30 Eylül 2010 Perşembe

Vieira & Krasic


Bu akşamın en sağlam maçı Man City - Juve... Maç için mikrofonların uzatılabileceği iki önemli isim var. Biri Vieira, diğeri Krasiç. İtalyanlar Vieira ile röportaj yapmayı atlamamış. Ne de olsa eski Juveli...

Fransız oyuncu eski kulübüne sallayanlardan değil. Juve'nin zamana ihtiyacı olduğunu, henüz bir takım olamadığını, performansı henüz zirvede olmasa da Juventus'un her zaman Juventus olduğunu söylemiş. Sizin için özel bir maç mı sorusuna da hayır cevabını vermiş. Gerekçe net: Torino'da sadece 1 yıl geçirdim. Haklı da... Zaten ben de onu hiç bir zaman bir Juveli olarak görmedim...

Maç için kritik bir diğer isim de Krasiç. Onunla bu maç için yapılmış herhangi bir röportaja rastlamadım ama Krasiç ismini bu maç için önemli ve özel kılan Mancini'nin açıklamaları. İtalyan Hoca, hem Inter'deyken hem de Man City'deyken Krasiç'i çok istediğini ama alamadıklarını söyledi. Bu bağlamda Sırp oyuncu için de farklı bir maç olacaktır...

Maç için tahminim yok. Juve'ye güvendiğimi söyleyemem. Hatta güvenmediğimi söyleyebilirim. Ama umut işte. Galibiyet alırlarsa hepsini her yerinden öperim...

29 Eylül 2010 Çarşamba

Piknik


Bugün bir arkadaşım "Ya Yusuf, piknik yapsak ne güzel olurdu değil mi?" gibi benimle uzaktan yakından alakası olmayan bir soru sordu. Yanlış adama sorduğunu anlaması 1 dakika sürdü...

Piknik yapmayı sever misiniz bilmiyorum ama ben hiç sevmem. Benim için külfetten ibarettir. Öncesinde bir sürü hazırlık. Onu al, bunu al, kilim al, su al, kömür al, mangal al, şunu al, bunu al... Al al bitmez. Herşeyi aldım sanırsın ama kesin bir şeyler unutmuşsundur. Pikniğin olmazsa olmazıdır evde birşeyler unutmak. Sonra gidersin, bir yer bulursun, hem gölge olsun, hem yeşillik olsun, düz yer olsun, herkesten uzak olsun, su varsa suya yakın olsun falan filan. Bunların bazılarından feragat edersin elbette...

Bunlar tamamen stres benim için. Bununla bitti mi? Tabi ki hayır.. Getirdiğin yiyeceklerin bir kısmına böcek gelir, karınca gelir, bazılarından karınca ayıklanır, bazıları çöpü boylar... Sonrası daha dertli herşeyi hazırlarsın, pişirirsin, afiyetle yemek için oturursun... Hooop arı gelir. Arı en beteridir, karınca gibi uzaklaştırılmaz, biri gider biri gelir. Düşünmek dahi istemiyorum...

Bu arada asıl dertlerden biri sudur. Bulunduğun ortamda su yoksa çiledir. Suyu tasarruflu kullanmak zorundasın. Elin kirlenir yıkayamazsın, içmek istersin bardağa böcek gelmiştir içine sinmez, derken susuzluğu yeğlersin. Bir başka dert ise tuvalet. O bölgeye yakın tuvalet yoksa direkt eve dön. Varsa da umuma açık tuvalet ne kadar hijyenik olurki...

Sonra akşam eve dönersin bir yorgunluk çökmüştür. İşte bomba burda... Yıllardır şu hikeyeyi dinleriz. "Temiz hava yordu." Al sana temiz hava. Deli gibi çalıştığın için yoruldun, temiz havayla ne alakası var...

Son olarak konuyu futbola bağlayayım. Pikniğe bir şartla giderim: Maç... Hacım maç yaparız mis gibi derseniz ben de arabaya atlarım...

Galletti bıraktı...


Luciano Galletti ismini çoğumuz ilk olarak 2005'te oynanan Zaragoza Fenerbahçe maçında duymuştuk. Zaragoza'nın Fenerbahçe'yi 2-1 yendiği maçta takımın sivrilenlerindendi, hatta ilk golü atan da oydu. O dönemde bugün Barça forması giyen Villa ve Milito ile birlikte Zapater, Ponzio, Aranzabal ve Savio gibi önemli oyuncuları kadrosund barındıran Zaragoza'da dönemin en parlak isimlerindendi Galletti. Bir önceki yıl finalde Real Madrid'e karşı kazandıkları Copa Del Rey'de de galibiyet golüne imzasını atan da aynı isimdi. 2005 yılında 4 milyon € karşılığında Atletico Madrid yolunu tutan da...

Kariyerinin ilerleyen yıllarında çok başarılı olamadı. 2005'te yakaladığı çıkışı sürdüremedi ve Olmpiakos'a transfer oldu. Komşu'da yaşadığı 2 şampiyonluğa ek olarak bir de gol krallığı ünvanını aldı. Herşey iyi gidiyor gibi görünse de 30 yaşında yeşil sahalara veda etti. Böbrek rahatsızlığı Galletti'nin futbol hayatına nokta koydu. Luciano, Yunanistan'dan ayrılmıyor. Olmpiakos'da scout olarak görevini sürdürecek... Üzücü, ne diyelim..

27 Eylül 2010 Pazartesi

Maydonoz Pique


Pique'ye hepten kıl olmaya başladım. Fabregas'ın muhtemel Barça transferi konusunda yeterince boş konuşmuştu. Şimdi de Torres ile ilgili konuşuyor. Daily Star Sunday'e verdiği röportajda Fernando ve Liverpool hakkında saçmalamış...

"Fernando ile Liverpool transferi öncesi konuşmuştuk, oraya kazanmak için gitmişti.. Rooney ya da Messi'yi Europa League'de izleyemezsiniz ama onu şimdi Europe League'de izliyorsunuz. Liverpool bugün kazanan bir takım değil ve Fernando Torres sadakat gösteriyor. Kulübü onun transferine izin vermeli."

Öncelikle sanane Pique... Sonrasında takım kötü diye futbolcu satacak mı takımı? Liverpool'u eski günlerine kavuşturmak ve onu başarılı kılmak öncelikle Torres'in görevi değil mi? Liverpool UCL'de oynamıyorsa bunda Torres de sorumludur ve bunun karşılığında Europe League'de oynamak zorundadır...

