31 Mart 2010 Çarşamba

Payback is a bitch!


Son dakikada Olic salladı bir tane ve Manu'yu yıktı. Rooney'in maç sonu kenara sekerek gelmesi acaba 99'un rövanşı Old Trafford'da tamamlanacak mı sorusunu akıllara getirdi....

29 Mart 2010 Pazartesi

Platini & Serie A


10 yıl öncesine kadar en popüler lig olan Serie A, bugün 3. sıra için Bundesliga ile kapışıyor. Bunda Juventus'un da küme düşürülmesi etkili olmadı değil. Hatta bence en büyük darbeyi de o vurdu. Berlusconi'nin cimriliği de diğer darbe tabi...

Platini de durumun farkında. Üstelik o benden çok daha geniş bir perspektiften bakıyor lige. Son 10 yıldaki düşüşten ziyade son 25 yıldaki dönemini irdelemiş. Biraz da ağır konuşmuş hani...

"25 yıl önce İtalya'dan ayrıldım; O günden bugüne orda futbol oynanıyor mu bilmiyorum. Emin olduğum bir şey var ki futbol oynamaktan çok konuşmayı tercih ediyorlar."

Çok da haksız değil UEFA Başkanı. Spekülasyonlar, olaylar her daim futbolun önündedir. Bizde de durum çok farklı değil aslında. Hani İtalya ve Türkiye arasında en ufak bir benzerlik bulsak "Biz Akdeniz insanları...." diye başlarız ya, yine olayı oraya bağlayalım. Hatta İspanya'yı da katalım içine, her ne kadar bu sene Real ve Barça muhteşem futbol oynasa da...

Platini sadece İtalya ligine değil, sağolsun bir de Juventus'a dokundurmuş. "Juve çabuk teslim oldu. Serie A'yı kimin kazanacağını kestiremiyorum ama Mourinho muhteşem bir hoca" deyip, düşüncesini ziyadesiyle belli etmiş...

Nerde o eski Serie A... Ben yaşlarda biri bunu dememeliydi...

28 Mart 2010 Pazar

Pele ve Dünya Kupası


Dünya Kupası ateşi insanları sarmaya başladı. Platini'den sonra Pele de Dünya Kupası hakkındaki beklentilerini açıkladı. Platini'nin açıklamalarına pek yer vermek istemiyorum, sebebi yorumunu beğenmemem ya da işime gelmemesi değil. Paşanın herkesi favori göstermesi. Sokaktaki çocuğa da sorsan o kadar söylerdi...

Gelelim Pele'ye. Brezilyalı adamın ağzından Arjantin ile ilgili hayırlı bir şey çıkması beklenmez. Konu Messi dahi olsa... Hele hele Dünya'nın en iyisi kim karşılaştırmasında sürekli rakip gösterildiği Maradona Arjantin'in başındayken...

Dünya Kupası'nı şu alır bu alır dememiş ama oyuncu ve takım özellerinde bir iki noktaya temas etmiş. İzlenesi takımların başında kendi takımını söylemiş haliyle. Sonra da İngiltere ve Arjantin demiş bir zahmet...

Röportajın can alıcı noktasına gelelim. Dünya kupasında izlenesi futbolcular konusunda Ronaldo ve Robinho demiş. Messi'nin Barça'daki kadar başarılı olamayacağını söylemiş. Hadi o yprum çok yanlış olmaz bence de ama Robinho nedir arkadaş? Kaka desen bir ihtimal ama Robinho'nun kendine hayrı yok...

24 Mart 2010 Çarşamba

Pan River destan yazacak mı?


27 Mart'ı bekliyoruz heyecanla. Çoktan efsane oldu Türk atçılığında Pan River. Artık destan yazma zamanı. 1,5 ay içinde iki muhteşem yarış çıkardı Dubai'de. Bunları buraya taşımadım çok istesem de, gerek görmedim. Zaten potansiyeli olan bir attı Pan River. Şimdi yazmak gerek ki bu yarış işte gerçekten şampiyon kim gösterecek. 'G1 Dubai Sheema Classic' koşusu bu! Dünyanın en iyi atlarının karmasıyla start alacak. Birinclik ödülü 5 milyon $! Safkanımızın çok önemli rakipleri var bu koşuda tabiki. İlk iki yarışını izleyenler görmüştür, diğerlerinin yanında cılız gibi gözüken bir safkan Pan River. Ama gelin görün, nefesi öylesine güçlü ki, son düzlükte rakip olabilecek bir at yok bunların arasında. Jokeyi Selim Kaya'yı es geçmek istemiyorum elbette. Yine de Pan River'ın 2. koşusunda geçildiği Campanologist ve Youmzain isimli atlar dikkat edilmesi gereken safkanlar olarak gözüme çarptı. Her ne kadar kağıt üstünde orta sıralarda gözükse de (13.), Pan River çoğu bahisçinin favorilerinden. Aşağıdaki videoda Dubai Meydan Hipodromu'nda koşan ilk Türk atı Pan River'ın ilk yarışını izleyebilirsiniz.


Asıl öenli başarıyı ise 2. koşuda yakaladı kanımca Pan River. Her ne kadar 2. olsa da, yarışın başından sonuna kadar iyi strateji ile istediği sonucu almaya gitti. Son düzlükte, içerden dışarı doğru kendini atmaya çalışırken sarı-kırmızı formalı atın yolunu kapamasıyla spritinde gecikti. Bu nedenle boyun farkıyla 2. oldu. Son düzlüğü izlerseniz bunu net bir şekilde görebilirsiniz.


23 Mart 2010 Salı

Güle güle Özhan Canaydın!


Biz de çok özel yerin var. Seni hatırlayacağız...

19 Mart 2010 Cuma

Kasımpaşa:2 - Beşiktaş:2


Çarşamba, pazartesi, cuma... 10 günde 3 maç. Premier Lig ayarında... Öncelikle pazartesi maç yapmış bir takıma cuma da maç vererek, aynı hafta içinde Beşiktaş'ın iki maç yapmasına vesile olan TFF'yi tebrik ederim...

