-value değerinin oldukça düşük olmasını beklerim (bu ortaya attığımız hipotezde aldığımız riski gösterir) Yani ben golcünün gol sayısı ile lig sıralaması etkilidir dersem %58,4 risk almış olurum, yani kafadan atmış olurum. Bu değerin %5 civarında olmasını beklerim, biraz özgüvenli biriyseniz %10 civarındakini de kullanın. Diğer sayı (0,118) ise korelasyon katsayısını verir, eğer hipotezimiz tutarlı olsaydı onun oldukça büyük olmasını beklerdik.

Devam edelim.

En çok gol atan 3 oyuncunun toplam golüyle ligdeki durumun ilişkisi var mı? Yok. Var diyen adam %73 risk alıyor demektir. Kaba tabirle, sallama ihtimali %73.

Bir sonraki başlık lig durumu ile aldığı puan arasındaki ilişki. Mis gibi ilişki var. İçiniz rahat konuşabilirsiniz. Zaten en çok puan alan şampiyon olur. Bunu deneme amaçlı yazdım. "E abi ilişki mis gibi ama korelasyon katsayısı -0,831". Doğru, önce neden eksi olduğunu yazayım. Birinci, üçüncüden daha çok puan alıyor, birinin karşısında 1, diğerinde 3 yazıyor. Program diyor ki, daha çok puan alırsan, daha düşük sayıda olursun, yani 77 puan alırsan 1, 70 puan alırsan 3 olursun mesela. Eksi olma sebebi bu. -1 değil de, -0,831 olması da şundan kaynaklanıyor muhtemelen, mesela 2010 yılında Trabzon 82 puanla ikinci olmuş, ama iki yıl sonra Galatasaray 71 puanla şampiyon olmuş, ya da geçen sene Beşiktaş 77 puanla şampiyon olmuş.

Lig durumu ile takımın attığı gol arasında da ilişki var denebilir. P-Value 0,070 çıkmış, korelasyon katsayısı 0,376. Yani ilişki var ama ilişki oldukça zayıf.

Aldığı puan ile attığı gole bakalım. İlişki var, korelasyon katsayısı yüksek değil. Şu ana kadarki en kuvvetli şey bu olsa da orta düzey kuvvetli bir korelasyon katsayısı var.

Sonuncuya geçelim; takımın aldığı puan ile en golcüsünün gol sayısı arasında ilişki yok.

Özetle;  takımın toplamının attığı golle takımın aldığı puan arasında bir ilişki var, korelasyon ise orta düzey kuvvetli. Daha çok gol atan takım ligi daha üstte bitiriyor denebilir ama korelasyon katsayısı zayıf.

14 Eylül 2017 Perşembe

Tekrar Merhaba

Bloga en son 2014 yılında yazmışım, o dönem neden koptuğumu hatırlamıyorum ama Twitter piyasa yaptıktan sonra buraları terk edenlerden biri de bendim sanırım. Hevesim bitene kadar tekrar buralardayım.

Sayfanın orasını burasını onarmayı pek düşünmüyorum, elbette bir restorasyon yaparım ama Kültür Bakanlığı'nın izin verdiği ölçüde bırakırım.

Beni tekrar heveslendiren şey istatistikler ve analizler oldu. Son yıllarda furbolda istatistikler epey popüler olmaya başladı. Bunda gelişen teknolojiyle istatistik tutmanın kolaylaşması da başrolde. Üstelik istatistikler izleyicinin tezini kuvvetlendirmesinden daha fazla misyona sahip, eminim bir çok hoca hem transfer yaparken, hem de kadro kurarken bu bilgilerden faydalanıyor.

İstatistikler benim gözümde çoğu insanınkinden çok daha değerli. Açıkçası biraz daha gaza gelsem, dünyadaki her şeyi sayısal bir şeye bağlayabilirim, buna duygularımız da dahil. Neyse şimdilik o kadar iddialı girmeyeyim.

İstatistik deyince muhtemelen aklınıza koşu mesafeleri falan geliyor. İşte biraz da bunlara kızdığım için gözümde başka bir yere taşıdım analizleri ve değerlendirmeleri. Koşu mesafesi veriden fazlası değil, bunlar tek başına bir anlam ifade etmez. Bakarsın "aaa Oğuzhan ne koşmuş lan ilk yarıda" dersin geçersin. En fazla "çok koşmuş, 60'ta tıkanır" diye yorum yapılır buna. Bu kısır muhabbet devre arasını doldurmaz işte.

Peki doğrusu nasıl olmalı? Çıkarırsın Oğuzhan'ın tüm arşivini -ulaşabildiğin kadar- sonra onunla başka bir şeyi korele etmeye çalışırsın. En güdük haliyle böyle bir şey yapabilirsin. Mesela, Ozzy'nin 40 maçına bakarsın, ilk yarı ne kadar koşmuş diye incelersin, sonra atıyorum, o maçlardaki skora katkısına bakarsın. İki veri arasında korelasyon var mı diye bakarsın. Düşük kasayılı bir korelasyon çıkarırsın, olur biter. İşte biraz bunları yapmaya çalışacağım.

Verileri Whoscored sitesinden alacağım. Opta kadar iyiler mi bilmiyorum, verilerine ulaşabildiğim için onu tercih ettim. Öneri olursa onu da değerlendiririm.


31 Ağustos 2014 Pazar

Manchester United - Burnley maçı


 
Manchester'ın ligin yeni takımı Burnley deplasmanında galibiyet alması bekleniyordu ama yine olmadı. Geride kalan 3 haftada takım henüz galibiyet göremedi. Üstelik sene başında kolay fikstür denilen dönemde.

Bazen üç maçta da galibiyet göremezsin ama Swansea'den Burnley maçına kadar gelişme görürsün. Ne yazık ki şu tabloda bundan da bahsetmek olası değil. Hatta Swansea maçının, Burnley maçından daha iyi olduğunu bile söyleyebilirim.

Öncelikle sık karşılaşılan ama bir türlü anlamlandıramadığım yerden başlayayım. "Bilmem ne kadar para harcandı ama ortadaki futbol bu". İngiliz ergenlerin Twitter hesaplarında da sıkça karşılaşıyorum bu muhabbete. Onların derdi geyik, açık yakalayıp oradan vurma derdindeler. Yer yer komik de oluyor, hatta bazen zihin açıyor. Onların yaptıkları amacına hizmet ediyor ama bir de bunu ciddi yazanlar, konuşanlar var. Ben bu kısma katılmıyorum. Burnley maçında yeni transfer Di Maria sahadaydı, o da 2 gün önce geldi zaten. Kaç antrenman yaptı bilmiyorum. Onun dışındaki yeni transferlerden Shaw, Rojo, Herrera, Blind yoktu. Yani para harcanan adamlar yoktu. Hal böyleyken para üzerinden eleştirilmek haksızlık.