Barça iki yıl kötü gitse Pique ayrılacak mı?

Batman & Robin

26 Eylül 2010 Pazar

Abdullah Avcı ve Galatasaray


Galatasaray - İBB maçının skorunu farklı yorumlayanlar var. Telegol'de konuşuluyor mesela. Kim iyi, kim kötü oynadı, sistemler nasıldı konuşulmuyor maalesef. Futbolun masabaşı konuşuluyor. Konuşurken de biz böyle bir şey ima etmek istemiyoruzla başlıyor her söz. Su bulandırılıyor işte...

Abdullah Avcı'nın Galatasaraylı olduğu alenen bilinir. Bu normaldir. Futbolun içinde birisi ve elbette bir takım tutacaktır. Bu da Galatasaray'dır. Ancak taraftarlıkla iş bambaşka şeyler. Galatasaray'ı hiç yenememiş olmasının altında birşeyler aranmamalı. Bunun altını deşenler kendi kişiliklerini yargılasın. Abdullah Avcı'nın böyle bir haysiyetsizlik yapacağını düşünenler, kendi vicdanlarını sorgulasın...

Bu ilk değil ve son da olmayacak. Komplo teorileri futbolla birlikte sürüp gidecek. Mehmet Özdilek'in Antalyaspor'u Beşiktaş'a kaybettiğinde de, farklı renkli aynı zihniyetli küçük insanlar bunu ön plana çıkarmaya çalışmıştı. Benzer şekilde Rıza Çalımbay, Beşiktaş'a karşı kaybettiğinde de. Üstelik yeri geliyor bu hocaların takımlarının taraftarları bunu ortaya koyuyor...

Bu konuyla ilgili antitez üretmeye gerek var mı? Bence yok...

Diptekiler: Bundesliga - Serie A - Ligue 1


Bundesliga ve Ligue 1'i yıllarca, hep farklı takımları vitrine çıkarmasıyla tanıdık. Ligue 1'i Lyon bir dönem bozsa da tekrar eski günlerine kavustu Fransızlar. Bu iki lige bu yıl İtalya da eklendi. Bu yıl Alman ve İtalyan ligi çok farklı. Öyle ki ligin altı ile üstünü tanımakta zorluk çekiyorum. Hatta ikisinde de lig bugünkü konumunun tam tersi olsa daha mantıklı karşılardım. Muadilleri kadar keskin olmayan Fransa'dan başlayalım...

Fransa'da lider St. Ettienne... Onu Rennes, Toulouse, Caen ve Marsilya takip ediyor (Hepsini orjinal ismiyle yazarken Marsiya'yı neden Marseille diye yazmayız bilmiyorum, bununla ilgili bir yazı gelecek). Şampiyonluk adayları Bodeaux 13 ve Lyon da 19. sırada. Evet Lyon 19. sırada. Tek geçebildiği takım Arles.


Gelelim asıl bombalara. Almanya.İlk 4 sıra: Mainz, Dortmund, Hoffenheim, Leverkusen. Son 4 sıra Stuttgart, Schalke, MGB ve Köln. İlk 4, son 4 yer değiştirse daha normal karşılardım açıkçası. Wolfsburg 6, Hamburg 8, Munih 9 ve Bremen 12. sırada...

İtalya: İlk 4 Inter, Lazio, Chievo, Brescia... Son 4 Udinese, Juventus, Lecce, Roma. Allah aşkına bu ne? Hangi 4'lü ilk 4'e daha yakışır? Milan 5. Palermo 13. Fiorentina 14, Parma 15, Genoa 16. sırada. Şu andaki son 8'den 7'si lige en az Avrupa Ligi parolasıyla başlamıştı...

Beşiktaş 2 - 1 MP Antalyaspor


Beşiktaş için zor maçtı diyemem, Antalyaspor bu ligin en zayıf takımlarından biri. Savunmasında Deniz var, gerisini konuşmaya gerek yok diye düşünüyorum...

Hocanın kale tercihinde Hakan'ı kullanmasının altında iki neden var. En azından benim tahmin ettiğim iki neden. Birincisi Fenerbahçe maçında sakatlanmış ve hatalı gol yemiş bir kaleciye moral vermek. İkincisi kalede iki oyuncuyu formda tutmak istemesi. Rotasyon seven hoca olduğu için Schuster'i çok yadırgamıyorum. Ben böylesini tercih etmezdim. Bir takımın birinci kalecisi belli olmalı...

Savunmanın sağında oynayan Hilbert, yediğimiz golde Hakan ile hatayı paylaştı. Top sürekli hücumda olduğu için savunması iyi ya da kötü diye değerlendirmek sağlıklı olmayacaktır. Bu takımın sağ beke ihtiyacı var. Göz göre göre bu giderilemeyecektir. Türk statüsünde oynayabilecek böyle bir oyuncu yok...


Aurelio-Ernst-Necipli hat elde ne var ne yok ortasahaya yapılmış bir yatırımdı. Tabata'nın da bu üçlüye yanaşması ortasahada rahat top kapmayı sağladı. Antalyaspor'un atak geliştirememesinin en büyük nedeni Beşiktaş'ın kalabalık ve top yapabilen ortasaha hattıdır. Schuster muhtemelen Hilbert'e yardımcı olması için Necip'i biraz daha sağda, Aurelio'yu daha savunmacı ve Ernst'i iki yönlü kullandı. Önlerinde Tabata ve her iki kanatta da Quaresma'yı kullandı. Bobo tek forvet gibi görünse de sık sık kanatlara gelip top aldı. Geçen maçlara nazaran daha savunmacı ve drençli bir takımdı...

Son 3 maçta ikisi son dakikada olmak üzere maçı son dakikalarda çeviren bir takım izledik. Bardağın boş tarafı yumurtanın kapıya dayanmasını beklememiz, dolu tarafı azimli ve kararlı bir takım görüntümüz...

Kazanmak güzel ancak çıkarmamız gereken dersler var. Kaleci tercihi önemli. Cenk bugün kaleyi hakeden kişidir. Sağ beke ihtiyaç var. Bobo çok sevdiğim ve beğendiğim bir oyuncu. Herşeyden önce gözünü bizimle açmış bir oyuncu. Ancak bizim daha hızlı bir golcüye ihtiyacımız var...

