27 Haziran 2010 Pazar

Entourage Season 7 Premiere



Efsane geri döndü demek istiyorum ancak 6. sezondaki fiyaskodan sonra temkinliyim ancak
Jeremy Piven'ın dediğine göre şuana kadar yaptıkları en iyi sezonmuş.

Bu sezonki bazı ünlü konuk oyuncularsa şunlar; John Stamos, Mike Tyson, Bob Saget, Stan Lee, Aaron Sorkin ve Jessica Simpson

Bu arada bu sezondan sonra bir sezon daha olacak ve daha sonra bir film yapılacak deniyor ancak bu konuda farklı dedikodular var. Bir kısım düz 8. sezon ve sonrasında film olacak diyor,bir kısım ise 7. sezondan sonra 2011 baharında 7. sezona ek olarak 6 bölüm daha yayınlanacak ve daha sonra film yapılacak.

True Story



Gana


NTVSPOR'un Dünya Kupası için hazırladığı Falso bölümünde Gana incelemesini ben yapmıştım. O yazıda 2. tur rakibinin İngiltere olacağı ön görüsüyle çeyrek finalin tarih yazmak anlamına geldiğini söylemiştim. Rakip İngilitere değildi. Ancak bu Gana'nın tarih yazmasını engellemedi. Gana tarihinde ilk kez Dünya Kupası çeyrek finali gördü...

Biraz geriden alalım. Grup maçları öncesi Gana'nın gruptan çıkacağını söylemek çok kolay değildi. Almanya'yı grup lideri yazsam kimse itiraz etmezdi sanırım. Müthiş bir kadro ile turnuvaya gelen Sırbistan'ın önünde gruptan ikinci olarak Gana'nın çıkacağını tahmin etmek futbol bilgisi değildir...

Gana'yı diğer Afrika takımlarından ayıran en temel nokta savunmasıdır. Dün de çok gedik vermesine rağmen Gana, Afrika'da savunmayı en iyi beceren takımdır. Bunda takımın çoğunluğunu savunma oyuncularının oluşturması ve teknik direktör Rajevaç'ın savunmacı bir kadro ile mücadele etmesi de etkendir. En büyük sıkıntıları olan golleri, grup maçlarında penaltılarla bulmaları Gana için bu noktada büyük bir şanstır...

Dünkü maçın favorisi ABD idi. Buna bir itirazım yok. Ancak Gana da ABD için çok da hafife alınabilecek bir takım değildi. Benzer durum bugün Uruguay için de geçerli. Gana erken gol bulmanın avantajıyla en iyi becerdiği şeyi yapmaya başladı. Savunma. ABD turnuvanın comeback takımı olmanın verdiği özgüven ile mücadele ederken, Gana'da gol attığı maçlarda gol yememesinin verdiği motivasyon ile oynuyordu.

Gana aman aman defans yapmadı. Savunmada bir çok kez hata yaptı. Bunların çoğu bireysel hataydı ve golü de zaten böyle bir pozisyondan yediler.

Hücum hattının en etkili silahı Andre Ayew Uruguay maçında yok. Bu Gana için büyük bir handikaptır. Savunmada bu kadar bireysel hata yapılırsa Forlan affetmez bu da ikinci handikaptır. Hücumda ise Lugano ve Godin ile savaşılacaktır, bu da üç... Gana'nın işi gerçekten zor ama bunların hepsi kağıt üzerinde... Minimum hata ile savunma yapılması, Ayew yerine Muntari'nin oynatılması ve hücumda şanslı bir gün geçirilmesi durumunda turnuvanın son gününü görecektir Afrikalılar...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Dünya Kupası #4

Dünya Kupası serisine ara verince işin ucu kaçtı... hemen toparlayıp, grupları bitirelim...

A grubunda sürpriz olmadı aslında. Fransa bu hocayla daha ileriye gidemezdi. Hep söylenen son kupanın iki finalistinin bu başarısızlığı beklenmedik bir durum değil. İkisinin de durumu kendi içinde farklılık gösteriyor. İtalya kadro sıkıntısı yaşarken Fransa hocada problem yaşıyor. Bir önceki kupadaki gibi Zidane kalibresinde bir kaptanlarının da olmayışı takımı bu hale getirdi. Yeni bir yapılanmayla bir sonraki büyük turnuvada yine söz sahibi olacaktır Fransa. Uruguay gruptan lider çıkmanın avantajıyla kolay bir yola girdi. İlk rakipleri Güney Kore. Kore'yi küçümsemek doğru olmaz ama Uruguay için de çok zor geçecek bir maç değil gibi görünüyor...