Holosko maçın başındaki iki muhteşem ara pasını değerlendirmiş olsaydı bambaşka bir maç izleyecektik belki de. Tahminim daha kötü bir maç izleyecektik ama maç sonunda gülen taraf olacaktık. Ancak Slovak golcü(!) yüzümüzü güldüremedi...

Savunmanın sağında Toraman'ın yokluğunda Ekrem vardı, pardon o da yoktu. Toraman ve Ekrem'in yokluğunda savunmanın sağında kimse yoktu... Savunma hattının geri kalanı bildiğimiz gibiydi ama Üzülmez bildiğimizden biraz daha kötüydü...

Yabancı kotası geçen haftanın, pardon pazartesinin kötüsü Fink'e patlamış ve yerini genç Necip'e bırakmıştı. Grnç oyuncu son derece de başarılıydı. Necip'in yanında Ernst, solunda Yusuf ve bu üçlünün sağında Holosko vardı. Tello biraz daha forvet arkası görünümündeydi, ancak Holosko'ya da orta sahanın sağı demek çok doğru olmaz, kanat forvet gibiydi... Kısacası defanstaki dörtlünün önü bildiğimiz Mustafa Denizli düzeniydi...

Holosko topla koşarken, ben o topu kaybettik gözüyle bakıyorum. İnanın İbrahim Üzülmez'e daha fazla güveniyorum. En azından basit de olsa doğru adama atacağını biliyorum. Holosko yerine kötü de olsa Nihat'ı tercih ederim. Kazanmamız gereken biri varsa, bu Nihat olsun...

Beşiktaş maçı erken koparabilirdi, olmadı atamadı geç kaldı ama yine de koparabilirdi. Sivok çıkmasaydı Kasımpaşa gol atamazdı. İlk golde Sivok o topu keserdi, ikinci golde rakibi döndürmezdi. Kaş geçen hafta sağ bekte harika(!) bir görüntü çizdi, bu hafta da göbekte. Demek ki mevkii farketmeden aynı performansı sergileyebiliyor. Saçıyla başıyla ilgilendiği zamanın yarısını futbola adasa adam olurdu...

Tabata için iyi şeyler söyleyeceğim. O oyuna girdikten sonra takım daha derli topluydu. Beşiktaş golü istedi ve Denizli iki değişiklikle takımı öne geçirdi. Maça 1-0 yenik başlasak ilk yarıda en az beraberliği koparırız ama 0-0 da takımın canlanması için son 15 dakikaya girmek şart...

Tello son dakikada atsa, haftayı çok iyi kapatmış olacaktık ama olmadı. Şampiyonluk yarışında ciddi bir virajdı, iyi dönemedik. Rakiplerin de takılmasını bekleyeceğiz...

Son paragrafı da hakeme ayırmak istiyorum. Denizli maçındakine benzer şekilde hakem kart göstermeyeceğim diye çıkmış maça. Kontralar kesildi ama faul vermekle yetindi. Arkadan müdahalelerde de kartı aklına gelmedi... Maçın başında sanırım Murat Erdoğan'ın eline çarpan top tartışmasız penaltıydı, atladı. Bence Beşiktaş'ın 2. golünde de topla çok alakası olmasa da pozisyonun içinde olduğu için Ferrari ofsayttı. Bir de o meşhur saati. Aldığı saatçiye geri götürsün, zira saati, her 45 dakika başı 20 saniye hızlı ilerliyor...

Şampiyonlar Ligi Eşleşmeleri


ŞAMPİYONLAR LİGİ ÇEYREK FİNAL EŞLEŞMELERİ

1. Eşleşme: Lyon - Bordeaux

2. Eşleşme: Bayern Münih - Manchester United

3. Eşleşme: Arsenal - Barcelona

4. Eşleşme: Inter - CSKA Moskova
ŞAMPİYONLAR LİGİ YARI FİNAL EŞLEŞMELERİ

2. Eşleşme Galibi - 1. Eşleşme Galibi

4. Eşleşme Galibi - 3. Eşleşme Galibi

Eğitim için şirket dışındaydım ve tamamen unutmuştum kura çekimini. Sadık Barça'lı arkadaşımın mesajıyla öğrendim eşleşmeleri. ManU-Barça finali dedi. Benim aklımdan da farklı bir final geçmemişti o anda. Elbette maçların kendi içindeki dinamiği skoru, dolayısıyla eleyen takımı değiştirebilir ancak favoriler, geçen yılın finalistleri...

Lyon-Bordeaux iğrenç bir eşleşme bana göre. Daha iğrenci olur muydu? Olmazdı. Çeyrek finalde iki Fransız takımının eşleşmesi Fransızlar için üyük gurur kaynağıdır ama futbol izleyicisi için pek de tercih edilen bir durum değildir. Neyse eleyen bir sonraki turda eleneceği için çok sorun değil...

ManU-Bayern eşleşmesi en çok sevindiğim eşleşme oldu. Bayernli arkadaşınız varsa, en tatlı eşleşme bu olur. Bayern'i kim mi tutar? Formula 1'de Red-Bull'u tutan...

Barça-Arsenal de ManU-Bayern kadar zevkli bir eşleşme. Bizim ortak Turiaf ile apaçi Barçalı Osman'ı karşıkarşıya getirdi. Efsane iki gece olacak...

Inter'e de en kek kura geldi ama elerler mi emin değilim. Chelsea'yi eleyene hediye niteliğinde bir kura. Mourinho için yarı final şansı. Fırsatı tepmez heralde...

Yarı final tahminlerim Bordeaux- ManU ve Arsenal-Inter... E yazının başında Barça-ManU diyordun diyeceksiniz... Tahminlerde duygusal takıldım...

18 Mart 2010 Perşembe

Çanakkale Şehitleri Anma Günü

Mourinho


"Everyone knows I don't lose at Stamford Bridge "

"Stamford Bridge'de kaybetmediğimi herkes bilir"... Üzerine ne söylenebilir ki?