Gecenin adamı attığı 2 golle Bobo olsa da Ernst gölgede kalmamalı. Şu ana dek tüm lig maçlarında sahada yerini alan ek oyuncu. Tek vazgeçilmez. Beşiktaş'ın son yıllardaki en büyük kazancı. Alman disiplini, makinası gibi boş laflar etmeye gerek yok. Adam iyi futbolcu ve iyi profesyonel. Gidince ne yapacağız derdindeyim...

24 Eylül 2010 Cuma

Hedef: İlk 4


Liverpool sezonu Hoca değişikliği ile başlamıştı. Ligi ikinci plana atan, Avrupa'ya odaklanan Benitez ile yollar ayrılmış, bir önceki sezon Fulham ile potansiyelinin üzerine çıkmış Roy Hodgson ile anlaşılmıştı. erşeyden önce iyi bir kan değişikliğiydi. Premier Lig adını aldığından beri şampiyon olamamış Liverpool için gerekli bir adımdı. Üstelik tercih de iyiydi...

Ama olmadı. Belki olmadı demek için erken ama bugünkü durum iç açıcı değil. Kırmızılılar 5 maçta 5 puan toplayabildi. Chelsea'nin 5'de 5 yaptığı yerde durum vahim...

Kaptan Gerrard gerçekçi konuşmuş. Hedefimiz elbette şampiyonluk ama bunun için çok fazla şansa ihtiyacımız var. Asıl hedefimiz ilk 4 demiş İngiliz oyuncu. Ben ilk 4'ün bile zor olduğunu düşünüyorum. Man City'i geçmeleri zor görünüyor. Onu da geçtim 5. sıra için bile işleri çok kolay olmayacak.

"Ne oldu bu Liverpool'a?" Konuyla ilgili ilerleyen günlerde bir yazı yazacağım...

23 Eylül 2010 Perşembe

Rakibin rakibini desteklemek


Garip bir ülkede yaşıyoruz. Daha doğrusu aslında normal bir ülkede yaşıyoruz da pek normal davranmıyoruz... Celtic taraftarı, Rangers'ın Bursaspor'a rakip olmasını vesile bilip, rakibimin rakibi kardeşimdir mantığıyla Bursastore'dan Bursaspor forması almak istemiş ve Rangers maçında Bursaspor'u destekleyeceklerini söylemiş. Durum öyle geniş çaplı değil. 2 taraftar mail atmış vs. Ancak Rangers-Bursa maçında bir çok Celtic taraftarının gönlünün Bursa'dan yana olacağını tahmin etmek zor değil. Hatta o gün maça Bursa formasıyla gelecek Celtic taraftarı da olacaktır. Benzer şekilde yarın Celtic-Rangers maçı olsa o maça da Bursa formasıyla gelecek, Bursa pankartı açacak taraftarlar da olacaktır. Bu rekabetin doğasında olan bir şeydir. Bu ne ayıptır, ne de ahlaksız bir davranıştır.

Bundan gurur duyuyoruz ama Beşiktaş-Fenerbahçe maçına PAOK pankartı ile girmek isteyen taraftarı tutukluyoruz. PAOK'u karşılayn Beşiktaş taraftarını kınıyoruz. Neden? Renkler değişince işin rengide mi değişiyor? Onlar yaparsa sevinelim ama biz yapmayalım mı?

Bu dünyanın heryerinde böyledir. Inter taraftarı Milan-Barça maçında Barça'yı tutar, Real taraftarı da Milan'ı... Bu ne ayıptır, ne yasak, ne de kötü...Bu rekabetin tadıdır. Tadını almamızı engelliyorlar...

22 Eylül 2010 Çarşamba

Yedek kaleci


Kale önemlidir. Büyük takım için de küçük takım için de kritik mevkidir. Haliyle Hocalar da kalede garanti oyuncuyu tercih eder genelde. Toschack gibi Casillas'da ısrar eden azdır. Genelde Fergie gibi garanti adamı tercih ederler.

Kuszczak'ın şanssızlığı önünde Van der Sar gibi bir kalecinin olması. Yedeksen sıkıntı var demektir. 6 yılda oynadığı toplam maç sayısı 53. Az... Yılda ortalama 10 maç bile etmiyor. ManU gibi yılda 50 maçın üzerinde oynayan bir takımda yılda 10 maç az...

Polonyalı kaleci sıkıldı artık. Solskjaer gibi kulübede efsaneleşemeyeceğini biliyor. O yolunu çizdi. Ben Foster'ı örnek alıyor. Oynayabileceği takımın kalesine gitmek istiyor... Hak vermiyor değilim. Forvet değil ki rotasyonda görev alsın. Carling Cup'ta kaleyi korumuşsun korumamışsın kaç yazar...

21 Eylül 2010 Salı

Suçlu kim?


Dün Gaziantepspor - Bursaspor maçında çıkan olaylar sebebiyle, Bursaspor 1-0 öndeyken hakem Deniz Çoban maçı tatil etti...

Muhtemelen Bursaspor 3-0 hükmen galip ilan edilecek...

Şimdi olaya iki açıdan bakalım... Biri öncesi. Olayların çıkma nedeni ve Deniz Çoban'ın tutumu. Seyircinin kopma anı Deniz Çoban'ın sahaya atılan 2.5 litrelik kola şişesini gözlemciye götürmesidir. Teorik olarak hakem haklı. Sahaya atılan yabancı maddeyi gözlemci raporlarına geçmesi için gözlemciye götürdü. Ancak bunu seyircinin gözüne soka soka yaparsa bu olaylara davetiye çıkarmakla suçlarım. Deniz Çoban bunu kasten ve art niyetle yaptı. Ben televizyonda maçı izlerken bunu net olarak hissettim. Zaten taraftar da bu olayla birlikte çılgına döndü. Deniz Çoban bunu seyircinin gözüne soka soka ypmasaydı bunlar olmayabilirdi. Bugü Gaziantepspor taraftarına yapılmıştır, yarın Sivasspor'a sonra Manisaspor'a yapılabilir. Burdas takım önemli değildir. Hakemin tutumu önemlidir. Hakem oyunu zorlaştırmamalıdır...

Burda Gaziantepspor taraftarını haklı görüyor değilim. Sahaya yabancı madde atan her taraftar suçludur ve cezalandırılmalıdır...