Bu takımın oturması zaman alır. Sadece bu takımın değil, herhangi bir takımın da oturması zaman alır. Beklemek lazım, bir şeyler görmek için. Bekleyene kadar lig biter mi, bitebilir. Bugün Şampiyonluktan bahsetmek tuhaf olur. Hedef bu yıl Şampiyonlar Ligi olmalı zaten. Takım da yıllık değil, uzun vadeli kurulmalı, planlanmalı. Louis van Gaal'in de bunu hedeflediğini düşünüyorum. Biraz da temenni ediyorum.

 
Burnley maçındaki kötü futbolun ilk sebebi de takım kurgusuydu bana göre. Üçlü stoper, kanatlarda Young ve Valencia. Göbekte Fletcher. Önünde Di Maria ve Mata. Forvette RvP ve Rooney. Sıkıntı Fletcher'ın tek olmasıydı. Daha doğrusu oranın boş olmasıydı. Takımın en iyisi Di Maria görünürken, onun çıkması şaşırtıcı değildi zaten. Üstelik o çıkıp Anderson girdikten sonra takımın toparlanması da şaşırtıcı değildi. Anderson Fletcher'ın yanına geldi ve takım biraz olsun top çevirmeye, defanstan çıkmaya başladı. O bölgede iki oyuncu zaruri. Herrera, Carrick ikilisini bekleyeceğiz.

RvP henüz form tutailmiş değil. Türkiye'de olsa küskün diye adı çıkardı. Rooney hırslı ama top o bölgeye gelmiyor. Oraya getirecek oyuncular henüz dönmedi.

Takım tamamlandığında, alt sıra takımlarını yenecektir. Orta sıra takımlarını da geçer ama üst düzey takımlar karşısında henüz net konuşamıyorum. Bunun bir testi olmadı daha.

24 Ağustos 2014 Pazar

Manchester United 2014/2015

 
Geçtiğimiz sezonun başında Sir Alex'in emekliye ayrılmasının ardından takımın başına "The Chosen One" David Moyes gelmişti. Moyes'un gelişinde vatandaşı Sir Alex'in etkisinin az olduğunu düşünmek yanlış olur. İskoç teknik direktör Manchester'daki görevinde 1 sezon bile kalamadı. Bana kalırsa gelişi de, gidişi de hataydı. Gelişi belki kabullenilebilirdi ama gidişi Manchester geleneklerine tersti.

Moyes hakkında yazılacak, söylenecek çok şey var elbette ama bugünün Manchester'ını konuşurken ondan çok fazla söz etmek yersiz olur. Sir Alex'in adının daha çok anılması daha doğru olur, zira bugünkü takımda Alex Ferguson'un etkisi, Moyes'dan daha fazla.

Manchester lige iyi başlayamadı. Görece kolay bir fikstür olmasına rağmen 2 maçta 1 puan toplayabildi. İlk hafta Swansea'ye içeride 3 puan bıraktı. Şimdi de Sunderland deplasmanında 2 puan bıraktı. Sunderland maçının skoru hadi neyse kategorisine girer ama ilk maçın, skor olarak kabul edilmesi mümkün değil.

Bir üst paragraf oturmuş bir takım için geçerli. Chelsea, City, Liverpool için bunlar doğru ama Manchester için değil. Çünkü bu takım yeni kuruluyor. Üstelik Ağustos sonuna kadar, yeni malzeme de gelecek. Onların da adaptasyonu olacak ve süreç devam edecek. Ne zamana kadar? Eylül ayının sonunu rahat bulur diye düşünüyorum ve o zamana kadar saçma sapan puan kayıpları olacaktır. Tabi bu "iyi o zaman yenilelim" demek değil ama beklenti yüksek olmamalı.


Adaptasyon süreci sadece yeni gelen oyuncular ve mevcut oyuncularla hocanın iletişimine özgü değil. Van Gaal, ManU'da yeni bir sistem deniyor ve eldeki oyuncuların çok azı daha önce bu sisteme göre oynadı. Hollandalı 3-4-1-2'ye yakın bir sistem deniyor. Hazırlık maçları ve ligde geride kalan iki maç bunu gösterdi. Tüm transferler bittiğinde ve takım tamamıyla bu sisteme adapte olduğunda iş yapabilir bir sistem. İngiltere'de üçlü defansı harcarlar kısmına katılmıyorum. Liverpool bu sistemle oynadı ve çok da başarılı oldu. Üstelik Dünya Kupası bize üçlü defansın tekrar popüler olacağı sinyalini verdi.

Burada sistem analizi yapmayacağım ama iki iyi bekle üçlünün iş yapacağını özet bilgi olarak vereyim. Shaw ve Rafael/Valencia ile sistem tutabilir. Benim fikrim tutacağı yönünde. İçinde biraz da temenni var.

Üçlü savunma muhtemelen Jones, Rojo ve Smalling/Evans olacak. Bana kalırsa bu bölgeye bir transfer yapıp Smalling/Evans ikilisinin ikisini de kulübeye çekmek gerekir. Blind uzun süredir adı geçen bir oyuncu ancak henüz somut bir gelişme yok. Gelirse Shaw için de alternatif olur. Hummels ayarına çıkılamayacağı kesin artık. Vlaar ayarında bir oyuncu alınabilir.

Shaw gelene kadar Young'ı çekeceğe benziyoruz. Aston Villa'dan alındığı dönemde muazzamdı ancak her geçen gün daha da düştü. Sözleşmesi bitene kadar da satışı zor görünüyor. O maçı verecek kulüp bulunmaz. Bulunursa önümüzdeki yıl Nani'yi de vermek gerekir onlara.

 
Ortasaha Fletcher-Cleverley ikilisine teslimdi bugün. İkisi de ilk 11 planında değil ama Carrick, Herrera ve Fellaini'nin üçü de sakat. Mecburen bu ikili oynadı. Beşiktaş'ın Veli Atiba ikilisi daha iyi. Darren sakatlıktan sonra inanılmaz düştü. Eski haline gelmesi de zor görünüyor. Cleverley ise Ferguson'un prenslerindendi ama bir başka hocanın altında oldukça sıradan. Pas yüzdeleri fazla düşük. Scholes Carrick ikilisine alışmış takımda çok sırıtıyor. Oyun kurmak gerçek anlamda iş haline geldi takımda. Bu ikiliden birini kesip Kagawa'yı sahaya sürmek daha iyi olabilir. En azından pas yüzdesi yüksek olur ve oyun kurma ihtimali artar.

Ön taraf ise kale ile beraber takımın en iyi yeri. Mata üst düzey bir futbolcu. Rooney, RvP net golcüler. Yedeklerde Welbeck ve Hernandez var. Biri satılabilir. Mata'nın arkasına bekleyen Adnan da oldukça yetenekli ve uzun sezonda iş yapar. Zaten bu bölgeye alternatif Kagawa da var.