16 Mart 2010 Salı

Çok güzel hareketler bunlar - Rüştü


Denizlispor Beşiktaş maçına dair söylenecek en önemli sözü bugüne sakladım. Maç değerlendirmesinin arasında kaybolsun istemedim. Avrupa'da da ülkemizde de maalesef pek nadir oluyor bu tip hareketler...

Rüştü'nün kornere çeldiği topa hakemin aut vermesi sonrasında, Rüştü büyük bir olgunluk göstererek aut değil korner dedi. Söz konusu yine Rüştü olunca aklıma direkt Hırvatistan maçındaki tesellileri geldi. Bu, bir çeşit tesadüf değil sonucuna ulaşmak zor olmuyor...

Bunlar özlediğim davranışlar açıkçası. Benzer tabloları keşke daha sık görebilsek. Bu tarz samimi davranışlara daha fazla aşina olsak. Tebrikler ve teşekkürler Rüştü, benim fair-play ödülüm sana...

P.S. Hakem, Rüştü'nün korner demesine rağmen autta ısrar etti. Kendisini de ayrıca tebrik ediyorum. "Dediğim dedik çaldığım düdük" kendisine cuk oturdu...

15 Mart 2010 Pazartesi

Denizlispor 0 - 1 Beşiktaş


Bu sefer güzel futbol izlemek istiyorum diye oturuyorum ekran başına ama bir noktadan sonra "tamam 1-0 olsun bizim olsun" mantalitesine dönüyorum ister istemez. O nokta bazen maçın 60. dakikası oluyor, bazen ilk yarının bitimi, bazen de maçın henüz başı...

Bugünkü maç henüz başında beni pes ettiren maçlardandı. İBB maçında sahada adam akıllı oynayan ender oyunculardan birisi Necip'ti. Suçu, günahı ne ki bu hafta yedekti? Toraman, geçen hafta o bölgede başarılı olamadı diye maçın 2. yarısı sağ beke çekilmedi mi? E o halde neden bu hafta da aynı bölgede ısrarla deneniyor? Sorularını kendi kendimize sorarak başladık maça. Cevap "Mustafa Denizli" idi, soruların cevabı da Mustafa Denizli'deydi...

Denizlispor, bu ligin en zayıf takımı. Ankaraspor maçı bile daha garanti olamazdı. Ne oynadığı, ne yapmaya çalıştığı belli olmayan bir takıma karşı oynadı bugün Beşiktaş. Hoş Beşiktaş ne yaptığını biliyor mu? Pek sanmıyorum, ya çok komplike oynuyor ben çözemiyorum, ya da gerçekten ne yaptıklarının kendileri de farkında değil...

Maça durgun başladı her zamanki gibi. Gerçi maç da durgun başladı. İlk 15 dakika toplasan 5 dakika oynandı, oynanmadı. Kah taç, kah faul, kah ofsayt... Sürekli oyun durdu, ara ara oynandı. Derken Bobo'nun şutu ilk heyecanlandıran pozisyon oldu. Bobo dışında hücum hattında ayağı yere basan yoktu zaten. Tello ezbere oynuyor, Ekrem ayağında top tutamıyor, Holosko Ekrem'den hallice, Fink gününde değildi, Toraman zaten o bölgenin adamı değil... Elde bunlar olunca gol atmak çok da kolay olmuyor haliyle.

Denizlispor'un Beşiktaş'a nazaran maç genelinde daha ciddi pozisyonları vardı. Birisi direkten döndü, bir iki tane de Rüştü sağlam top çıkardı. Ferrari-Sivok ikilisine diyecek lafım yok. Her zamanki gibi yerinde müdahaleler yaptılar. Sivok arada bombayı bırakır ama bu maçta olmadı.

İbrahim Kaş...Orda duralım... Ben Rüştü olsam, o göğsüyle gol atma çabasına girdiği pozisyonda topu aldıktan sonra taça atar, sonra da İbrahim Kaş'a kafa göz dalardım. Böyle defans düşman başına. 90 dakika tek olumlu hamle yapmadı. Bunu abartarak söylemiyorum, gerçekten yapmadı. Daha önce de yazmıştım ve hala arkasındayım, benim bu yaşıma kadar izlediğim en kötü sağ bek. Çok samimiyim ve ciddiyim...

Mustafa Denizli motivasyon ve futbolcu psikolojisinden çok iyi anlayan bir hocadır. Bunu hepimiz iyi biliriz. Eminim ki Kaş'ı çıkarmama nedenlerinin temelinde bu düşüncesi yatmaktadır. Ancak, Toraman bu maçta çok kötü oynar, eyvallah bir maçta adamı kaybetmeyelim diye 90 dakika sahada tutarsın ama İbrahim Kaş'ı cümle alem tanıyor. Hakan Kutlu az kafayı çalıştırsa ve Kaş'ın kanadından gelse en az beraberliği kurtarırdı...

Gole gelince, kör dövüşü şeklinde geçen maçta başka türlü gol olmasını beklemek hayal olurdu.

Uzun sözün kısası yine çok kötü oynadığımız bir maç ve kazanılmış üç puan. Bu üç puan özellikle Galatasaray ve Bursaspor'un kazandığı haftada çok kritikti. Gelecek hafta rakip Kasımpaşa. Bu futbolla Kasımpaşa'dan puan dahi alamayız ama onlara karşı da bu futbolu oynamayız. Beşiktaş'ta rakibe göre değişen bir oyun kalitesi var. Sanırım Denizli yenecek kadar oynatıyor takımı. Bu adam bizimle dalga geçiyor olmasın?

12 Mart 2010 Cuma

Şampiyonlar Ligi


Şampiyonlar Ligi maçlarını iki haftaya dağıtarak daha fazla maç izlememizi sağlayan UEFA'ya teşekkür ederim. Bunun altında yatan ilk sebep prestij kaybı mı bilmiyorum ama her ne olursa olsun çok yerinde bir karar olmuş. İzleyici açısından bulunmaz fırsat...