Bir de olaylar sonrasına bakalım... Şimdi ne olacak? Bursaspor 3-0 ya da 1-0 hükmen galip sayılırsa bu Gaziantepspor'a haksızlık olmaz mı? Tolunay Kafkas için haksızlık değil midir bu? Seyircinin taşkınlığından ve çıkardığı olaylardan takımı sorumlu tutmak ne denli doğrudur? Seyircinin suçunun cezasını neden takım çekiyor? Bu adil değil...

Cezayı seyirci çekmeli. Üstelik tüm seyirci de değil. Bu bağlamda saha kapatma cezası verilmesi de adil olmayacaktır. Bir kaç kişinin yaptığını koca bir gruba maletmek doğru olmayacaktır. Kulübün yerleştirdiği kameralardan sahaya yabancı maddeyi atan taraftar ya da taraftarlar tespit edilir ve onlar cezalandırılır. Hakem maçı tatil etmez. Gerekirse tedavii yapılır ve maç devam eder. Tıpkı Premier Ligde yapıldığı gibi...

Adam Haklıymış Beyler!


Tabu oynasam Schuster'i rotasyon ve hücum futbolu kelimeleriyle anlatırdım. Bunların yanında Schuster'in net bir başka özelliği de ne istediğini bilmesi...

Tranfer sezonunda adam stoper ve hızlı bir forvet oyuncunua ihtiyacım var diye bas bas bağırdı. Özellikle stoper isteğine anlam verememiştim. Ferrari- Sivok-Zapo-Toraman ve Ersan'ın yeteceğini düşünüyordum. Sivok sakatlandı elde diğer 4'ü kaldı. Bugün Beşiktaş'ın çektiği en büyük sıkıntılardan biri savunma. Savunma kötü değil ama iyi de değil. Neye ihtiyacın olduğu da aşikar. Hızlı bir stopere. Geçen yılın en iyi savunmacılarından biri olan Ferrari bu yıl defolu. Önde kurulan savunmada maalesef Ferrari kadar hızlı değil... 4'lü savunmaya alışık olan oyuncunun 3'lüde bocaladığına çok şahit oldum ama bu tip bir değişimden bu denli etkilenen oyuncu görmemiştim. Sene başında Ferrari gitse herkes kan kusardı ama bugün kimsenin gıkı çıkmaz...


Schuster'in bir diğer isteği hızlı forvet oyuncusuydu. Bobo-Nihat-Nobre vardı elde ama Alman Hoca daha kısa ve daha hızlı bir oyuncuda ısrar etti. Bobo ve Nobre'den memnun olduğunu ama bir başkasına da ihtiyaç duyduğunu çok kez söyledi. Robinho ilaçtı, son güne kadar alınamayınca Tekke ile yara sarılmak istendi. Tekke henüz yok. Geldiğinde Schuster'in istediği adam olup olmadığını anlayacağız. Ben Schuster'in Tekke için de aynı şeyleri söyleyeceğini düşünüyorum. Tekke'den memnunum ama benim daha kısa daha hızlı bir oyuncuya ihtiyacım var diyecektir "Sarı Melek".

Schuster'in bunların yanında bir de sağ beke ihtiyacı var. Bu da benden olsun...

20 Eylül 2010 Pazartesi

Guti'nin heyecanı


Maç yazısı yazacaktım, Guti'nin demecini ve "ich"in Guti hakkındaki 4 kelimelik tarifini okuyunca vazgeçtim... Yemişim maçı..

Guti, El Pais gazetesine verdiği demeçte "Beşiktaş'ta kendimi yeni ayakkabısını giymiş bir çocuk gibi hissediyorum. Bunun zevkini çıkarıyorum" demiş.. Guti'nin Beşiktaş forması giyme sevinci, mutluluğu ve heyecanı beni de aynı duygulara sevk ediyor. O mutluys, ben de mutlu, o heyecanlıysa ben de heyecanlıyım... Seviyorum bu adamı...

Son olarak "ich"in Guti tarifini paylaşayım sizinle. "Guti topa vurmuyor, topu okşuyor"...

Guti'nin arapasını, Quaresma'nın trivelasını, Ersnt'in mücadelesini, İbrahim Üzülmez'in hırsını, Cenk'in özgüvenini izledikten sonra yenmişiz, yenilmişiz, şampiyon olmuşuz, olamamışız benim umrumda olmaz...

16 Eylül 2010 Perşembe

CSKA Sofya


Önceden söz vermiştim ama biraz tembelliğime denk gelince yayınlamayı unuttum. Maça saatler kala CSKA nasıl takım acaba sorusuna cevap olabilecek bir eser yayınlayalım... Sabri'nin elinden Bulgar futboluna, hele hele de CSKA'ya dair bir yazı çıkarsa eser demek gerekir...

İşte link..


Eline sağlık Sabri...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Avram Grant Cumartesi yok


Yom Kippur musevilerin en kutsal günü ve onlar için bir af günü. Cuma güneş battıktan itibaren Cumartesi günbatımına kadar oruç tutup dua edecekler. Gerçi Ari Gold gibi çakallar için söyle bir güzelliği var.

Bilindiği gibi musevi olan Avram Grant da Yom Kippur yüzünden Stoke maçında sahada olamıyacak hatta dindar birisi ise skoru ancak günbatıından sonra öğrenebilir.

Bursaspor 0 - 4 Valencia


Hep yaptığımız şeyi yine yapmıştık. Valecia, Rangers ve ManU'lu grupta Bursaspor'u iyi kura çekti diye nitelendirmiştik. Diğer gruplarla karşılaştırmadan söyleyeyim, Bursaspor grubun en zayıf takımı. Bunu o zaman da söylemiştim, bugün de söylüyorum...

4-0'lık mağlubüyet benim için de sürpriz oldu. Valencia'nın en kötü beraberlikle ayrılacağını düşünüyordum ama 4-0'ı da beklemiyordum açıkçası. Bu mağlubiyetin telafisi de var bahanesi de. Bahanesi oyuncuların ilk Şampiyonlar Ligi maçı heyecanı elbette. Bu bariz şekilde kendini belli etti. Bunu gözardı etmemek lazım. Bursaspor Avrupa'da anca bu kadar oynar demek doğru değil bu açıdan...