Grup ikincisi Meksika bu rolüyle bir piyon olacak aslında. Arjantin'in ortasahası dirençli takımlar karşısında ne yapacağı merak konusu. Meksika bu bağlamda iyi bir sınav olacak. Sınavı veremezlerse dikkatleri üzerine çekecek takım Meksika olacaktır.


ABD'nin son dakikada attığı gol belki de verilmeyen gollerinin intikamı oldu. Grubu lider tamamlamak çok büyük bir avantajdı ve o avantaja nail oldular. Arkalarında kalan İngiltere taşlı çakıllı bir yolda. ABD Gana ile eşleşirken İngiltere Almanya bize nostalji yaşatacak. Kırmızı formayla sahadan galip bir İngiltere çıksın isterim. Penatılara giderse o iş yaş... Capello'nun yıl boyu çalıştırdığı penaltılar işe yaramaz...

Gana benim takımım. Afrika'nın tek temsilcisi. Yakışırda... Savunma ve ortasaha hattı sağlam ama tek golcünün ayağına bakıyor olmaları, o golcünün de penaltı dışında gol atamıyor oluşu handikap. ABD adı büyük olmayan ciddi bir rakip. Gana hayalinin peşinde koşarsa büyük sürprizler yaşatabilir...

Hollanda, Almanyalaşınca tatsız ama skor tabelasına oynuyor. Robben'in dönüşüyle birlikte çok daha iyi bir Hollanda izleyebiliriz. Rakipleri Slovakya'nın Portakalları geçebileceğini düşünmüyorum. Şili şu ana kadar turnuvanın en güzel futbol oynayan takımı. Dün de İspanya karşısında çok iyi oynadılar. Açık ve göze hoş gelen futbol oynuyorlar. Açık oynayıp savunma yapmayanın ve Dünya Kupası'nı sürpriz bir takımın kazanamayacağı tezlerini üst üste koyarsak Şili'nin kupa macerası son güne kalır diyemeyiz. Zaten halihazırda eşleştikleri Brezilya maçı oldukça zor geçecektir. Kimi tutacağımı bilemiyorum... Brezilya ise Portekizle birlikte gruptan çıkan ekip oldu. Onlar da temkinli oynayanlardan. Arjantin dışındaki büyükler daha temkinli oynuyorlar. 2. turdan itibaren bu biraz daha değişecektir.


Paraguay, İtalya'nın çıkamadığı gruptan çıkan bir başka Amerika takımı. Güney Amerikalılar eksiksiz devam ediyor. Rakipleri Japonlar. Grup performanslarını devam ettirirlerse çeyrek finalde İspanya - Portekiz galibini bekleyecekler. Japonya ise inişli çıkışlı bir grafik sergiliyor. İçimden bir his Japonlar bir üst turda diyor...

İspanya grubu lider tamamlayınca rakibi komşusu oldu. Zevkli bir maç izleyeceğimiz düşünüyorum. İspanya'da stres var, sebebi büyük beklenti. Turnuvanın kuskusuz en iyi kadrosu bu baskıyı kaldırabilir mi bilmiyorum. Barça temelli takımın kaldıramaması komik olur ama forma değişince işler değişiyor tabi... Portekiz'in tek eksiği hocası. Bir sürpriz de buraya yazıyorum. Portekiz eler...

24 Haziran 2010 Perşembe

Ezeli rekabet: İngiltere - Almanya


Tatsız geçtiği iddia edilen Dünya Kupası yüzümüze tokat gibi bir maç çarptı. Almanya-İngiltere. Teşekkürler Gana, teşekkürler ABD, teşekkürler Cezayir, Sırbistan ve bu eşleşmeye sebep olan her kim varsa...

Almanya İngiltere. Avrupa'nın iki dev ülkesi. Elbette ki bu iki ülke arasındaki rekabet futbolla sınırlı değil ancak futbol eksenli gelişen rekabet de tek başına bir tarih olabilecek nitelikte. 1899 da başlayan rekabet 100 yılı aşkın süredir devam ediyor. 2 Dünya Savaşı görmüş, Hitler'i yaşamış, Kraliçe Elizabeth'in nişanına sahne olmuş bir rekabet...
1899'da verilen ilk mücadelede malum İngilizler futbolla daha fazla haşır neşir olunca farklı skorlar alındı. O dönemde İngiltere ile yeşil çim üzerinde baş edebilmek oldukça güçtü. Önce Berlin'de karşılaştı iki takım. İngilizler 13-2 kazandı, 2 gün sonra 10-2 kazanan ve sonrasında Prag'da 8-0 ve Karlsruhe'de 7-0 kazanan hep İngilizler olacaktı.