Tüm bunlara rağmen Di Maria'nın transfer edilmek istenişi kadro açısından bana anlamlı gelmiyor. Üstelik fırsat transferi de değil. Yüksek bir bonservis bedeli var. üçlü savunmada Arjantinliye yer de bulamıyorum ben. Mata, Rooney, RvP üçlüsünden birinin kesilmesi ihtimal dışı olmalı. Transfer reputasyon artırmak amaçlı olabilir. ManU'nun düştüğü dönemde kaliteyi artırmaya dönük bir transfer olarak düşünülüyor olabilir. Kısacası LvG'den çok Glazer transferi gibi görünüyor bana.

Orta alana transfer de yapılacak sanırım. Artık Vidal kalibresinde birinin alınması zor görünüyor. Bu bölgeye De Jong alınır büyük ihtimalle. Young'dan sonra bir sevimsiz daha alınmış olur.

Van Gaal büyük hoca. Ona sabretmek gerekir cümlesi bile gereksiz olur. Sakatların dönmesiyle takım toparlanacaktır. Şu andaki temel problem sistem ya da hocanın kötülüğü değil, oyuncu kalitesinin düşüklüğü. Sakatlar dönünce kalite yükselecek.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Viyana 2


 
Uzun süre öne Viyana yazısını Haus der Musik'de bırakmışım. Çoğu güzelim detayı unuttum tabi. Hatırladıklarımı yazacağım artık. Kronolojiye de fotoğraf albümüme bakarak karar vereceğim.

Haus der Musik gittiğim en iyi 2-3 müzeden biridir. Bu 2-3 yerden biri de Vatikan'dır mesela. Referansı oradan çekebilirsiniz. Müzenin konsepti muazzam olmuş. Yanılmıyorsam 4 katlı bir yer. Saat 5'ten sonra bedava. Cimrilik etmeyip tip kutusuna 2-3 Euro atarsanız teşekkür ederler. Atmazsanız, muhtemelen arkanızdan konuşurlar en fazla. Bu da sizi çok etkilemez doğrusu.

Girişte ünlü müzisyenlerin resimleri var. Modern sanatın içine almışlar ünlü bestecileri. Pek hoşlanmam normalde ama çok da rahatsız olmadım. İlk katta Otto Nicolai'ye adanmış bir oda var. Nicolai, Viyana Filarmoni'nin kurucusu olması sebebiyle el üstünde tutulmuş. Kat aralarında müzisyen resimlerine devam edilmiş.

Müzede genel olarak ses tanıtılıyor. Üniversitede titreşim akustik okuduysanız tam size göre bir yer. Okumadıysanız ama hakkında bir şeyler duyduysanız, bunu anlamlandırmanız için büyük fırsat. Titreşim akustik ne lan? diyorsanız, az biraz okuyun da öğrenin bir zahmet.

Sesin suda ve havada hareketini anlatan düzenekler var. Bunun yanı sıra farklı enstrümanlardan sesin nasıl çıktığı ve oluştuğu anlatılıyor. Enstrümanları tanımak için de büyük fırsat. Müzede gezdiğim bölümlerde çoğu zaman yalnızdım. Yalnızlık ve karanlık birleşince, bir de acayip sesler çıkınca insan biraz korkmuyor değil. Buradan onun da itirafını yapayım.

 
Bir üst katta Mozart'ın odası var. Resimler, enstrümanlar ve kısa bir Mozart hikayesi. Mozart'ın karşısına oturup onun müziklerini dinleyebilirsiniz. Ya da basit de olsa kendi müziğinizi yapabilirsiniz.

Sonrasında Beethoven. Benzer bir konsept de onun için hazırlanmış. Sıra sıra odalar ve benzer konseptler var. Beethoven sonrası Schubert, Strauss, Mahler ve Schönberg var. Ben Strauss II'yi çok sevdiğimden ona ayrı bir yer ayırdım. Orada biraz zaman harcadım doğrusu.

Müze size bir maestro olma fırsatı da sunuyor, müziği, sesi ve ritmi tanıma fırsatı da. Bu açıdan muazzam hoşuma gitti. Genelde interaktif şeyleri sevmem ama bunu sevdim. Müze çıkışında da elbette shop karşılıyor sizi. Bir kaç Euro masrafa girip çıkıyorsunuz.

Çıkınca orada bir cafe var. Dünya kupası mevsimiydi zaten. Bir sürü maç izledim orada. Maç izlerken bir yandan da "bu Avrupalılar ne güzelmiş ya" diyorsunuz tabi.

Gitmişken bir de opera izleyeyim derseniz. Royal Opera zaten gözünüzün önünde. Biletler iyi para tabi. Gerçi kafanız rahat olsun bulamıyorsunuz bilet falan. Çok önceden almanız gerekir. Vay efendim ben ta Viyanalara sanatın peşine gittim. Ömürde bir kere oluyor, gidip de opera izlemeden mi döneceğiz derseniz iki opsiyon sunayım siz sanatsever okurlara. Birinci opsiyon özel operalar. Ben o işe hiç girmedim. Çünkü sahne sanatının kötüsü çekilmiyor. Özel operanın da kötü çıkma ihtimali maalesef yüksek. Ha buna karar verirken referansı Türkiye'den almam beni hataya sürüklemiş olabilir tabi. İkinci opsiyon ise State Opera binasından yapılan canlı yayın. Binanın önüne oturuyorsunuz, operayı canlı kanlı izliyorsunuz, tabi ekrandan. Orası bile tıklık tıklım olduğundan iyi bir motivasyonunuz oluyor.

Schönbrunn sarayı gitmeye değer bir yer. Ben içine giremedim vaktim yoktu. Bu da bana ikinci kez gitmenin yolunu açtı tabi. Onun dışında zamanınız varsa Hofburg'a da gidin derim.

Konferans sebebiyle gittiğimden akşamları vakit ayırabildim gezmelere tozmalara. O da kısıtlı oluyor tabi. Bir de bazen konferansta tanıştıklarının yanında vakit geçirmen gerekiyor. Tam otele dönerken "akşam buluşalım, gelsene" denince gidiyorsun. Gitmeyince seni otelde yattı sanıyor. Asosyal damgası vuruyor sana. Maç falan da izlemiyordu adamlar zaten. İtalyan çocuktan umutluydum ama o da fos çıktı. Pek ilgilenmem dedi. Ben de ona inat Uruguay İtalya maçında Uruguay'a dilendim. Ertesi gün şok oldu tabi. Üzüldü kırıldı ama geçmiş olsun. İspanyol'un "futbolla ilgilenmiyorum" demesine şaşırmadım. Ben de 5 yesem ben de ilgilenmezdim. Kanadalı ve  Amerikalılar zaten futboldan anlamıyor. Adamlar soccer diyor.

 
Bir akşam konferansın resepsiyonu vardı. Normalde giremeyeceğim, sarayın bir odasında verildi resepsiyon. Ortam çok iyiydi. Piyano falan, oldukça elit bir ortam vardı. Amerikalılarla konuşurken konu futbola geldi nereden geldiyse. Tabi soccer dedi. Sensin sucker diyesin geldi ama sustum. Adamlar gerçekten şaka. Tüm dünyanın futbol dediği şeye başka bir şey diyor ve uyduruk sporuna futbol diyor. Filoloji'ye daha fazla yüklenmeyeyim, burada keseyim.