Peki mağlubiyetin tek sebebi heyecan mı? Bence değil. En büyük sebebi Ertuğrul Sağlam. Elbette haddini bilerek oynayacaksın ama takımı bu kadar dizginlemenin de gereği yoktu. Oyuncu ve sistem tercihi konusunda maç sonu eleştiride bulunmak çok doğru değil. Insua'yı tercih etmesi, Sercan yerine Nunez'e şans vermesi tercih meselesidir. Bunlar kumardır, bazen kazanırsın bazen kaybedersin. Bursaspor bu kumarı dün kaybetti, belki yarın kazanacaktır. Peki Ertuğrul Sağlam başka nerde yanlış yaptı?

Takımı dizginlediğini Sercan ve Turgay oyuna girdiğinde net bir şekilde gördük. Korkak oynayan Bursaspor, kendine güvenle oynadığı 10 dakika içinde iki pozisyon buldu. Biri penaltıydı hakem kaçırdı, diğerinde Sercan iyi pas çıkardı, savunma araya girdi. Oysa bunu maçın ilk dakikasından itibaren yapabilirdi.

Bu geriye yaslı oyun Valencia'yı rahat oyuna sürükledi. Ortasahada Valencia rahat top çevirdi, ve savunmadan itibaren oyun kuracak geniş alan buldu. Bu bölümde Bursasporlu oyuncular baskı yapıyor olsaydı topa daha fazla hakim olma şansı olurdu. Bu da Insua'yı daha aktif konuma getirebilirdi. Uzun bir süre sahada tek başına mücadele eden Volkan'dı...

İkinci yarıda daha hızlı oyuna dönmek için tercih edilen Turgay ve Sercan oyuna girerken çıkması gerekenlerden biri Insua'ydı ama Ertuğrul Sağlam onu oyunda tutmayı tercih etti. Araya atılacak toplara umut bağladı. Oyunun gidişatı buna imkan vermedi...

Diğer taraftan 4.sıraya itilen Rangers, ManU deplasmanından puanla döndü. Bu skor Bursaspor için büyük dezavantaj. Bursaspor bir sonraki maçında İskoçya deplasmanına gidiyor. Aynı tarihde ManU da Valencia deplasmanında olacak. Bursaspor'un o deplasmandan puan alabileceğini düşünmüyorum. ManU'nun Valencia deplasmanından puan alamaması durumunda ise ManU 3.4 maçlarda Bursaspor ile karşılaşacak ve bir bakıma onlar için ölüm kalım maçları bunlar olacak. Bu bağlamda zor bir fikstürü var diyebiliriz. Ancak Rangers'dan puan alırsa işleri lehine çevirebilir...

Valencia'nın bacağı....




Valencia'nın bacak fena gitmiş. Manu'da işler yolunda gitmiyor artık tüm yük Nani'nin üzerinde olacak gibi..

14 Eylül 2010 Salı

Juve taraftarının ırkçılık sınavı



Bu hafta Avrupa liginde Juve-City maçı var.İzlenesi güzel bir maç olur tabi Balotelli ye ırkçı tezahüratlar yapılmazsa.. Eski bir İnter-Juve maçında juveliler "zenci italyan olmaz" diye tezahürat yapmışlardı. Jean-Claude Blanc bu maçta böyle birşey olmayacağını söylesede açıkcası ben pek güvenmiyorum. 2. resimde görüldüğü üzere Zlatan'a "rezil çingene" demişlerdi. İlk resimdeki olayda ise faşist Dinamo taraftarlarına yasak getirilmesi üzerine Dinamo taraftarlarına desteklerini pankartlar ile gösteriyorlar.Tabi burada Juve taraftarlarının tamamından bahsetmiyoruz sadece temizlenmesi gereken ve her takımda olabilecek ırkçı taraftar grubundan bahsediyoruz. Umarım Blanc'ın tahmin ettiği gibi hiç bir çirkinlik yaşanmaz.

Çakal


Real Madrid taraftarı işte. Skor beğenmez, futbol beğenmez. Osasuna maçında da alışık olduğumuz tavırlarına devam ettiler. 1-0 kazanmalarına rağmen takım ıslıklandı. Ronaldo, dün yaptığı açıklamada biraz kırgındı. Ben ve takım arkadaşlarım elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Taraftar bu konuda bize biraz daha fazla yardımcı olmalı dedi. Cristiano'nun açıklamaları rahatsız edici değildi, biraz kırgındı o kadar...

Ama diğer taraftar Mourinho'nun açıklamalarına bakalım. Taraftar para veriyor ve iyi futbol seyretmek onların hakkı. Onları mutlu etmek için daha çok çalışmalıyız dedi Portekizli... Peki gerçekten böyle mi düşünüyor? Hiç sanmıyorum. Ancak akıllı adam, huyuna gitmesini bilir. Taraftar ile ters düşmemesi gerektiğini de. Nabza göre şerbeti veriyor işte. Bu adam şeytana pabucu ters giydirir.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Yıldızları toplamak


Miami'nin, Bulls'a ait olan 72 maçlık rekorunu kırıp kıramayacağı tartışılıyor. Bir süre önce LeBron ve Bosh'un, Miami'ye geçişi tartışılıyordu, sonrasında şampiyon olup olamayacakları ve şimdi de rekoru kırıp kıramayacağı. Bu sene Miami daha çok konuşulacağa benziyor...

Haftalar önce tartışılan konuda NBA'in bir çok efsane ismi bu üçlünün aynı takımda toplanmalarını eleştirmişti. Özellikle LeBron, bu eleştirilerden nasibini fazlasıyla almıştı. Ben bu düşünceyi anlamıyorum. Messi-Xavi-Iniesta gibi yıldızların arasına Ibrahimoviç gelirken, onlara Villa eklenirken ya da Kaka, Ronaldo aynı takımda buluşurken kimse itiraz etmiyor da bunlar aynı takıma gelince mi kötü çocuk oluyorlar.

Roberto Carlos, Figo, Zidane, Ronaldo, Beckham gibi yıldızları Barnebeu'da toplayan Real'in bir kez olsun bu transfer politikası sebebiyle eleştirildiğini hatırlamıyorum. Fakat Miami'yi eleştirmemek radikal bir seçim olmuş görünüyor...

12 Eylül 2010 Pazar

Metrobüste kim oturur?