1899'dan 1933'e kadar iki ülke arasındaki maçlar devam etti. Almanlar, İngilizleri savaş meydanında yenebilecek güçteydi ama yeşil sahada bu pek mümknü olmuyordu. 1933'te oynanan maç diğerlerinden biraz daha farklıydı. Londra'da planlanan maçı İngiliz İşçi Sendikası protesto ediyordu. Sebep Nazi propogandasının yapılıyor olmasıydı. Maç işçilerin umrunda değildi onlar ülkelerinde Nazi görmek istemiyordu. Almanlar ise trenlerle Londra'yı fethetmeye gidiyordu. Yaklaşık 8000 Alman'ı taşıyordu trenler. Umut ile gittikleri Londra'dan boynu bükük ayrıldılar. İngilizler bu sefer 3-0 kazanmıştı. Haftasonu gazetelerde centilmenlik ve kardeşlik temalı yazılar yazılacaktı... Kazanan dostluk ve futboldu...

Tam 5 yıl sonra yine çok konuşulacak bir maça daha sahne oluyordu rekabet. Bu sefer ev sahibi Londra değil Berlin'di. 110000 kişi izliyordu maçı. Her şey normaldi ta ki İngilizler evsahiplerine saygı olsun diye Nazi selamı verene dek. Bu maçı kimin kazanacağı o dakikadan sonra mühim değildi; Çünkü Almanlara göre Almanya o an maçı kazanmıştı. Ulrich Rinder "Strikers of Hitler" kitabında maçla ilgili olarak şu satırlara yer verdi: "O dönemde İngilizlere kaybetmek olağandışı değildi. Maçın skorundan daha önemli bir şey varsa, o da maçın Hitler propogandasının etkisi altına girmesiydi"...

1938'den sonra tam 16 yıl boyunca iki ülke birbiriyle karşılaşmadı. 16 yıl sonra, 1954 yılında İngilizler Almanları yine bir dostluk maçında 3-1 yendi. O yıl 3-1 kazanan İngilizlerden çok Almanları mutlu eden bir yıl olacaktı. Batı Almanya 54 Dünya Kupası'na uzanacaktı o sene. Üstelik bizimle iki kez oynayarak. Grup maçında 4-1, daha sonra play-off maçında 7-2 yenecekti bizi. Batı Almanya'nın iki kez oynadığı tek takım biz değildik elbette. Aynı grupta mücadele ettiğimiz Puskas'lı Macaristan Almanları grup maçında 8-3'le geçerken finalde 2-0 öne geçmesine rağmen 3-2 yenilmekten kurtulamadı ve Dünya Kupası'nı Almanlar'a bıraktı...

İki ülkenin karşılaştığı ilk ciddi turnuva 1966 Dünya Kupası olacaktı. O senenin 23 Şubatında Adalılar Panzerleri 1-0 la geçmişti ve sonraki karşılaşma 30 Temmuz'da 66 Dünya Kupası finali olacaktı. 23 Şubat'ta İngiltere formasıyla ilk resmi Milli maçına çıkan Geoff Hurst 30 Temmuz'daki finale damgasını vuran isim olmuştu. Normal süresi 2-2 biten maçın uzatma dakikalarında Hurst'un 2 goluyle İngilizler kupaya uzanırken Almanlar'da hakeme isyan vardı...

Uzatmalarda İngiltere'nin 3-2 öne geçtiği tartışmalı golü veren yan hakem Tofik Bakhramov İngilitere'de en sevilen ikonlardan biri haline gelecek ve Kraliçe Elizabeth tarafından da ödüllendirilecekti. İngilizler öyle sevmişti ki bu adamı 2004 yılındaki Azerbaycan - İngiltere maçında Azerbaycan'a takımını desteklemeye giden İngiliz taraftarlar Bakhramov'u unutmayacak ve mezarına çiçek bırakacatı... Alman Kicker ise Sovyet hakemin, Sovyetleri yarı finalde yenen Almanya'yı çekemediğini iddia ediyordu. Almanlar için bu maça bir hatıra daha geliyordu. Bu tartışmalı gol Alman futbol literatürüne Wembley-Tor olarak geçiyordu...
1968'de ise Almanlar İngilizlere karşı ilk üstünlüğünü kuruyor ve Beckenbauer'in golüyle 1-0 kazanıyordu. Bugünden sonra Lineker'i o efsane söze götüren klişe gerçekleşmeye başlıyordu.
“Football is a simple game; 22 men chase a ball for 90 minutes and at the end, the Germans always win”.