Tabi resepsiyon odasının her yerinde resimler. Genelde de Avusturya'nın eski bürokratlarının resimleri. Tabi ben Türkiye'de inci kültürünü yeterince aldığım için hepsine kafamda bir caps yapıp gülüyorum. Adamlarla da paylaşamıyorum. Bir kere paylaşacak oldum. Amerikalı çocuk "hı hı hıh" diye güldü. Çocuğun gülme efekti bu şekildeydi.  Her halta böyle gülüyor. Bbazen bir şey diyecek oluyorum, der gibi yapıp son anda demiyorum yine aynı şekilde gülüyor. O gülüşün beyniyle gerçekleşmediği aşikar. refleks olmuş artık. Tabi yavan yavan gülünce samimi gelmiyor ve diğer capsleri paylaşası gelmiyor insanın. Adamların espri anlayışları ağır güdük. İğrenç espriye 72 millet bir olmuş gülüyorlar. Arada çıkıntılık yapmayayım diye gülümsüyorum. Akşam otele döndüğümde yanaklarım açıyordu, yalan mimikten.

Son gün Wachau bölgesine gittik. Üzüm bağları falan vardı. Haliyle şarap mahzenleri. Domuzsuz mezeler başarılıydı. Doya doya doğa fotoğrafı çektik. Gördüğümüz her yeşilliği, her suyu çektik. Arkadaştan öğrendiğim bir iki fotoğraf triğini sattım.

Hatırladığım kadarıyla hepsi bu kadardı. Bir tek Figlmüller'den bahsetmeyi unuttum sanırım. Şinitzelin memleketinde şinitzel yenir. Çok başarılıydı. Aynı zamanda doyurucuydu da. Doya doya, ayıla bayıla yedim. Döndüğümden beri de hiç yemedim. Yiyene kadar, tadını unuturum umarım.

27 Haziran 2014 Cuma

Viyana 1


 
Arada sanırım Marakeş'i yazmadım ama hazır tazeyken Viyana'yı öne alayım. Bırakınca kalıyor, güzelim detaylar kuş olup uçuyor.

Pazartesiden perşembeye kadar konferans vardı. Pazar sabah 8 uçağıyla gittim. kabaca iki buçuk saatlik yolculuğun ardından 9.30 gibi orada oldum. Bu cümlenin ardından okuyucunun aradaki 1 saatlik saat farkını anlamasını umuyorum. Anlamayan için de açıklamış oldum.

Uçakta mis gibi "muppet" izledim. İzlemeyen izlesin, hem biraz çocukluğa götürüyor, hem de müzikleri çok başarılı. Neyse Viyana'ya varayım artık.

Uçaktan indim, her zamanki gibi bagaj falan vermemiştim. En son Nice'e giderken Kotil ve çetesi bagajımı İstanbul'da unuttuğu için büyük mağduriyet yaşamıştım. O gün bugündür bagajım elimde giderim.

Tourist Info'ya sordum, gideceğim otobüse bindim. Bindiğimde bir kadına daha sordum. O da şans eseri aynı yere gidiyormuş. Kadınla indik, yürürken de biraz konuştuk. Avrupa'da genelde İngilizce biliyor musun sorusuna biraz derler, sonra senden benden iyi konuşurlar. Kullanmayı akıl edemediğim ama onlar kullanınca "harbiden çok doğru kelime kullandı" dediğim kelimeleri cümlelerin içine serpiştirirler. Kadınla metroya gittik. Yolda tanıştık ettik, Türk olmam pek ilgisini çekmemiştir diye tahmin ediyorum, zira etrafındaki beş kişiden biri Türk neredeyse.

Sonra bana inmem gereken yeri gösterdi. İndim, kolayca oteli buldum. Resepsiyondaki kız, giriş çıkış günlerimi duyunca önündeki ekrana baktı ve yüzünü ekşitti. O yüz ifadesini görünce kıllan! İşler yolunda gitmiyor demektir. Ya sana tırt oda verir ya da çarşamba günü seni şu odaya alalım falan der. Genelde kötü bir şey olur yani. Çok nadiren iyi bir şey de olabilir. Tek kişilik oda yoktur, hatanın kendinde olduğunu da bilir ve sana mis gibi oda verir. Daha pahalıdır ama yediği haltı bildiğinden tek kişilik oda parası alır. Benimkinde nasıl bir problem oldu bilmiyorum. Belki de o an karıştırdı ama hata yapılmamıştı. Gayet normal bir odada kaldım. Ne daha tırt, ne de süper. En güzel yanı birinci katta olmasıydı. İnternete ne kadar yakın, o kadar iyi.

Bu arada o kızı merak edenler için hemen söyleyeyim. Booking.com'a girdiğinizde Johann Strauss Hotel'e bakın. Orada müşteri gibi fotoğraf çektiren kız var ya, resepsiyondaki kız işte o.

Odaya yerleştim. Az biraz dinlendim. At gibi 2 saat falan yattım işte. Sonra açtım Google map ile elimdeki haritayı. Eşleştirdim, bir plan yaptım, çıktım. Belvedere'ye gittim önce. Tek gezmeyi pek sevmem normalde. Sıkılıyorum tek gezmekten çoğu zaman. Sarayın bahçesini gezdim önce. Fotoğraf çektim bol bol. İş yerindeki bir arkadaştan öğrendiğim teknikleri uygulama fırsatı buldum. Arkayı buğulandırmalar, ışıkta yansımalar. Şov üstüne şov yaptım. Dışarıdan bakan biri "adam anlıyor bu işten" demiştir kesin. Millet dan dun çekerken, ben ince eledim sık dokudum, açı kastım, bazen kasıyormuş gibi yaptım çektim. Arada bir iki Japon da çektim. Kendi kameramla değil tabi. Beni çeker misin deyip, o güleç yüzünü takınan Japonları. Hayatım boyunca çektiğim fotoğraflardan (başkası için) %80'i Uzakdoğulu kardeşlerime aittir muhtemelen.


Sonra sıra geldi sarayın içine. Klasik müze çelişkimi yaşadım. Müzeler için genelleme yapacak olursak. Girmediğinde "ta buraya kadar geldim gireyim" diyorsun, girdiğinde overrated olduğu hissine kapılıyorsun. Hepsi için demiyorum ama çoğu böyle maalesef. Hele hele modern sanat müzesiyse kaç. Arkana bile bakma. Dünyanın en uyduruk şeyi modern döneme ait resim. Bu kadar overrated olur ancak. Neyse buna geleceğim.