Futbolla yatıp futbolla kalkınca, olaylara bu gözle bakmaya başlıyorsun. Saçma gelecek ama bugün metrobüs beklerken aklıma geldi. İstanbul'da yaşayanlar metrobüse binmenin zorluklarını bilir. Belediye otobüslerinde de bazı hatlarda ve duraklarda benzer zorluklar vardır. Örneğin benim gibi Yıldız'da okumuş bir öğrenci için sabah saatlerinde Mecidiyeköy'den 30M'ye binmek ölümdür. Benzer şekilde ilk durak hariç herhangi bir duraktan 500T'ye. Bu liste farklı güzergahlar için uzar gider...

Metrobüse iş çıkış saatinde biniyorsanız, binemezsiniz. Akbiliniz yoksa öyle bir kuyruğa girersiniz ki, inanın Beşiktaş-Fenerbahçe derbisindeki bilet kuyruğunu aratmaz. Hadi öğrenci adamsınız, akbiliniz var diyelim...

FM diliyle metrobüse binip, şanslıysanız oturmayı anlatayım... Öncelikle "anticipation" özelliğiniz çok iyi olmalı. Metrobüsün nerede duracağını, kapının nereye denk geleceğini iyi kestimeniz gerekir. Bununla beraber "Positioning" özelliğiniz de iyi olmalı ki öngördüğünüz yerde yer tutabilesiniz. "Marking" özelliğiniz de iyi olursa tuttuğunuz yerde sapasağlam kalırsınız. Eğer "Tackling" özelliğiniz de varsa o kapıdan ilk giren siz olursunuz. Ancak bu özellik biraz risklidir, eğer güçlü kuvvetli değilseniz, dayak yiyebilirsiniz. Ben güçlü kuvvetli değilim derseniz, o zaman "Acceleration" ve "Pace" özelliklerinizin iyi olması şart...

Şimdi metrobüsten içeri girdiniz. İçeri girdikten sonra da bazı özelliklere ihtiyacınız olacaktır. Öncelikle az önce belirttiğin "Acceleration" ve "Pace" özellikleri burada çok ihtiyaç duyulan yeteneklerdir. "Decision" da göz ardı edilmemesi gereken bir özelliktir."Stamina" "Agility" ve "Strength" hem metrobüs dışında hem de içinde ihtiyaç duyulan bazı özelliklerdir.

Eğer sizde "Determination" ve "Bravery" özellikleri de az çok varsa mümkün değil ayakta kalmazsınız...


Şimdi gelelim bu konudan çıkaracağımız hisseye... Açalım FM'yi bakalım. Kim metrobüste ya da otobüste ayakta kalmaz...

Bendeki sürümde Essien, Ferdinand, Puyol ve Friedrich her türlü ilk binen ve oturan olur çıktı. Essien muhtemelen dolu metrobüste bile birilerini kaldırır oturur... Defans ve defansif ortasaha oyuncuları daha başarılı olur gibi. Aklıma bunların dışında Materazzi geliyor... Başka kim olabilir mesela?

Beckenbauer 65 yaşında


Özellikle Bayern Münih oyuncularının takımlarına gösterdikleri sadakate daha önce değinmiştik. İki yıldır transfer piyasasında adı geçen Schweinsteiger, bir kez olsun kulüpten ayrılmak istediğini söylemedi. Bastian ile birlikte Müller ve Lahm da her koşulda kulüpte kalmayı yeğleyenlerden. Futbolcuların takımda kalmasının büyük etkenlerinden biri de geçmişteki örnekler.

Çoğu, Beckenbauer, Maier, Schwarzenbeck, Gerd Müller olmak istiyor. Bir bakıma Bayern Münih ile efsaneleşmek istiyor. Dün bu efsane isimlerden birinin 65. yaş günüydü. Doğum günü Allianz Arena'da kutlandı. Rumennigge onun için Bayern tarihinin en önemli kişisi. Hiç kimse bu kulübün tarihine onun kadar şekil vermedi dedi...

Bu büyük insan, bundan tam 51 sene önce, 9 yaşındayken kapısından girdiği Bayern Munih kulübüne hala hizmet ediyor... Allah her kulübe böylesini nasip etsin..

Kaiser ülkemizde bu kadar popülerse bunda Şener Şen'in de emeği çoktur. Boş geçmeyelim...

http://video.google.com/videoplay?docid=3460471254428428641#

Beşiktaş 4 - 0 Ankaragücü


Fenerbahçe'nin kaybettiği haftada alınacak 3 puan önemliydi... Bursaspor'un kazandığı haftada farkın açılmaması için alınacak 3 puan önemliydi... Bu geyiği bir türlü anlamamışımdır... Rakip kaybetse de kazansa da o 3 puan hep değerli olur ama her onun değeri rakibin skoruna göre vurgulanır...

Gelelim maça... Önümüzde iki zorlu maç var, hafta arası CSKA ve haftasonu Fenerbahçe. Dolayısıyla bu maç biraz onların gölgesinde geçti...

Diziliş 4-3-3'e yakındı. Dörtlü defansın önünde Ernst onun önünde sola yakın Necip ve sağa yakın Guti. Onların önünde Nobre-Nihat ve Bobo'dan oluşan 3 lü forvet hattı. Bobo sola yakın kaldı genelde. Nihat ağırlıklı ortada oynadı. Nobre sağ ağırlıklı olmak üzere gezgin forvet görüntüsündeydi.

Savunma hattı kurulurken Ernst, Ferrari ve Toraman'ın yanına yanaştı, Nihat ortasahaya geldi. Görüntü olarak, net olarak belli olmasa da ideal bir 4-3-3'e yakın bir takım sahadaydı. Beşiktaş'ın temel sorunu paslaşarak oyun kuramaması ve Schuster de bunun farkında. Bu sorun çözülürse, çok daha zevkli ve kaliteli maçlar izleyeceğimizden eminim...

Quaresma'nın yokluğunda yük Guti'deydi. İspanyol oyuncu da görevini fazlasıyla yerine getirdi. Oyunu açıyor ve araya çok iyi top atıyor. Beşiktaş'ın buna ihtiyacı var. Forvetler de Guti'ye alıştığında bunu çok daha fazla izleyebiliriz.