Futbol 22 kişinin bir topla 90 dakika boyunca oynadığı ve sonunda da Almanların kazandığı basit bir oyundur...

1968'den 2 yıl sonra bu kez iki takım Meksika'da çeyrek finalde karşılaşıyordu. İngiltere 2-0 önde tamaladığı ilk yarının ardından ikinci yarıda Beckenbauer, Seeler ve Müller'in golüne engel olamayınca 3-2 kaybedip turnuvaya veda ediyordu. Bu maç İngiliz futbolunun Alman futbolu karşısındaki kırılma maçıdır. İngilizler bu maçla birlikte moral olarak çökmüştü. Öyle ki 2 yıl sonra Avrupa şampiyonası çeyrek finalinde kaybedilen 3-1'lik maçın ardından bile bu maç konuşuluyor olacaktı...

10 yıl sonra bu kez bir başka Dünya Kupasında karşı karşıya geldiler. İngilitere grubunu lider tamalarken, Batı Almanya tarihin en büyük şikelerinden biri olduğu iddia edilen maçta Avusturya'yı 1-0 la geçip grubu Avusturya'nın önünde lider tamaladı. 2. tur gruplarında eşleşen iki takım da gol bulamadı ve 0-0'a razı oldu. Ancak grubun diğer temsilcisi ev sahibi İspanya'yı yenen Almanya grubu İngilitere'nin önünde lider tamamladı ve bir üst tura çıktı. İngilitere ev sahibiyle yenişemedi ve ikinciliğe razı oldu. Yarı finalde Fransa'yı yenen Almanya, finalde o dönemlerin futbol ekolu İtalya ile karşılaştı. İtalyanlar Rossi, Tardelli ve Altobelli ile geçti Almanları ve Kupayı 3. kez müzelerine götürdüler...

Bir sonraki mücadele için taraflar 8 yıl beklemek zorunda kalacaktı. 1990 yılında bu sefer yarı finalde eşleşti iki ülke. Brehme ve Lineker'in golleriyle 1-1 biten maçın galibini penaltı atışları belirledi. Pearsce ve Waddle kaçırınca İngilizler bir kez daha mağlubiyeti tatmış oldu. Finale çıkan Almanya Brehme'nin penaltı golüyle Arjantin'i geçti ve kupayı aldı. Bu maçı unutulmaz kılan ve dramatikleştiren olayda ise başrol Gasgoigne'indi. Yarı finalde sarı kart görünce finalde cezalı olacağını düşünen İngiliz oyuncu sahaya göz yaşını döküyordu. Onu daha çok üzen ise elenip tüm takımın finalde oynama şansını kaybetmesiydi...


6 yıl sonra iki ekip bu kez İngiltere'nin ev sahipliği yaptığı Avrupa Şampiyona'sında karşılaştı. Hırvatları eleyen Almanlar ile İspanyolları geçen İngilizler yarı finalde eşleşti. Beşiktaş formasını da ıslatan Kuntz'un ve İngiliz efsanesi Shearer'in golleriyle 1-1 biten maçın galibini yine penaltı atışları belirledi ve yine Almanlar kazandı. Southgate 6. penaltıyı kaçırınca Möller affetmedi ve ülkesini finale taşıdı. Finaldeki rakip Çeklerdi. Bierhoff'un altın golüyle 2-1 kazanan Almanlar bir büyük kupayı daha kaldırdı, üstelik ezeli rakibinin evinde...

2000 Avrupa Şampiyonasında ise bu sefer yarı finalde değil gruplarda karşılaştılar. Maçı İngilizler 1-0 kazandı ve bu galibiyet tek galibiyetleri oldu. Almanlar ise tek puanını Romanya'dan aldı. Portekiz ve Romanya'nın ilk iki sırayı aldığı grupta iki dev daha ilk turda evine döndü...