3 müze vardı. İkisine bilet aldım. Hem girmemiş olmam, hem keşke girmeseydim demem, hem de zamanı çarçur etmem. Gezdim güzeldi. Bir önceki konuya geleyim. Özellikle resim konusuna geleyim. Gotik döneme, Rönesans dönemine, Barok döneme eyvallah. Ama 20. yy'dan sonrası bana abartı geliyor. Bunu sanat eleştiriyormuş gibi söylemiyorum. Haddime değil ama çizimler vasat. Biraz bana "lan daha gerçekçi çizim yapamayız, zaten daha gerçekçi olsa fotoğraf çektirir insanlar, bari değişik bir şeyler yapalım" demişler gibi geliyor. Bunu da insanlığa "sanata saygı" diye diye itelemişler. Ben bile şurada eleştirirken iki büklüm oldum. Ezildim büzüldüm. Arabeski eleştirecek olsam bam bam vururdum oysa ama resim ile ilgili eleştiri yaparken kelimeleri özenle seçiyorum, utanıyorum, sıkılıyorum. Derdimi anlattığımı umuyorum. Chagall efendi sözüm sana. Munch, Marc size de. Picasso'yu sizden ayırıyorum. Onunkiler enteresan geliyor bana. Güzel çizdiğinden değil de, farklı diye bir şekilde yedirmiş. Performansını ödüllendirebilirim. Özetim, resim dersinden kalırdınız hepiniz oğlum.

Neyse gezdim gördüm resimleri. Gustav Klimt'e hakkını verdim üstelik. Bastım parayı resmine. Çerçeveletir asarım evime. Güzel resim. İyi çizmiş çakal.

Resimle ilişkimi yukarıda yazdıklarımla değerlendirmeyin. Onlar modern sanata olan sinirimin dışa yansıması. 20. yy öncesine ses etmem.

Belvedere'den çıktım. Tramvaya atladım. Avrupalıların, özellikle gençlerin fazla rahatlığı beni rahatsız ediyor. Rahatlık, enteresan boyutta aslında. Kırmızıda bekleyen, bomboş yolda yeşil yanmadan yola adımını atmayan genç, tramvayda karşı koltuğa ayağını uzatıyor. Bu müthiş çelişkiyi ben çözemedim valla. Disiplinli misin, rahat mısın? İnsan oturacak oraya evladım. İlkokul öğretmeni örneğimle gelirim: "Tuvaletten çıktığın ayaklarınla oraya basarsan olur mu?"

Tramvayda ben insan gibi oturdum. Koltuğa basmadan, edebimle oturdum. Zaten ineceğim durağı kaçırmamanın telaşıyla oturuyordum. O gerginlikte ayağımı karşı koltuğa uzatamazdım. Durağa geldik, indim. Şöyle mal gibi bir tur atayım dedim. Elimdeki haritadan da yolları takip ediyordum. Oyunda sen gittikçe açılan bölgeler olur ya. İşte öyle oluyor benim geziler. O bölge açılıyor bende. Gezerken acıktım da. Bir iki kafe falan gördüm ama girmedim. Daha iyisini bulurum umudu vardı. Sonra, Türkiye'deki arkadaşlardan birinin önerdiği bir kafeye rastladım. Onu cebe koydum. Bir iki tur daha attım. Sonra baktım aynı yerlerde dolaşıyorum. Hayır soygun moygun olsa, güvenlik kameraları görüntüleriyle, polis ilk benden şüphelenecek. Aynı sokaktan 5 kere geçen bir tip.

Haus der Musik müzesini gördüm. Zaten planımda da vardı. Hemen girdim. Şans işte beleşmiş o gün. Beleşliğinden midir, yoksa gerçekten mi sevdim bilmiyorum ama gittiğim en iyi 2-3 müzeden biridir. Yazıyı burada bitireyim. İkincisine saklayayım gerisini. Çok uzun olunca, ben bunu sonra okurum diye favorilere ekleyip okumuyorsunuz.

14 Haziran 2014 Cumartesi

Hollanda İspanya'yı harcadı

 
Dünkü İspanya Hollanda maçı şu ana kadarki en iyi maçtı kuşkusuz. Son şampiyon, Portakallardan büyük bir darbe aldı. Bu skora bakarak, İspanya bitti demek için erken hala.


Maç o kadar iyiydi ki anlatılmaz. Özellikle ikinci yarıda Hollanda, İspanya'yı bozguna uğrattı. 5 gol İspanya'nın şansıydı. Özellikle fark açıldıktan sonra sağlam kaçırdı Hollanda.

 
İki de gol olmayan şut var ki. Keşke onlar girseydi de bu kadar fark olmasaydı. Biri RVP'nin vurduğu direkten dönen top, diğeri Robben'in seken topa yapıştırdığı vole.


Hollanda için geleceğe dair bir şey demeyeceğim. Robben'i Manchester alsın. RVP, Robben ve Van Gaal buluşsun.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Dünya Kupası yayın ve maç programı

Şurada dursun...
 