Tabata oyuna girdiğinde 4-2-2-2 dizilişine yakın biz dizilişe döndü. Dörtlü savunma önlerinde Ernst-Aurelio, onların önünde Tabata-Guti ve ileride Bobo-Nobre. Kanatsın ve göbekten bir oyun. Bekler savunmada iyi olduğu sürece etkili bir taktik. Quaresma'nın olmadığı maçlarda kesinlikle denenmesi gerekiyor. Tabata-Guti ikilisi o bölgede etkili olur.

Eksiklerin başında savunma geliyor. Göreceli olarak az da olsa, çok hata yapıldı. Ağır savunma hattıyla kontraatak oynayan takımlar karşısında zorlanırız. Sivok'u bekleyeceğiz...

Skor olumlu. Futbol çok iyi olmasa da tatmin edici. Quaresma'sız maçlarda, forvetlerden biri kesilip, Tabata'ya şans verilip 4-2-2-2 oynatılmalı...

Bu güzel oyunun ardından maçtan galip ayrılan 83-82 ile Türkiye oldu...

8 Eylül 2010 Çarşamba

6 Eylül 2010 Pazartesi

Klose ve Inzaghi Müller'in peşinde


Klose, hedefinin Gerd Müller'in Milli takımlar bazında attığı gol rekorunu kırmak olduğunu açıkladı. Klose'nin önünde 15 gol var. Müller 62 maçta 68 gole imza atmıştı. Klose ise şu anda 53 golle 2. sırada. Alman forvet 53 golü 102 maçta attı. Normal olan da zaten bu. 62 maçta 68 golatan Müller'inki biraz insanlık dışı olmuş. Klose bugün 32 yaşında ve rekora gidebilmesi için biraz şanslı olması gerekiyor açıkçası. En azından bir turnuva daha görmesi ve elemelerde sürekli ilk 11'de şans bulması lazım...

Bu günlerde Gerd Müller'le derdi olan tek forvet Klose değil. İtalyan golcü Filippo Inzaghi de bu aralar Gerd Müller'le yatıp kalkanlardan. 37 yaşındaki golcü geçen sezon Marsilya'ya attığı golle Müller'le Avrupa Kupalarında attığı golü eşitlemişti. Bu yıl bir başka Fransız Auxerre'ye gol aarak Müller'i geçmeyi planlıyor. 37 yşına rağmen Lippo'nunki daha realist bir hedef görünüyor. 45 dakikada golle buluşur Inzaghi...

Yarının takımı Belçika


Yarınki Belçika maçını fırsat bilip, gelişen Belçika futbolu üzerine bir kaç satır yazayım. 90'ların Scifo'lu, Wilmots'lu, Verheyen'li, Nilis'li, Deflandre'li Belçika'sı o dönemlerde biraz kıpırdanma gösterse de 90'ların sonuyla birlikte tamamen düşüşe geçmişti. Dibi görmüş olacaklar ki, o Belçika bugün tekrar pozitif yönde ivmeleniyor...

Milli takımlar bazında yaş ortalaması en düşük takımlardan biridir Belçika. Şu andaki kadronun en yaşlı ismi 33 yaşındaki Simons. 26 yaşının üzerinde Simons ile birlikte 4 oyuncu var. Üstelik genç oyuncular da, takımı genç kurmuş olmak için alınmış değil. Bu gençlerin bir çoğu yarın Avrupa'nın büyük liglerinde boy gösterecektir, bir kısmı göstermeye başladı bile...

Kadroya davet edilen ve 17 yaşında olmasına rağmen 4 kez Milli takım forması giymiş olan Romelu Lukaku, Real Madrid ve Juventus'un takibinde. Bunun yanında 19 yaşındaki Eden Hazard'ın bonservis bedelini, Lille 30 milyon € olarak açıkladı. Son dönemlerde gelişen Belçika futboluna büyük katkısı olan Standard'ın iki ortasahası Defour ve Witsel de geleceği parlak oyuncular arasında gösteriliyor. Şimdiden ülkesinin dışına çıkıp büyük liglerde boy göstermeye başlamış oyuncular da azımsanacak sayıda değil. Dembele, Fulham; Fellaini, Everton; kaptan Vermaelen, Arsenal; Kompany, Man City ve diğerlerine göre daha yaşlı olan van Buyten, Bayern forması giyiyor.

Takımın bugünü için çok iddialı değilim. Önümüzdeki Avrupa Şampiyonası'na katılamamaları sürpriz olmayacaktır ancak bu yapıyı devam ettirirlerse bir sonraki turnuva için daha oturaklı bir takım konumuna gelecekler. Bugün genç olarak nitelendirdiğimiz oyuncular, 4 yıl sonra futbol için en verimli çağlarında olacaktır.

5 Eylül 2010 Pazar

Sistem değişiyor


İtalya'nın 3 büyüğü de bu yıl yeni teknik direktörleriyle başladılar Serie A'ya. Son şampiyon Inter Mourinho'yu Real'e kaptırınca yerine Rafa Benitez'i, AC Milan Leonardo aşısının tutturamayınca Allegri'yi, Juventus ise Zaccheroni'den boşalan koltuğa Del Neri'yi getirmişti. 3 yeni hoca, 3 yeni sistem anlamına geliyor bir bakıma...

Inter geçtiğimiz yıl Mourinho ile ligde 4-2-3-1'e yakın bir sistemle mücadele etti. Tam olarak bu sistemle oynadığını söylemek güç ama Portekizlinin dizilişine en yakın yapı buydu. Benitez bu yıl muhtemelen 4-3-1-2 gibi bir sistemle mücadele edecek. Julio Cesar-Maicon, Lucio, Samuel, Chivu-Stankoviç, Cambiasso, Zanetti-Sneijder-Milito, Eto'o dizilişi İspanyol hocanın aklındaki yapı gibi görünüyor.


Şehrin Kırmızı-Siyahlı takımında ise takım bu kadar net değil. Allegri henüz sistemini tam olarak netleştirebilmiş değil. 4 hücumcusundan birini kesecek gibi görünüyor. Muhtemelen o isim de Ronaldinho olacak. Pato ise hala işin gırgırında. 4'lü hücum oynayabileceklerinden bahsediyor. Gönlü Ibra, Ronaldinho ve Robinho ile birlikte oynamaktan yana. Mücadelenin doruk noktaya ulaştığı Serie A'da, takımda savunmayı kim yapacak sorusuna ise cevabı vardır heralde...