Son olarak 2002 Dünya Kupası elemelerinde karşılaştılar. İlk maçı Hamann'ın golüyle 1-0 alan Almanlar ikinci maçı hatırlamak dahi istemeyecektir. Sven Goran Eriksson'un talebeli Wembley'in açılış maçında, Wembley'e yakışır bir galibiyet aldılar ve Panzerleri evlerine 5 golle uğurladılar...

Bu maç iki takım arasındaki son maçtı. Bir Dünya Kupası daha ve bir İngilitere-Almanya maçı daha...

Bir sonraki randevu... 27 Haziran Pazar...

21 Haziran 2010 Pazartesi

Paylaşılamayan Çocuk: Cesc


Bazı transfer hikayeleri güzel başlar ama iş inada binince çirkinleşir. 2 yıl önce Real Madrid'in Ronaldo aşkında olduğu gibi. Man Utd satmak istemediğini defalarca beyan etmesine rağmen Madrid ekibi vazgeçmedi ve her seferinde ısrarla istediğini yineledi. Esas oğlanın gönlü de Madrid'de olunca yok gitmiyorum diyemedi, Kırmızı Şeytanlardan da vazgeçemeyince gitmek istiyorum da diyemedi... O sezon Man Utd kazandı ve Ronaldo'yu elde tuttu. Bir sonraki sezon bu sefer kazanan Real Madrid oldu. Hoş 94 milyon € kazanan da İngilizlerdi...

Bu sene hikaye benzer ama başrol oyuncuları farklı. Yine bir İngiliz ve İspanyol var. Barcelona ve Arsenal. Esas oğlan da Fabregas... Barça Xavi ile Iniesta'nın yanına monte etmek istiyor kendi çocuklarını ama Wenger de kaptanını vermeye niyetli değil. Barça ilk girişimini bir kaç hafta önce yaptı ve 30 milyon € önerdi. Rakam bence komik. Ronaldo'nun 94, Kaka'nın 65, Ibrahimoviç'in 40 + Eto'o olduğu yerde Cesc'e 30 komik...


Daha sağlam parayla da gitseler Wenger vermeye niyetli değil. Bu sefer durum farklı. Borç morç umrunda değil. Takımı bu sene şampiyonluğun güçlü adayı olacak ve bu durumda kaptanını kaybedip bu şansı tepmek istemiyor. Geçen hafta yaptığı açıklamada Cesc satılık değil dedi. Oyuncusuyla telefonda görüşme yaptığını ama bu görüşmelerde transferi hakkında tek kelime konuşmadığını çünkü böyle bir durumun söz konusu olmadığını söyledi. Fransız hoca söylemesine söyledi ama karşıdaki anlıyor mu?

Laporta bir kaç gün önce Fabregas'ı kadrolarına katmak istediklerini söylemişti. Bu açıklama daha akıllardayken yeni bir açıklama daha geldi. Fabregas bizimle olacak. Ne zaman oolacağını bilmiyorum ama Arsenal bir gün bırakacak ve biz de o günü bekliyoruz dedi. Bu iyi niyetli bir açıklama değildi elbette. Bu yıl vazgeçti gelecek sene için bekliyor artık diyemem. Laporta Cesc'i kadrosunda bu yıl görmek istiyor.

Barcelona'nın ilgilendiği tek İspanyol Cesc değil. Katalan ekibi Torres'in de peşinde. Henry ve Ibra'nın da gitmesi kesin gibi. Laporta yaptığı açıklamada Henry konusunda Dünya Kupası sonrası karar vereceğiz dedi...

Futbolcunun mal olarak görülmesinden son derece rahatsızım. Cesc gerçekten gitmek istiyorsa tutmanın alemi yok ama gitmeyi tercih etmediği bir noktada da ısrarı bırakmak lazım... İyi niyet saplantıya dönüşmeden...

Kişiliksiz


Bir tarafta Brezilya, diğer tarafta Fildişi ve Portekiz. Üçünden de vazgeçemiyorum açıkçası. Dünya Kupası başlamadan önce kim çıkamasın sorusuna cevap veremedim. Ne yardan ne serden vazgeçebiliyorum...

Dünkü Brezilya-Fildişi maçı da çelişkiyle başladı benim için. Maç sabahı ikilemdeydim. Brezilya'nın elenmesine gönlüm elvermiyordu ama Fildişi de bir üst tur görsün istiyordum. Kimi tutacağıma karar vermemde etkili olan zayıf takım psikolojisi oldu. Drogba ve arkadaşlarını gönlüm kaydı...