12 Haziran Perşembe:
23:00 Brezilya-Hırvatistan TRT 1
13 Haziran Cuma:
19.00: Meksika-Kamerun TRT 1
22:00 İspanya-Hollanda TRT 1
01:00 Şili-Avustralya (Cumayı cumartesiye bağlayan gece) TRT 1
14 Haziran Cumartesi
19:00 Kolombiya-Yunanistan TRT 1
22:00 Uruguay-Kosta Rika TRT 1
01:00 İngiltere-İtalya (Cumartesiyi pazara bağlayan gece) TRT 1
04:00 Fildişi Sahili-Japonya (Cumartesiyi pazara bağlayan gece)  TRT 1
15 Haziran Pazar
19:00 İsviçre-Ekvador TRT 1
22:00 Fransa Honduras TRT 1
01:00 Arjantin Bosna Hersek (Pazarı pazartesiye bağlayan gece) TRT 1
16 Haziran Pazartesi
19:00 Almanya-Portekiz TRT 1
22:00 İran-Nijerya TRT 1
01:00 Gana-ABD (Pazartesiyi salıya bağlayan gece) TRT 1
17 Haziran Salı
19:00 Belçika-Cezayir TRT 1
22:00 Brezilya-Meksika TRT 1
01:00 Rusya-Güney Kore  (Salıyı çarşambaya bağlayan gece) TRT 1
18 Haziran Çarşamba
19:00 Avustralya-Hollanda TRT 1
22:00 İspanya-Şili TRT 1
01:00 Kamerun-Hırvatistan (Çarşambayı perşembeye bağlayan gece) TRT 1
19 Haziran Perşembe
19:00. Kolombiya-Fildişi Sahili TRT 1
22:00 Uruguay-İngiltere TRT 1
01:00 Japonya-Yunanistan (Perşembeyi cumaya bağlayan gece) TRT 1
20 Haziran Cuma
19:00 İtalya-Kosta Rika TRT 1
22:00 İsviçre-Fransa TRT 1
01:00 Honduras-Ekvador (Cumayı cumartesiye bağlayan gece) TRT 1
21 Haziran Cumartesi
19:00 Arjantin-İran TRT 1
22:00 Almanya-Gana TRT 1
01:00 Nijerya-Bosna Hersek (Cumartesiyi pazara bağlayan gece) TRT 1
22 Haziran Pazar
19:00 Belçika-Rusya TRT 1
22:00 Güney Kore-Cezayir TRT 1
01:00 ABD-Portekiz (Pazarı pazartesiye bağlayan gece) TRT 1
23 Haziran Pazartesi
19:00 Hollanda-Şili TRT SPOR,TRT HD
19:00 Avusturalya-İspanya TRT 1
23:00 Kamerun-Brezilya TRT 1
23:00 Hırvatistan-Meksika TRT SPOR, TRT HD
24 Haziran Salı
19:00 İtalya-Uruguay TRT 1
19:00 Kosta Rika-İngiltere TRT SPOR, TRT HD
23:00 Japonya-Kolombiya TRT 1
23:00 Yunanistan-Fildişi Sahili TRT SPOR, TRT HD
25 Haziran Çarşamba
19:00 Nijerya-Arjantin TRT 1
19:00 Bosna Hersek-İran TRT SPOR, TRT HD
23:00 Ekvator-Fransa TRT 1
23:00 Honduras-İsviçre TRT SPOR, TRT HD
26 Haziran Perşembe
19:00 ABD Almanya TRT 1
19:00 Portekiz Gana TRT SPOR, TRT HD
23:00 Cezayir-Rusya TRT 1
23:00 Güney Kore-Belçika TRT SPOR, TRT HD
İKİNCİ TUR MAÇLARI
28. Haziran Cumartesi
19:00 A1-B2 TRT SPOR, TRT HD
23:00 C1-D2 TRT 1
29 Haziran Pazar
19:00 B1-A2 TRT SPOR, TRT HD
23:00 D1-C2 TRT 1
30 Haziran Pazartesi
19:00 E1-F2 TRT SPOR, TRT HD
23:00 G1-H2 TRT 1
1 Temmuz Salı
19:00 F1-E2 TRT SPOR, TRT HD
23:00 H1-G2 TRT 1
ÇEYREK FİNAL
4 Temmuz Cuma
19:00 Çeyrek Final Maçı TRT SPOR, TRT HD
23:00 Çeyrek Final Maçı TRT 1
5 Temmuz Cumartesi
19:00 Çeyrek Final Maçı TRT SPOR, TRT HD
23:00 Çeyrek Final Maçı TRT 1
YARI FİNAL
8 Temmuz Salı
23.00 Yarı Final maçı TRT 1
9 Temmuz Çarşamba
23:00 Yarı Final Maçı TRT 1
3.'LÜK MAÇI
12 Temmuz Cumartesi
23:00 Üçüncülük Maçı TRT 1
FİNAL
13 Temmuz Pazar
22:00 Final Maçı TRT 1

Belçika, Rusya, Cezayir, Güney Kore / Akılda kalanlar


Son grubu son güne bıraktık. Belçika, Cezayir, Rusya ve Güney Kore. Kolay gruplardan biri. Çekişme olur o ayrı ama grupta birinci sınıf bir takım yok.

Belçika, grubun favorisi konumunda. Oyuncu kalitesine baktığımızda grubun üzerinde bir kalitede olduğu kesin ama bir arada ne kadar etkili olurlar emin değilim. Kadroda adını bakmadan yazamadığım Courtois, Mignolet, Alderweireld, Vermaelen, Vertonghen, Kompany, van Buyten, Witsel, De Bruyne, Fellaini, Defour, Dembele,Chadli, Lukakı, Hazard, Mirallas ve Januzaj. Hepsini yazdım sayılır. Yazmak hoşuma gitti, yazdıkça yazasım geldi. Öyle de güzel bir kadro işte.

Bu müthiş oyunculardan ziyade benim Belçika'ya sempati duymamı sağlayan oyuncular bambaşka. Wilmots, Luis Oliveira, De Wilde, Luc Nilis, Scifo, Verheyen gibi isimler. Özellikle Scifo ve Nilis müthiş oyunculardı. Yıldızları Hazard kadar parlak olmadı ama benim nesilde sağlam iz bıraktı.

Beşiktaş'lı Şifo Mehmet'in lakabının bu oyuncudan geldiğini söyleyerek, herkesin bildiği bir bilgi ile Rusya'ya geçiyorum.

Rusya'da dikkatimi çeken (bugün bakarken bir arkadaşın dikkatini çekti, okuyorsa selam olsun) oyuncuların tamamının Rusya'da oynuyor olması. Vasatlar muhtemelen ülke dışına çıkamıyor, iyileri de ülkenin zengin patronları takımda tutuyor. Önümüzde Akinfeev gibi bir örnek var. İyi kaleci ama yurtdışı transferi yapmıyor. Neyse şimdi Rus futbol değerlendirmesini bırakıp, bugününe bakalım ve biraz da hatırlanan zamanlarına gidelim.

Bugün Akinfeev, Schennikov, Berezıtski, Denisov, Dzagoev, Zhirkov ve Kerzhakov gibi kaliteli oyuncuları var. Grupta şanssız değiller.

Onopko,  Karpin, Semak, Mostovoi gibi oyuncular da benim aklıma kazınanlar. Özellikle Nihat'ın takım arkadaşı Karpin özeldi. Beşiktaş'ın çocuğu Khlestov'u da anıp Cezayir'e geçeyim.

 
Açıkçası Cezayir yerine Fas'ı tercih ederdim. Buradan da Hadji güzellemeleri yapadım. Kısmet değilmiş. Kuzey Afrika tarafını temsilen kupaya Cezayir geldi. Mağribi oldukları için sempati duyarım. Gruptan çıksınlar, mutlu olsunlar.

Bbougherra, Ghoulan, Mesbah, Yebda, Ffeghouli, Brahimi, Bentaleb benim az çok bildiğim oyuncular. Portekiz Ligi'nde oyunayan iki forvetleri de iyiyse iş yapabilirler. Özellikle Feghouli temiz topçu. Benim gözüm ise Bentaleb'te olacak. Spurs'un genç oyuncusu parlayabilecek yıldızlar arasında.

 
Son olarak Güney Kore deyip bitirelim. Kore'yi 2002'den iyi hatırlarız. Yıllar sonra birbirini bulmuş iki kardeş gibiydik. Çok sevdik, fazla sevdik. Şimdi düşündüğümde gereksiz fazla sevmişiz birbirimizi. Bugün seveni kaldı mı bilmiyorum.

Takımda İngiltere'den tanıdığım Kim Bo-Kyung, Llee Chung-Yong ve Ppark Chu-Young var. Onun dışında adını çok duyduğum Son Heung-Min var. Kore genelde kadro kalitesinin üerinde oynar. O yüzden sadece oyuncu ile değerlendirmek anlamsız olur.

Kore elbette Park Ji-Sung'dur benim için. Biraz da Ahn. Manchester'ın Koreli oyuncusunu çok severdim. Çok koşardı maşallah. Onun dışında Du Ri Cha vardı bir zamanlar. Bir de Kim Nam Il.