Sistem konusunda sıkıntılı bir diğer takım da Juve. Geçen yıl Diego'nun takımdaki varlığıyla forvet arkalı bir sistemde mücadele eden Torino ekibi bu yıl klasik 4-4-2'ye dönüş yapacak. Yaptığı transferler bu sisteme dönüşe işaret. Muhtemelen kanatlarda Pepe ve Krasiç görev alacak orta ikilide de Aquilani ve Sissoko oynayabilir. Bu bölgede takım zengin olduğundan bu ikilinin yeri garanti olmayacaktır. Del Neri'nin, forvette de Quagliarella ve Amauri ya da Iaquinta ikilisini oynatacağını düşünüyorum. Del Piero bu yıl kesik yiyecektir...

Kadroya giremeyen 11'e girer


Carlos Queiroz çok iyi bir ikinci adamdır ama asla iyi bir teknik direktör değildir. Portekiz Milli takımının kalitesinin altında futbol oynamasının en büyük sebebi de Portekizli Hocadır.

Ronaldo'nun sakatlığı sonrası takıma dahil edilen Quaresma'nın üst düzey performansı dün Portekiz gazetelerinde geniş yer bulmuş. Zaten internette dolaşan videoyu da izleyen aynı şeyi söylerdi. Oyuncu tanıtımı için gösterilecek videoyu 1 maçta tamamlamış Q7.

Ben işte bu işi anlamıyorum. Bir oyuncunun yerine sonradan kadroya dahil edilen bir başka oyuncu nasıl ilk 11 oynar. Oyun ne cüretle onun üzerine kurulur. Madem o sakatlandığında, bu oyuncuya sarılacaksın, al o zaman kadroya, oturt yedek kulübesinde...

3 Eylül 2010 Cuma

Adnan Polat


Dün %100 futbolu izleme fırsatım olmadı, Adnan Polat'ın katıldığı programa dair haberleri ve konuşmaları bu sabah okudum. Adnan Polat'ın açıklamaları mantıkla açıklanamayacak kadar yanlı. Sözleri tamamen subjektif ve duygusal...

Şampiyonlukta rakiplerinin Fenerbahçe olduğunu ve Beşiktaş ile diğer takımların geride kalacağını söylemiş. Bunun altını doldurabileceğini düşünmüyorum. Düşüncesini tezlerle kesinlikle savunamaz. Galatasaray ve Fenerbahçe ne kadro olarak, ne de form düzeyi olarak Beşiktaş'tan ileri. Fenerbahçe daha derli toplu ama Galatasaray bugün bu iki takımın da, Bursaspor'un da gerisinde. Adnan Polat'a bu düşüncesinin motivasyon kaynağını sorsak eminim ki "İçimden bir his öyle diyor" cevabını alırız...

Fenerbahçe'ye toz kondurmaması ve onları rakip görmesinin de sebebi tamamen psikolojik. Büyük bir takımı kendi safına çekmek psikolojisi ile açıklanabilir...

Gelelim Quaresma hakkındaki düşüncelerine. Bu konuda Adnan Polat'ı haklı ama yine yanlı buluyorum. Quaresma'yı çok abartmak için henüz erken. Hatta belki 7. hafta bile erken olabilir. Quaresma şu anda çok formda ve Beşiktaş için çok faydalı ama ligi tek başına götürür, tek başına şampiyon yapar demek için erken. Ancak unutulmamalı ki bu, Cana için de, Misimoviç için de, Niang için de, Stoch için de geçerli. Geçtiğimiz yıl Elano ve Keita için çabuk havaya girip, Quaresma için olgun düşünmesi enteresan...

2 Eylül 2010 Perşembe

Galatasaray'ın resmi site komedisi


Önceki gün Galatasaray resmi sitesinde Atletico Madrid'den gelen teklifi reddettiğini ispatlarıyla(!) kamuoyuna sunmuştu. Bugün olayın kurmaca olduğuna dair dedikodular çıktı. Bu iddialara kesinleşmeden kimseyi yargılayamayız. İddialar doğruysa, Adnan Polat kulübün kapısına kilit vursun zaten...

Gelelim sitedeki açıklamaya. Galatasaray bugüne kadar kaç kere kendilerine ulaşan resmi bir teklifi sitesinde yayınladı? Ben ilk kez şahit oluyorum. Daha önce de bilmem kim şu oyuncumuzu istedi ama reddettik açıklaması olmuştur belki ama fax, mektup vs. belgeleri sitede yayınladığını hatırlamıyorum...

İki noktada problem var. Birincisi mektubu neden yayınlarsın? Resmi sitede yazacağın şeylere inanırım zaten. İspatlamana gerek yok. Sen, Arda'ya Atletico Madrid 100 milyonluk teklif yaptı elimizin tersiyle ittik desen de inanırım. Çünkü sen resmi sitesin zaten...

İkinci nokta ise yapılan açıklamanın son kısmı. "Galatasaray Spor Kulübü yönetimi ile aynı çizgide ve aynı düşüncede olan kaptanımız Arda Turan; Galatasaraylılığını ve Galatasaraylı duruşunu bir kez daha kanıtlayarak maddi manevi kulübünün ve renklerinin hizmetinde olduğunu belgelemiş ve bu kararımızın yanında yer almıştır."

Ne Galatasaraylılığından ne duruşundan bahsediyorsunuz Allah aşkına. Arda'yı Atletico Madrid değil de, Real Madrid isteseydi. Arda da gitmek isteseydi, duruşu bozuk mu olacaktı? Galatasaraylı değilmiş mi diyecektiniz? Komik açıklamalar bunlar...

Alacaklarına karşılık sözleşmesi feshedilenler


Son dönemde Beşiktaş'tan ayrılan Tello, Delgado ve Uğur'un ayrılıklarında ortak bir özellik var. Üçü de alacaklarına karşılık sözleşmesi feshedilenlerden.

Bu noktaya takılmış durumdayım. Her giden adamın alacağı varsa, kalanların da alacağı olma ihtimali yüksek. Her oyuncunun mu alacağı olur kulüpten? Yarın, "Tabata'nın sözleşmesi alacaklarına karşılık feshedildi" açıklaması yapılırsa şaşırmam...

Ya da bir başka yol gönderilmesi planlanan oyuncuların paraları ödenmiyor. Sonra alacaklarına karşılık bonservisi veriliyor. Mesela Yusuf takımdan gönderilip gönderilmeyeceğini bu yolla algılıyor belki de..