Gelelim geçtiğimiz haftanın değerlendirmesine. Salı günü ile başlayalım... Arsenal, ilk maçta hakemin gazabına uğramamış olsa İngiltere'ye daha avantajlı bir skorla dönebilirdi. Porto sağlam kapanıp, açılan İngilizleri vurma planıyla gitti ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Bendtner, Porto'ya patladı. Bendtner artık açıldı, gollerin ardı arkası kesilmez yorumunu yapmak yanlış olur. Saman alevi bu... Arsenal geçtiğimiz yıllara nazaran daha formda gidiyor bu sene. Hem ligde hem de Avrupa'da. Bence Madrid'deki finalin sağlam adaylarından...

Fiorentina-Munih maçı biraz dramatik oldu. Fio atar atmaz yedi, sonra da çıkaramadı. Akıllarda kalan Robben'in golü oldu. Eminim Fiorentina taraftarının da aklından çıkmayacaktır. Fio iyi yolda, elenmş olmalarına rağmen küme düştükten sonraki çıkışları takdire şayan. Münih'in hücum hattı iyi ancak savunması İngiliz takımları ve Barça ile mücadele edemeyecek kadar zayıf...

Manu-Milan maçı hakkında çok şey söylemeye gerek yok. Turun nereye gideceği kura çekildiğinde belliydi. Milan 30 yaş inadından kurtulmadığı sürece, bu oyunda hep ezilen taraf olur. Oynattıkları gençlerin çoğu sıradan. Kime genç dediğim bile soru işareti. İşte Milan bu halde... Rooney sağlam olduğu sürece, Madrid yolu açık Manu için.

Real Madrid'in elenmesi 2 türlü üzdü beni. Biri sempati duyduğum için, diğeri turnuvada Ronaldo, Kaka, Benzema, Higuain gibi oyuncuları bir daha izleyemeyeceğim için. Kimi mücadele izlemeyi sever, kimi taktik savaşı... Ben yıldız izlemekten zevk alıyorum... Haliyle Real'i izlemeyi isterdim...

İnsanın bazen başına gelmeyince anlayamıyor. Deplasmanda gol kuralı. Saçma sapan bir kural. Kim çıkardıysa, kendisini saygıyla anıyorum...

9 Mart 2010 Salı

ESES - GS

Yönetim uyuma taraftarın dışarda!

Sığamadık dün stada, içeri girenler sıkıştı da sıkıştı, merdivenlerde tek bir boşluk yoktu maç başladığında. Biletiyle, kombinesiyle dışarıda kalanlar oldu. Kızmasınlar kulübe! Girememeleri kulübün suçu değil tamamen zaten öncelikle bunu bilmeleri lazım. Burada şu veya bu sorumlu demek de doğru değil ama asıl sorumluları bir an önce dizginlemek lazım. Küsmek yok, bu maçta dışarıda olmak bile güzeldi zaten!

Dünkü maç için taraftarla ilgili bir şey yazmaya çizmeye gerek yok. Yıllardan sonra sonunda taraftarın büyüklüğünü kabullenebildi İstanbul Medyası. Hayret! İstanbul çocukları ya da öyle olduklarını sananlar hala kabullenmek istemeselerde. Oturup maçı izlemek isteyen için her ne kadar monoton bir maç olsa da bizim için son yılların en iyi tribünüyle gelen galibiyet o kadar muhteşemdi işte!

Bir tabir vardı, eskiden! sadece İstanbul takımlarına ait olan. Kötü oynasa da kazanmasını biliyor derlerdi. Dün GS vasatın altında hatta kötü futbol oynadı, ESES ise vasat bir görüntü çizdi. Galip gelen kim olursa böyle denecekti zaten ama artık nasıl oynarsa oynasın iç sahada kazanmayı bilen bir takıma sahibiz. Bu maçın en önemli sonucu bu olsa gerek. Dışarıda da bunu kazandığımız zaman beraberlikler yerine galibiyetleri göreceğiz.

Her neyse, GS'liler sanmasın ki biz galibiyete çok çok seviniyoruz. Biz önce bu taraftarın her gün daha da "büyük taraftar" kıvamına gelmesine sonra da medyanızı ele geçirmeye başladığımıza seviniyoruz. Elden ne gelir, gelen galibiyet de tatlının kaymağı oldu bizim için, hem de ne güzel oldu!
*esesim.blogspot.com'da yayınlanmıştır.

7 Mart 2010 Pazar

RİMELLİ GÖZLERDEN FUTBOLA BAKIŞ


At, avrat ve silahın günümüze uyarlanmış hali futbol, kadın ve otomobildir. Bir çok erkeğin tutukusudur bunlar. Ancak maalesef kadın ile futbolun ortak paydası bundan ibarettir. Bir araya getirilmekten çekinilen iki unsurdur futbol ve kadın. Kadın hep futbolun karşısındadır. Kadın futboldan anlamaz. Futbolla ilgilenecek olsa elinin hamuruyla... deyip geçilir...
Bu konuda sağlam önyargılar vardır. Kolay kolay kırılmaz da. Futbolla ilgilenen kız hep yadırganır. Bana bir çok kişi, bizim program hakkında Elif'i kastederek "O kız ne ayak yahu" diye sordu. Sorunun sebebi ne yorumlardı, ne tuttuğu takımdı, ne de başka bir şey. Tek sebebi vardı: Bayan oluşu...
İlginçtir futbol çok daha popüler spor olmasına rağmen bayan futbolcumuz nerdeyse yok ama daha az popüler olan basketbol ve voleybolda bayan takımlarımız oldukça fazla. Basketbol ile voleybolun futboldan farkı nedir? Biraz daha çocukluk dönemine doğru inelim. Küçükken kızlar voleybol oynardı, biz futbol... Aslı abla ve kardeşi Berfin bizimle futbol oynardı ama hep yadırganırdı. Kız futbol mu oynarmışmış... Orda kalıplaşmaya, ezberlemeye başlıyoruz işte. İşi ordan çözmemiz lazım...
Neyse ben lafı fazla uzatmayayım. Bugünün anlam ve önemine dair futbolla haşır neşir olan bir kaç arkadaşımdan bir şeyler yazmasını rica ettim. Onlar da sağolsunlar, kırmadılar beni. Programımızın sevecen sunucusu Sevgili Banu Yelkovan'a, yine programımızın sarı kanaryası Elif Durgun'a, Adana'nın radyodaki sesi Fethiye Altındiş'e, Gaziantep'in kartalı Nazlı Tatar'a ve Sevgili Ceren Akköse'ye teşekkür ederim.