İlk yarısı çok tatlı geçmese de ikinci yarısı harikaydı. Luis Fabiano o golü elle atınca sildim. Henry'nin yanına koydum onu da. İki kez elle aldı, o da yetmiyormuş gibi gol sonrası hakemle diyaloğu midemi bulandırdı...

Derken 3-0'dan itibaren Fildişi taban göstermeye, çirkinleşmeye başladı. Önce Elano sakatlandı ve sonrasında sert müdahalelerin ardı arkası kesilmedi. Bunlardan birinde de başrolde Keita vardı. Dunga kenarda çıldırıyordu...
Sonra maçın bitimine bir kaç dakika kala sahneye tanıdık bir isim çıktı. Kader Keita. Galatasaray'da, 1 yıl içinde kişiliğini analiz etme fırsatına nail olduk. Dirsek atan; Kendisine dokunulduğu zaman kanlar içinde kalmışçasına yerlere yatan; Ayağına su döküldüğünde topu taça atıp sedye isteyen aşağılık adam... Dün de benzer bir hareketle Kaka'yı attırdı. Evet Kaka dokundu ama o kadar da sert değildi, üstelik suratına vurmadı...
Keita'nın karşısına bir gün Pascal Nouma gibi bir adamın çıkmasını diliyorum... Pascal seni o hareketten sonra yerden kaldırıp, suratını dağıtmaz değil mi?

20 Haziran 2010 Pazar

Dünya Kupası #3

Fransa... Henüz golü olmayan Fransa... Anelkalı, Riberyli, Gourcufflu Fransa... Gerçekten Domenech zor iş başarıyor. Takıma gol attırmamak için her şeyi yapıyor. Burdan ben patlayacaktım ama öncesinde Anelka patlamış. Doemench'e sert girmiş. O. Çocuğu demiş. Net...

Fransa Meksika'ya yenildi ve havlu attı. Artık çok büyük bir sürprizin peşindeler. Aksi takdirde ilk uçak Fransa'ya kalkacak...

C grubu. İngiltere beklediğimiz patlamayı yapamadı. Rooney sakin, Gerrard ve Lampard EPL'deki performanstan uzak, kanatlar yeterince çalışmıyor. Tüm bunları alt alta toplanyınca Cezayir'e gol atamayan İngiltere çıkıyor. İşler zor ama hala kendi göbek bağını kendi kesebiliyor. Son maçta Slovenya'yı yenerse 2. turda. Liderlik, ikincilik elbette farkedecektir ama şu anda onu düşündüklerini sanmıyorum. Slovenya'ya bol gol atacaklarını düşünüyorum. ABD ise 2. maçlarla birlikte futbol tarzıyla çok kişinin gönlünü fethetti. Slovenya karşısında müthiş bir geni dönüşe imza attılar. Aslında daha iyisini yapmışlardı ama neyse...

Gelelim bizim Gana'nın grubuna. Gana dün tarihi şansı tepti. 1-0 yenik durumdayken oynadığı güzel futbola hayranım. Ayew tat veriyor, Gyan iyi giriyor, Boateng Afrikalı 10 numara...Rakip 10 kişi kaldıktan sonra daha fazla bastırıp 2. golü sıkıştırmalıydı. Galip gelse Almanya maçını kaybetse bile çıkma şansı olacaktı. Şimdi grupta en üstte ama son maç Almanya gerçekten zor. Panzerler disiplinden kopmadan baskı kurmaya çalışacaktır ve bunu da muhtemelen yapacaktır. Bu maçta en akıllı taktik kontraatak olacak... Boateng için oynayın... Önceki gün Almanya Podolski ve Klose gibi yetenekli (!) iki forvetinin de büyük katkısıyla puan alamadı. Bir forvet oyuncusu henüz maçın başında 2 sarıdan kırmızı kart görmemeli. Podolski yerine bizim Nartallo olsaydı onları kıçına başına çarptırır atardı...

Hollanda, Japonya maçı beklediğimden daha kısır geçti. Honda takımda ön plana çıkanlardan ancak dün çok etkili değildi. Duran toplarda etkili olmaya çalışan bir Japonya izledim. Hollanda ise eski turnuvalara nazaran daha savunmacı. Bu sefer savunma yapıp kazanalım demişler. Gecenin son maçı ise harikaydı. Kamerun-Danimarka... Müthiş bir tempo ve oyun vardı. Top bir o kalede bir bu kaledeydi. Gönlüm Le Guen'den dolayı Kamerun'daydı tabi. Genç Fransız başarılı olsun isterdim ama olmadı. Yıllar sonra küllerinden doğan Rommedahl vardı sahada. Hızlı olduğunu düşündüğümüz Afrikalılardan daha hızlı çıktı. Bir attı bir attırdı, olayı bitirdi. Eto'o, Milla'dandünyanın lafını işitecek...