Kore'yi hemen bitirip maçı beklemeye koyuluyorum ben. Hadi iyi seyirler.


 

10 Haziran 2014 Salı

Almanya, Portekiz, Gana, ABD / Akılda kalanlar


 Tırt performansımla iki gün kala geride iki grup bıraktım. G Grubu ile devam edeyim. Almanya, Portekiz, Gana, ABD.

Almanya'nın seveni çoktur. Gurbetçiler bir şekilde sempati duyuyor zaten. Onun dışında bizden önceki kuşaklar için de özeldir Almanya.

Ben Klinsmann, Bierhoff, Möller, Sammer, Kohler gibi yıldızlara denk gelebildim. Öncesinde de bir o kadar daha yıldızı vardı.

 Almanya net takımdır. Hatta taş gibi takımdır. Bence bu turnuvanın da en oturaklı takımıdır. Baştan aşağı belli kalibrede adamla dolu. Bir de inanılmaz disiplinliler. Mesut bir çıt diğerlerinden farklı geliyor bana. Daha az disiplinli ve daha teknik. Onun dışında aynı makineden çıkmış gibi takım.

Reus'un yokluğu üzer ama alternatifini bulurlar.

Tutmuyorum ama kazanırlarsa asla üzülmem.

 
Portekiz'i çok severim. Bunda Ronaldo'nun etkisi çok büyük. Bir de Almanya'nın aksine daha gamsız oyunculardan kurulu. Kafa rahat, yetenek tavan oyuncuları var. Hoş, biraz o azaldı.

Biraz da orta sahaları. Bir önceki turnuvada  daha netti gerçi. Yetenekli, top yapan ve savunması da fena olmayan orta sahaları da hoşuma gidiyordu.

Avrupa'nın en çirkin stoper ikilisi burada. Pepe, Alves. Carvalho, Moutinho, Meireles, Veloso gibi iyi orta sahalar. Vieirinha, Nani, Varela gibi kanatlar ve Ronaldo ve Almeida.

Portekiz dendiğinde akla gelen de Baia, Figo, Rui Costa, Jorge Couto, Paulo Sousa, Jorge Cadete falandır. Bunu da bilelim.

 
2010 Dünya Kupası öncesi NTVSpor'a Gana yazısı yazmıştım. Ardından iyice sempati duydum çakallara. Çok tatlı takımdı. Top teknikleri zayıftı ama kaybedilen top 2 dakika içinde kazanılıyordu.

Şimdiki görüntüleri de çok farklı değil aslında. Essien, Asamoah, Badu, Acquah kazanacak Boateng, Ayew, Gyan gol arayacak.

Kaleci konusunda tipik Afrika takımının yaşadıklarını yaşıyorlar. Yokluk içinde yokluk.

10 numara konusunda ise bir nebze olsun şanslılar: Boateng iş görür.

Grupları ise sert.

Bizim Jones'un takımı diyeceğim ama Jones bizim mi bilemedim.

Yankee'ler gruptan çıkma konusunda şanslı sayılmaz. Portekiz Almanya sert takımlar. ABD dendiğinde benim için futboldan anlamayanlar arasında anlayan bir iki tip geliyor. Haliyle vasat kalıyor takım.

Howard, Guzan, Cameron, Altidore gibi EPL oyuncularını zaten tanıyoruz. Bunun yanı sıra Dempsey,  Chandler, Bradley gibi tanıdık simalar da olacak.

Son sorum: Landon Donovan nerede? Onsuz olmazdı.

8 Haziran 2014 Pazar

Arjantin, Bosna, İran, Nijerya / Akılda kalanlar

 
F grubu takımlarıyla devam edelim. En karakterli gruplardan biri F grubu. Arjantin, Bosna, İran ve Nijerya.

Arjantin kupanın olmazsa olmazı zaten. Bosna için güzel bir deneyim olacak. Sempatim de var kardeşlerime. İran, Ömer Üründül'ün tabiriyle enteresan bir takım. İran da kupaya yakışan takımlardan. Nijerya da kupanın renklerinden. Mesela benim için Dünya Kupası İsveç - Nijerya ve ABD İran maçıdır.

Arjantin'de Messi olmasa, alsınlar kupayı derim. Anca Messi kazanmasın. İstemem. Maradona özel kalsın.

Onun dışında Arjantin İngiltere maçı bir yerlerde denk gelse güzel olur. Hikayeli maçtır.

Arjantin Brezilya maçı da iyi olur ama ben istemem. Aslında ikisinin de kupayı kazanmasını istemiyorum.

Messi, Agüero, DiMaria, Higuain hücum hattı çok can yakar. Savunma görece zayıf ama idare edebilir. Almanya gibi sıkı takımlar karşısında bence patlar.

 
Bosna'yı tutmamın tek sebebi Boşnak olmaları değil. Takım da çok tatlı. Dzeko, İbiseviç, Salihoviç gibi sevdiğim adamlar var. Bir de bizim ülkede oynayanlar tabi.

Baljiç, Boliç gibi eskiler de gönlümün oraya kaymasına sebep oluyor. İnşallah başarılı olurlar.

Grupları çok sert değil. Çıkabilirler. Çıktıklarına da elenmeyecek bir rakip olmayacak karşılarında. Yolları açık olsun.

 
İran, Ali Daei'dir. Onların Hakan Şükür'ü bir nevi. Mahdavikia, Pashazadeh, Ali Karimi, Nekounam da diğer bilindik adamlar.

Kadrolarında Dejagah ve adını yazamadığım Ghoochannejhad (umarım doğrudur) gibi kısmen ünlü oyuncular var. Ünlü olmasa da tanıdık diyelim. Gerisini Mustafa Denizli hocama soralım.


Nijerya net bir Dünya Kupası takımıdır. Amokachi, Uche, Okocha, Finidi, Kanu, Yekini, Oliseh, Rufai'dir. Sonrasında da büyük topçular yetiştirdi ama o kadrolar bir başkaydı. 90'lar Nijeryası özlenecek takımdı.

Bugün kadrosunda Enyeama, Yobo, Mikel, Onazi, Ahmed Musa, Odemwingie, Ameobi ve Emenike gibi kaliteli oyuncuları var. Hatta bir Afrika takımı olarak düşündüğümüzde iyi bir kalecisi var. Başarılı olabilirler. Takım kalitesi fena sayılmaz.

Grupta iyi maçlar olacaktır.

7 Haziran 2014 Cumartesi

İsviçre, Ekvador, Honduras, Fransa / Akılda kalanlar



Takımlar hakkında tek tek akılda kalanları yazıyordum ama son 4 grupta, grup halinde gideceğim. Zira turnuvaya çok az kaldı ve turnuva başlayana kadar bitireyim istiyorum.

E Grubu ile devam ediyorum. İsviçre ile de başlayayım.