..........................................................................
Bir zamanlar, “Gayler arasında ‘vücut geliştirmeci’ tadında amma çok adam var” dediğim bir gay arkadaşım, “Ee kızım, kadınlar kasların değerini bilmiyor. Tricepsin, bicepsin hakkını veremiyor. O kasların ne zorluklarla, ne kadar uzun sürede geliştirildiğini anlayamıyor.. Biz de anlayanı buluyoruz..” demişti cevaben. Futbolla erkekler arasındaki kadınların anlayamayacağı türden ilişki de bu mu acaba? Erkekler o canım pasların, taçların, kornerlerin, direkt ve endirekt serbest vuruşların değerini bilir, hakkını verirken, kadınlar kifayetsiz bir geri pasa, defansın arkasına, derinlemesine sızdırılmış bir Xavi şahaserine baktıkları aynı boş gözlerle baktıkları için mi bu dışarıya kapalı örgütlenmenin sırrı.
Derler ki kadınlar futboldan anlamaz. Futboldan anlasalar ofsayttan anlamazlar. Ofsayttan anlasalar.. Ofsayttan anlasalaaar.. Ne vardı ya, ofsayttan daha zor bişi var mıydı futbolda? Hah!.. Pasif ofsayttan anlamazlar.. Oysa erkekler her pozisyonda “Ofsayt!” diye ayağa fırladıkları için, anlayıp anlamadıklarını değerlendirmek daha zordur haliyle. Pozisyon ofsayt değilse bile ikna olmaz çoğu, “Ofsayt değil miydi abi?” diye ısrarla üç kere sormadan oturmazlar yerlerine. Hele ki akşam, onların ofsayt dediği, hakemin vermediği o pozisyon, bir de ofsayt çıkarsa kanallardan birinde (ki çıkar... ki çıkar...) post-maç, “Ben demiştim” ofsayt evresi başlar. Oysa kadınlar, “Ben demiştim” haklarını hiçbir zaman futbol için harcamazlar. Asla.
Kadınların anlayamadığı bir diğer mesele, faraza 1987 yılında, Galatasaray’ın Fenerbahçe’yle oynadığı maçta 1-1 berabere kaldığını hatırlamanın neden ‘futbolu bilmek’ anlamına geldiğidir: Hani Galatasaray’ın golünü İlyas Tüfekçi’nin, Fenerbahçe’ninkini Şenol Çorlu’nun attığı maç? Hatta Erdi de yüzüne aldığı darbeyle maçı kanlar içinde bitirmişti ya? O sezonun sonunda Ali Gültiken gol kralı olmuştu... Erkekler dünyasında kesin olan bir şey vardır; ne kadar detay hatırlarsan, o kadar çok futbolu bilir kabul edilirsin: “ Hatta Simoviç tribünlere hareket çekmişti...”, “Sonraki hafta Galatasaray, Beşiktaş’la oynamış ve 2-2 berabere kalmıştı...”, “Beşiktaş’ı da Gordon Milne çalıştırıyordu”. Aslında ‘gerçekten’ bilenler, öyle uzun uzun cümleler de kurmazlar: “1987?.. 1-1, İlyas-Şenol..”.. Bu kadar.
Erkeklerin arasında yıllar önceki pozisyonlar üzerinden tartışmalar çıktığı, ‘sen yanlış hatırlıyorsun-yok sen yanlış hatırlıyorsun’ diye saatlerce konuşulduğu da olur. Bir kez daha söylemek gerekirse, futbolu bilmek, ‘hatırlamak’ anlamına gelir erkekler evreninde. Bu durumda futbolu en iyi ‘bilen’ google demektir, gel gör ki o da futbol oynamamış olduğu için anlamaz bu işten!
Erkeklerin çoğu bunu sesli dile getirmeseler de, kadınları aslında tribünde istemezler. Kimileri yeni çıkmaya başladığı kız arkadaşını, bir testten geçirirmişçesine getirir bazen tribüne. Hem kız ‘gerçek halini’ görsün, hem o kızın futbola karşı olan tavrını. Bir taşla iki kuş. Ama öyle uzun süredir evli olup da karı-koca maça gelen de pek görülmemiştir yani.
Dün, tribünde kadın görmek, uzaylı görmek gibiydi. Bugün, kameralar ‘futbolun güzellikleri’ diye tribündeki kadınları gösteriyor. ‘Futbolun güzellikleri’ göreceli bir kavram, yönetmenden yönetmene değişiyor; kimi ‘futbolun’ esmer güzelliklerini seviyor, kimi sarışın olanları.. Adına neden ‘futbolun’ diyorlar, orası halen esrarını koruyor.
Kadın taraftarların arasında kendi halinde maça gelip döneni de var, kendini kabul ettirmek için ‘erkekleşmeye’ çalışanı da.. Ama bir küfret, iki deplasmana git, hadi abartıp üç kavgaya karış... Kendi tribününün Zeyna’sı bile olsan, bil ki karşı tribündeki adam için hala ‘futbolun güzelliği’ olarak kalacaksın. Ve ne yaparsan yap, stadın tuvaletinde tuvalet kağıdı bulamayacaksın.
BANU YELKOVAN