19 Haziran 2010 Cumartesi

Takımına bağlı kalanlar kopuyor mu?


Futbola duygusal yaklaşanlardanım. Bazı oyuncuları takımlarıyla duygusal bağ kurdukları için severim. Maldini, Del Piero, Totti, Giggs bunlardan bazıları. Bu listeye daha onlarcasını ekleyebilirim. Bu beraberlikte hem futbolcu hem de kulüp bazı noktalarda fedakarlık eder ve birliktelik sürer. Evet Totti şu anda takımın en çok kazanan oyuncusu ama Totti'ye daha az para teklif edildiğinde dahi Roma'yı terketmeyecektir. Nerden mi biliyorum? Daha çocuk yaştayken Milanolu yöneticiler kırmızı-siyah formayı giydirebilmek için sağlam teklif yaptıkları halde aşık olduğu şehri terketmemiş biri, futbolu bırakmasına bir kaç gün kala evini terketmez.

Bu listeye adını ekleyebileceğimiz oyunculardan biri de Raul'dur. Kral ile Beşiktaş ilgileniyor. En azından Schuster'in sözleri gazetelere öyle yansıdı. Raul'u isterim ama gelir mi bilmiyorum dedi Alman çalıştırıcı. Bugün 33 yaşında. 35 olsa da farketmez. Raul'u Beşiktaş forması altında görmek benim için muazzam bir his. Bu transferin gerçekleşeceğine dair ümidim yok ama adının anılması bile heyecanlandırıyor insanı. Tabi diğer taraftan da üzüyor. Raul'un Real'den ayrılma ihtimali bile çok kötü. Raul, Real Madrid'dir...


Bu örneklere çok benzememekle birlikte takımından 5 yıl ayrı kalmış olsa da Riquelme de Boca için öyledir. Barca da, Villarreal de oynadı; Avrupa da yapamayınca köyüne döndü. Herşeye rağmen bugün Boca taraftarı için tarihlerinin en unutulmaz ve sevilen ismi. Maradona'nın önünde... Riquelme sadece Arjantin'de yaşayan Boca taraftarı için değil İstanbul'da yaşayan Boca sempatizanı benim için de öyle. Benim en sevdiğim bir kaç futbolcu arasındadır. Gönül isterdi ki Beşiktaş'tan da geçsin yolu. İnönü'de onu da izleyelim. Onun da adına besteler yapalım... Riquelme bu yaz Boca'dan ayrılabilir. Flamengo ile uzun süredir görüşüyor. Yetenekli olunca Avrupa'dan da talibi çıkıyor tabi. West Ham Utd onu EPL'de oynatmak istiyor. Arjantin ligini izleyemesem de onun Boca'dan ayrılmasını istemem. O forma en çok ona yakışıyor; o da, o formaya...

18 Haziran 2010 Cuma

2009-2010 NBA Champions: Los Angeles Lakers


Artest 2 sene önce Lakers finalde Celtics'e yenilince Kobe duştayken içeri girmiş ve "Senin yanına gelicem ve şampiyonluk için sana yardım edicem" demişti. Sözünün eriymiş hakkaten zira 7. maçın adamı kesinlikle Artest'tir. Ancak seri boyunca herkes yüreğini koydu ortaya. 22 yaşındaki Bynum dizinden çektiği acılara rağmen tüm seride elinden geldiğini verdi. Fisher neden buraların adamı olduğunu herkese birkez daha hatırlattı. Gasol zaman zaman "Ayşegül" moduna girsede son dakikalarda yaptığı blok ve zor bir sayıyla şampiyonluğun yolunu açtı. Lamar'a seri boyunca kaysak da son 2 maçta ortaya koyduğu enerji ile takımı hep ayağa kaldırdı.
Bench de dış sahada sussa da içeride çok önemli katkılar sağladı. Phil Baba ise artık 11. yüzüğünü nereye takıcağını şaşırdı. Umarım kararını Lakers'da kalmak yönünde kullanır. Gerçi Byron Scott "Ben 4 hafta önce Jerry Buss ile anlaştım" demiş :) Ve Kobe...inanılmaz kötü bir maç geçirsede aldığı 15 ribo ortada kalan topları toplayanın büyük avantaj yakaladığı bu seride çok çok önemli bir rakam.