Türkiye'de pek iyi anılmaz İsviçre. Sebebi de olaylı Türkiye İsviçre maçıdır. Benim duygularım o maçtan bağımsız olmakla birlikte, ülkedeki çoğunlukla benzer. Pek haz etmem İsviçre milli takımından. Hitzfeld öncesi hocaları Kuhn'u hiç sevmem mesela. Tipine kılım her şeyden önce. Böyle sinsi geliyor bana. Muazzam önyargılıyım bu konuda ve lütfen beni kararından vazgeçirmeye çalışmayın.

Bir de ismini şu an hatırlamadığım sinsi bir oyuncuları daha vardı. Bekti sanırım. Ona da kılım.

Sevilir adamları da var. Frei, Kubilay, Gökhan, Yakın kardeşler gibi tanıdık oyuncuları var. Bu topraklarda sevilir.

Benim adamım Chapuisat'tır ama. Dortmund günlerini unutamam. Çok temiz golcüydü.

Yazının objektif tarafına gelirsek. İyi bir milli takım oldukları kesin. Sağlam devşiriyorlar tabi. Bugün Benaglio, Lichtsteiner, Senderos, Djourou, Barnetta, İnler, Behrami, Fernandes, Shaqiri, Seferovic, Drmic ve Mmehmedi gibi kaliteli adamları var. Grupları da zayıf.


İkinci takım Ekvador olsun. Valencia deyip geçebilirim aslında. Ibarra ve Caicedo da yancıları. Eskilerinden hatırladığım Hurtado var misal.  Onun dışında yakın zamanda yaşama gözlerini yuman Benitez. Son olarak bildiğim Kaviedes var. Gerisi çok anlam ifade etmiyor.

Ekvador için turnuva dramatik ve duygusal geçecek. Goller ölen arkadaşlarına gidecek. Bu motivasyon ile iş yapabilirler.

 
Honduras'a da kısaca değinip Fransa'ya geçeceğim. Aklıma ilk gelen İnter'den hatırladığımız Suazo ve Wilson Palacios. Eskilerden de Velasquez'i hatırlıyorum biraz. Takımı da çok tanımadığımdan biraz eziyor olabilirim ama tatil niyetiyle gelmişlerdir umarım. Yoksa ağır gelebilir.

Figueroa, Jjuan Carlos Ggarcia, Palacios ve Espinoza tanıdık isimler. Wigan oralara iyi scout atmış belli ki. Alayını topluyor.

En büyük şansları vasat grupta olmaları.


Fransa turnuvada tutma potansiyeline sahip olduğum takımlardan. Kadrosunda öyle aman aman sevdiğim adam çok fazla değil ama Fransa'yı seviyorum. Zidane, Trezeguet, Blanc gibilerini hatırlatıyor bana. Biraz da onların hatırına sanırım.

Keşke şimdi 98 kadrosu gibi bir kadrosu olsaydı da giyseydim Fransa formamı öyle seyretseydim maçlarını. Barthez, Deschamps, Zidane, Thuram, Petit, Leboeuf, Karembeu, Desailly, Viera, Blanc, Pires, Henry, Boghossian, Trezeguet ve Dugarry gibi sevdiğim adamlar olsaydı keşke.

Bugünkü kadro kalite olarak fena sayılmaz. Ribery'nin de kadrodan çıkarılmasıyla beraber süperstar kalmadı belki ama bir alt kategoriden bir çok oyuncu var. Lloris muazzam kaleci. Evra, Debuchy, Sakho, Varane, Mangala, Sagna ve Kos'un olduğu savunmaya kötü denmez. Hatta ben iyi derim. Kos, Sakho ve Evra çok iyi sezon geçirdiler.

Cabaye, Valbuena, Mmatuidi, Sissoko, Griezmann ve Pogba'lı ortasaha da fena değil. Savunma olarak çok iyi ama hücum olarak ara ara verimsiz kalabilir.Golcüleri de Benzema ve Giroud. Benzema biraz acımasız eleştiriliyor ama iyi golcü. Ben bile kabul ediyorum artık.
 

İtalya - Akılda kalanlar

 
İtalyanlar benim için hep özel olmuştur. Henüz tutacağım takıma karar veremediğimden tutar mıyım bilmiyorum ama gönlümün bir köşesinde kesinlikle olacaklar.

Futbol ile tanışırken Juventus vardı gönlümde. 97 kadrosunu bir çırpıda yedekleriyle beraber sayarım. Bugünkünde 18 dışına çıkamam belki ama o günkünü ezberden duraksamadan söylerim.

İtalya'yı hep sevmişimdir. 2006 Dünya Kupası'nı kaldırdığı kupada mavilere bürünmüştüm mesela. Buffon, Cannavaro, Del Piero, Gattuso, Totti, Toni, Inzaghi, Camoranesi, Pirlo, Materazzi, Zambrotta hep sevdiğim oyunculardır. Hatta şimdi yazınca içimden İtalya'yı turnuva takımım olarak tutmak geldi.

Pagluica, Peruzzi, Buffon, Panucci, Maldini, Nesta, Bergomi, Apolloni, Costacurta, Di Biagio, Toricelli, Albertini, Baggio, Vieri, Chiesa, Di Matteo, kıyısından da olsa Baresi, Conte, Signori, Zola, Delvecchio, Montella benim için özel oyuncuların sadece bir kaçı. Daha bunlara onlarcasını ekleyebilirim. Hepsi bu formayı giymiş, güzel adamlar.

Bugün Buffon, Chiellini, Bonucci, Marchisio, DeRossi, Pirlo, Verratti, Immobile, Insigne ve Cassano ile benzer duygular paylaşabilirim.

Yakışıklı adamların takımı eskisi kadar yakışıklı olmasa da yine karizmaları yerindedir.

Balotelli'yi sevmem. Kız arkadaşlarınızla İtalya maçını tercih etmeyin.

6 Haziran 2014 Cuma

Dünya Kupası Topu

 
Javad Nekounam Arjantin maçı öncesi bu topu Messi'ye verecekmiş. Kupadaki 32 takımın sembolleri. Biz olsak Melih Gökçek'in gazına gelip Van kedisi dayardık kendimize.

Uruguay - Akılda kalanlar

 
Uruguay turnuvanın en önemli 4-5 takımından biridir. Olmazsa olmazdır.

Forlan ile uçan 2010 Dünya Kupası'ndaki Uruguay hala akıllarda. Gerçi ben çeyrek finalde Suarez'in pisliğiyle eledikleri Gana'yı tuttuğum için Forlan ve arkadaşlarından çok zevk almamıştım.

Muslera'nın varlığı da benim için bir tutmama nedeni tabi. Kolay olmuyor rakibin kalecisini tutmak.

Lugano da aynı kategoriden beni uzaklaştırıyor takımdan.

Godin, Suarez, Forlan ve Cavani ise sempati kazandırıyor. Suarez konusunda fikirlerim biraz değişti bu yıl. Az biraz adam olunca sevdirdi kendini kereta.

Francescoli, Abreu ve Carini ise eski yıldızlarından.

Kazandığı Dünya Kupalarını ise babam bile hatırlamaz.