...................................................
Kadınlar da futbolu sever. Hem de çok sever...
Spor zaten din, dil, ırk ayırmaksızın insanları birleştirebilen bir güçtür. Futbol ise bunu hakkıyla başaran en güzel spor dalı...
Politik görüş, hayata bakış hatta cinsel tercih bile önemsizdir. Hayattaki bu dengeler sporda ve çoğunlukla futbolda çoğu zaman süistimal edilir. Bu ayrı konu, böyle şeyler zaten ‘çirkin’ insan işidir. Ama zaten futbolu sevmek de gerçekte ‘insan’ olmakla alakalıdır. Yani kadın – erkek olmaksızın.
Ve aynı anda en basit ve en görkemli olmayı başarabilen bir oyundur, futbol.
Basketbolu da severim, severek izlerim. Voleybolu da, hele tenisi… Ama hiçbiri futbolda yaşadığım haz kadarını yaşatmaz bana. Bilmiyorum neden belki hayata karşı sert büyütüldüğüm, belki babamın kızı olduğum, belki de tanrının bana yükledikleri için futbolu en küçükten beri severim. Seviyorum, hatta bağımlıyım.
Sadece tuttuğum takıma değil, vurgunluğum; oyunun ta kendisine. Zaten sadece tuttuğum takıma olsa bu sevgi ben gerçekte futbolu seviyor olmazdım. Ama şuna da katılmıyorum; “ben oyunun kendisini seviyorum o yüzden takımcılık yapmıyorum.” Futbolu gerçekten seviyorsan bir takım tutmaman, onu deliler gibi tutmaman mümkün değildir.
Neyse… Önce tabii ki babayla gidilen Fenerbahçe maçlarıyla başladı bu aşk ve 8 numarayla… Sonra ezeli rakibi tutan dayıyla kafa karıştı, muhabbete daha haiz olundu. Mahallemizde bir de amatör takım olunca… Spor totonun en cincinli zamanlarını yaşadım çocukken; babayla doldurulan kuponlar. Sonra TRT’nin etkin olduğu zamanların sonuna da yetişince… İtalya 90, Amerika 94 derken…
Sokaktaki kız nüfusunun azlığından maçlara da dahil olmaya başlayınca ufaktan, bendeki futbol sevgisinin geçici olmadığını hissetmiştim. Ortaokulda, lisede, ilk paramı kazanmaya başladığım yerlerde, ilk ciddi mesleki adımımda… Yani hayatımın en önemli evrelerinde yanımda olan insanlar da bendeki hep bu futbol sevgisini görür, bilir ve ciddiye alırlardı.
Sonra kariyerimi ta kendisi üzerine kurmak istediğime karar verdim. Tabii bu arada amatör küme maçlarını yerinde izlemeler, liglerdeki play-offları takip etmeler falan hep oldu.
Çevremdekiler, beni tanıyanlar bendeki futbol sevgisini biliyorlardı ama beni yeni tanımayanlara anlatmak ve inandırmak zor olabilirdi. Sırf bu yüzden hakemlik kursuna katılmak istedim, futbolu ilimiyle de bildiğimi kanıtlamak için, ama hayat başka kapılar açınca buna gerek kalmadı.
Her neyse… İtiraf etmeliyim ki ben de bazen etrafımdaki futbolla ilgilenen, ilgilenmeye çalışan kadınlara ‘buna yeltenme ya da yapacaksan layığıyla yap’ gözüyle bakıyorum. Niye yalan söyleyeyim ki?
Kadınlar, kadın taraftarlar, kadın yazar ve yorumcular özellikle Türk futbolunda bir yandan nadide, korunması gereken bir çiçek olarak görülse de bir yandan da eksik etek muamelesine maruz kalıyor.
Bir yandan “şişşşşt beyler bayan var” duyuyorum, küfürün gırla gittiği zamanlarda. Ama bilmiyorlar ki biz de savurabiliyoruz bazen küfürleri pervasızca. Bir de şu ‘bayan’ var tabii, neredeyse ‘lanet gelsin’ denecek türden.
Bir yandan da stat kapılarında “beyler açılın bayan var” duyuyorum. Ki bu durum başlı başına komiktir zaten çünkü stat kapılarında yaşanan o rezaleti hatta insanlık dışı durumları değil bir kadının hiçbir erkeğin dahi yaşamaması gerekmektedir.
Ben Kadınlar Günü’ne de karşı kadınlardanım zaten. Bize 1 gün de, geriye kalan 364 gün kimin peki?
Neyse uzun lafın kısası işin özünde insan olmak var, futbolu sevmek ve hayatı doyasıya yaşamak için. En çok üzüldüğüm konuyu da sona sakladım, paylaşmadan geçemeyeceğim. Futbolun kitabını da okurum, filmine de bayılırım ama ah bir de şu kulüp ürünlerinin en güzel tasarımlarını sadece erkekler için yapmasalar!
ELİF DURGUN

.....................................................
Hepimiz biliyoruz ki futbol erkeklerin tutkusu, takım tutmayan erkek az sayıdadır ama değişen dünyada her platformda sesini duymaya alıştığımız kadınları tribünlerde görmek nasıl sevindiriyor beni anlatamam…
Ben de iyi bir futbol seyircisi bayan olarak bu durumdan çok memnunum.
Kalmadı artık sen futboldan anlamazsın muhabbeti, futbolu saha içiyle saha dışıyla değerlendirebilecek farklı bakış açısıyla futbolu konuşacabilecek kadınlar var. Kadın spor yazarları, kadın fanatikler, kadınların oluşturduğu taraftar grupları…Erkekler kadar teknik taktik işlerine karışmasalar bile ‘’Ofsaytı’’biliyor artık kadınlar.
Ben BEŞİKTAŞLIYIM. Beşiktaşlı olmayı ruhumda yaşayan, mümkün olduğunca da o ruhu yansıtmaya çalışan bir taraftarım. Beşiktaşlı duruşu, Beşiktaşlı ruhu bizlerin dilinden düşmeyen ama sözde değil özde hissettiğimiz duygulardır. Beşiktaş Aşktır diyebilecek kadar…
Aşk müthiş bir heyecandır, âşık olmayı bilen Beşiktaş aşkını da ancak öyle anlar. Tribünlerdeki ‘’Beşiktaş’ım benim, biricik sevgilim, söyle senden başka kimim var benim?’’sloganı hissederek söylenir. Ya da:
Sen benim Her Gece Efkârım,
Gözümdeki Yaşım,
Sigara Dumanım!
Sen Benim Damardaki Kanım,
Alnımdaki Yazım, Şanlı Beşiktaş’ım!
Kalbimin En Orta Yerinde,
Büyük Bir Yangın Var Alevler İçinde!
BEŞİKTAŞ Sana Yemin Olsun,
Bitmeyecek Sevdam Mezarımda Bile
Böyle bir aşktır Beşiktaş. Beşiktaşlı kadın taraftar olmak sadece futbolcuların yakışıklılığına bağlı değil o Siyah-Beyaz formayı terinin son damlasına kadar ıslatan futbolcuyu tanımaktır. Beşiktaşlı kadın ağlar, isyan eder, acı çeker, asileşir, Beşiktaş için adalet arar, Beşiktaşlı kadın cesurdur, güçlüdür çünkü Beşiktaşlı olmak bunu gerektirir…
Yağmurda çamurda saçlarını savurarak siyah beyaz formasını sırtına geçirip atkısını boynuna dolayıp çarşının içinden geçip,Dolmabahçe’den yürüyerek ağaçlı yoldan Şeref stadımıza gelen, tribünde rimelli gözlerle maçı izleyen, ojeli ellerle alkış tutan dişi kartallar…Ve Beşiktaşlı olmasa bile tribünlere güzellikler getiren diğer takım taraftarları hemcinslerim, futbolu güzelleştirenler 8 Mart Dünya Kadınlar gününüz kutlu olsun, futbolumuzu güzelleştiren kadınlar İYİ Kİ VARIZ
FETHİYE ALTINDİŞ

..............................................................
Dünya kadınlar gününde belki de en son bahsi geçecek konu, futbol… Özellikle de Türkiye’de bu böyle maalesef. Gerçekten de kadınların büyük çoğunluğu bırakın futbolu sevmeyi, eşlerinin – sevgililerinin maç izlemesinden bile hoşlanmazlar. Ancak bunun asıl nedeni, futbolu sevmiyor olmamaları değil; futbolun getirdiği çirkin sonuçları sevmemeleridir ki bunlara örnek olarak eşlerinin kendilerine ilgi göstermemesi, bu konuyu her şeyden üstün tutup bu yüzden can dostuyla bile tersleşebileceğini görmesini verebilirim. Bence bunlar sadece futbola ve diğer sporlara karşı toplumun dayattığı önyargılar... Futbol izlemek ve takip etmek, bir takımı desteklemek, o takımın galibiyetiyle sevinip yenilgilerine üzülmek… Bunların hepsinin ayrı birer keyfi var. Tabi ki bir derbide galip gelmenin keyfi başka; ama futbol başlı başına bir olgu olarak keyif içeriyor. Ben neden futbolu seviyorum? İşte bu yüzden… Bir maç, aslında tüm duyguları içeriyor. Sonra da tartışma programlarında herkesin hangi duygular hissettiği öğreniyor, kendinizle yorumluyorsunuz. Ertesi gün gazetede, daha sonra diğer yayın organlarında takip ediyorsunuz, kime ne hissettirmiş bu maç diye. İşte böyle bir duygu harmanı aslında futbol maçları…
Peki, neden Beşiktaşlıyım? Bir kere herkes gibi aileden gelen bir Beşiktaşlılığım yok maalesef. Benim ailemin büyük çoğunluğu Fenerbahçeli idi. Doğal olarak ben de çocukken öyle idim; daha takımların tam olarak neyi temsil ettiğini anlamazken… Büyüdükçe, futbolla ilgilenmeye, içeriğini öğrenmeye başladıkça kafamdaki ayrımlar da başladı. Fenerbahçe benim kişiliğimi, ideolojimi, benliğimi yansıtmıyordu; eğreti duruyordu ben de. Hiçbir zaman içten olamıyordum takımıma karşı. Çünkü Fenerbahçe daha çok burjuva takımı, iktidar takımı; kısacası benim tüm savunduklarımın karşısında olan bir takımdı. Bunun yazılı bir kanıtı olmasa da böyle idi… Beni yansıtmadıktan sonra da tuttuğum takımın benim için bir manası kalmazdı elbette. Ve baktım ki Beşiktaş, Çarşı bunlar hep beni çağırıyor sanki gizliden gizliye. Çünkü orda toplum bilinci, orda direniş, orda bir asi ruh vardı; tıpkı bende olduğu gibi… Evet, Beşiktaş öyledir; susmaz, susturamazsınız Beşiktaşlıyı. Yanlışı yüzünüze vurur tokat gibi. Eleştiriden asla kaçınmaz, gerektiğinde özeleştirisini de yapar, gerektiğinde karşı takımı da alkışlar. Tüm bu karakteriyle Beşiktaş, insanı kendine âşık eder ve her Beşiktaşlı, bu aşkı taşımaktan müthiş bir gurur duyar.
Bu yazıyı okumuş olan tüm kadınlar, zaten futbolla ilgili olanlardır. Ben işte bu kadınlara söylüyorum; çevrenizdeki futboldan nefret eden kadınlara bu sevgiyi yayın. Yayın ki, bu keyfi tatsınlar; yayın ki artık eşleriyle – sevgilileriyle futbol yüzünden kavga etmesinler; yayın ki futbol sadece erkek sporu olmaktan çıksın. Beraber maç izlemenin keyfi, kavga dövüş dizi izlemekten çok daha iyidir ;)
NAZLI TATAR

..............................................................
Bayanlar! Erkekler kadar siz de fanatiği olduğunuz futbol takımının her maçını izleyip, haberlerini ve yorumlarını takip ediyorsunuzdur.Hatta erkek arkadaşlarınız maç sonrasında tartıştıkları zaman siz de onlarla konuşup düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsunuz ama sizin fikirlerinizi erkekler pek kaileye almıyorlar, çünkü futboldan bir tek onların anladığını düşünüyorlar değil mi?Bu çok eskilerden süre gelen, erkeklerin kafasındaki sabit bir düşünce.Oysa biz bayanların da onlardan hiçbir farkımızın olmadığını onlara göstermeliyiz.Ben kendi adıma bir bayan olarak bu problemi aştığımı düşünüyorum.Neden mi?Çünkü küçüklüğümden beri evde sürekli futbol maçı izleyen 2 tane abiyle büyüdüm.Haliyle ben de maç izlemeye ve bundan zevk almaya başladım.Artık ben de en az onlar kadar fanatiğim.Ayrıca sadece Turkcell Superligi değil tüm Avrupa liglerindeki maçları da izlemeye başladım.Hal böyle olunca iddaa bile oynuyorum.Önceleri bunu duyan erkekler bana çok şaşırıyorlardı ama onlarda bir zaman sonra bana maçları sormaya başladılar.Artık ben de toplumda futbol hakkındaki düşüncelerimi, yorumlarımı rahatlıkla söyleyebiliyorum ve hiçbir erkek de beni yadırgamıyor.Bence bu tüm bayanlar için de geçerli olmalı diye düşünüyorum.Çünkü bayanlar da takımlarını desteklemek,stadlarda rahatça maçları izlemek istiyorlar.Ancak herkesin bildiği gibi insanlar stadlara maç izlemeye değil, hususi küfür etmeye geliyorlar sanki.Bunun bir son bulması lazım ki bizler yani bayanlar daha çok stadlara gidip maçları seyredebilelim.Hatta biraz feminist bir yaklaşım olacak ama maç biletlerinde de bayanlara özel bir indirim uygulansa ne güzel olurdu değil mi?Belki o zaman tribündeki bayan nüfusu artar ve insanlar küfür ederken çekinirler.Bayanlar benim futbol hakkındaki düşüncelerim bunlar.Eğer siz de benim gibi düşünüyorsanız erkeklerin kafasındaki bizlerin ‘futboldan anlamazlar’ imajını kaldıralım.Maçları onlarla beraber izleyelim,fikirlerimizi paylaşalım ve bizlerinde bu konuda onlardan bir farkımızın olmadığını gösterelim.
CEREN AKKÖSE

Bundesliga'nın yıldızları kayıyor


Bundesliga mücadelenin ligidir. İngiltere ve İspanya'ya nazaran yıldızı azdır. Olan yıldız da ilk fırsatta kaçıp gitmek ister. Bu yaz da öyle olacak gibi. Ligin iyilerinden Ribery'nin bu sezon bile kalmış olması sürprizdir. Önümüzdeki yaz ise onu Almanya sınırlarında tutmak pek kolay olmayacaktır. Hiç olmadı kaçıp gider...Tecrübeyle sabittir...

2-3 hafta önce Robert Pires, nerden duydu bilmiyorum; Ribery gelecek sene İspanya'da oynayacak. Hangi takım olacağını bilmiyorum ama Almaya'dan ayrılacağını biliyorum. Yeni takımının belirlenmesinde paradan çok başka sebepler ön plana çıkacaktır. Onu daha fazla isteyen takım, Ribery'e sahip olur şeklinde bir açıklama yapmıştı. Bir kaç gün önce de Beckenbauer, Ribery hakkında konuştu. Sezon sonu için henüz netleşmiş bir durumun olmadığı ancak bugünlerde Fransız futbolcuyla bir görüşme yapacaklarını söyledi. Ribery'i kadrolarında tutmak istediklerini ancak Franck'ın gitme taraftarı olduğunu ekledi.

Görünen o ki Bundesliga'dan bir yıldız daha kayacak. O yıldız büyük ihtimalle İspanya'ya doğru kayacak. Barça-Real... Daha fazla isteyen alır...


Bundesliga'nın tutmakta zorlanacağı tek yıldız Ribery değil elbette. Mesut da ağzındaki baklayı çıkardı. Hoş sevdiğimiz adam ezeli rakibimiz ebedi dostumuzu istemiş ama canı sağolsun. Messi ile oynamak istemiş güzel kardeşim. Haklıdır... Cümlelerine son verirken de yerini sağlama almayı ihmal etmemiş tabi. Klişe futbolcu açıklaması işte. Barça'da oynamak isterim ama Bremen ile kontratım devam ediyor. 2011'e kadar burda oynamak istiyorum. Geç bunları Mesutcum. Guardiola seni isteyecek sen de Bremen diyeceksin... Yapma, din kardeşiyiz...

5 Mart 2010 Cuma

Hiddink Fildişi flörtü


Fildişi'nin Hiddink sevdasına blogda daha önce de yer vermiştim. Hatta bir süredir Türk Medyasının da gündeminden düşmeyen bir konu haline geldi.

Fildişi Futbol Federasyonu Başkanı Jacques Anouma konuyla ilgili açıklamasını yaptı.

"Guus is one of the persons that we have contacted. Probably next week we will decide something. We have not talked to Eriksson yet. Within the three or four candidates to become our coach, Guus is the one that we want the most, but the negotiations are still going on and nothing has been decided yet".

Açıklamayı özetleyecek olursak. Bir kaç Hocayla görüşüyoruz, Guus da görüştüğümüz hocalardan birisi, hatta en fazla istediğimiz. Ancak görüşmeler devam ediyor ve henüz karar verilmiş bir durum yok. Gelecek hafta karar verilmesi muhtemel...

Açıklamalara ne denli güvenilir bilinmez ancak gelecek hafta dananın kuyruğunun kopacağı belli...

Fildişi'nin Hiddink ısrarını anlamak güç değil. Kupada cidden çok zor bir kura çektiler. Brezilya, Portekiz ve Kuzey Kore ile aynı gruptalar. Ölüm grubunda... Kuzey Kore'yi geçtim, Brezilya - Portekiz ve Fildişi arasında sert geçecektir turnuva. Brezilya'nın bir adım önde tabi...

Hiddink'i de anlıyorum aslında. İyi para verirlerse neden gitmesin. Bedavadan turnuva finali. Eğlencesine bile gidilir. Ne de olsa geleceği garanti altında...

Türkiye için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Daha önce makaraya alıp gitsin eğlenceli takımdır dedim ama Hiddink'in gitmeyip milli takıma konsantre olması bizim açımızdan daha verimli olacaktır elbette...