Şimdilik daha fazla yazamıyorum. Daha sonra detaylı ve eğlenceli bir yazı ile devam ederiz.

cCc Lakers cCc

NAH BEAT LA!

17 Haziran 2010 Perşembe

Dünya Kupası #2


Grup ilk maçları tamamlanmışken hemen ikinci postu girelim. G Grubu.. Nam-ı değer ölüm grubu... Kupa canavarı Brezilya, Afrika'nın en iyi kadrosuna sahip Fildişi ve Ronaldo'nun Portekiz'i aynı grupta. Grubun kurbanı ise Kuzey Kore. İlk maçta her ne kadar Brezilya karşısında tek farklı mağlubiyet alsalar da önümüzdeki maçlar onlar için pek de iç açıcı olacağa benzemiyor. Kore ilk puanını bir sonraki turnuvaya saklayacaktır. Grubun diğer maçı beklenenin aksine oldukça tatsız geçti. Portekiz ve Fildişi yenişemedi. Gruptan çıkmak adına şu anda şansları eşit görünüyor. Bu arada İspanya'nın mağlubyeti ile grup çok daha stratejik bir hal aldı. Gruptan lider çıkmak ikinci çıkmaktan daha dezavantajlı olabilir. İkinci olayım derken ikincilik de kaçabilir. İşler karışık...

İspanya sürpriz ile başladı. Tatsız geçen ilk maçlarda herkes İspanya'yı bekledi. Boğalar bekleneni veremedi ve İsviçre'ye mağlup oldular. General Hitzfeld ülkede göklere çıkarıldı. Nasıl çıkarılmasın ki, İsviçre tarihinde ilk kez yendi İspanyolları. Grubun diğer maçında Şili güzel futboluyla Honduras'ı geçti. Şili'nin bu performansı rakip Honduras olduğu için mi böyleydi yoksa zaten böyle mi oynuyorlar bunu diğer maçlar gösterecek. Şili henüz yol aldı diyemeyiz. Önünde zorlu iki maçı var. İspanya'dan beraberlik kurtarırsa, son Avrupa şampiyonu turnuvaya erken veda edebilir...

Grup ikinci maçlarında ise Uruguay Güney Afrika'yı rahat geçti. Güney Afrika ilk turda elenen ilk ev sahibi olacak gibi. Hatta oldu gibi. İkinci maçlar ilklerine göre daha gollü geçiyor. Bu sevindirici bir gelişme. Forlan büyük topçusun deyip B grubuna geçelim. Arjantin'in Hüguain'i var. Her takıma böyle golcü şart. Real Madrid Raul'dan sonra golcüsünü buldu. Milito'nun yedek kalması üzücü ama elden de bir şey gelmiyor. Arjantin'in ortasaha zayıfım diye bağırıyor. Acısı ilerde çıkar. Yunanistan kırmızı karta şükretsin. Komşunun erken pes etmeyeceğini söylemiştim. Son maçlar çok zevkli olacak...

16 Haziran 2010 Çarşamba

Dünya Kupası Sloganları


Basından takip edildiği üzere, Dünya Kupası münasebetiyle Güney Afrika sokakları rengarenk. Takımını desteklemek için binlerce kişi Güney Afrika'ya gitti. Tabi maç izleyip, takımlarını destekleyip otellerine kapanmıyor. Maç öncesi, sonrası bayrakları alıp gövde gösterisi yapıyor, eğleniyorlar...

Öyle boş boş bayrak sallamak olmaz. Her ne kadar vuvuzelanın gölgesinde kalsa da sloganlar ve tezahüratlar da dikkat çekiyor...

Aşağıda ülkeler ve kullandıkları sloganlar var. Arjantin, Fildişi, İngiltere, Japonya, Slovenya ve Güney Afrika'nınkiler hoşuma gitti... O zaman "Sir Rooney! Play with Pride and Glory!" diyorum..
Bu arada biz olsak kesin Osmanlı muhabbetine girerdik... "Grandchilds of Ottoman are coming!"

Algeria: Star and crescent with one goal: Victory!;
Argentina: Last stop: Glory;
Australia: Dare to Dream, Advance Australia;
Brazil: The whole of Brazilis in here!;
Cameroon: The Indomitable Lions are back;
Chile: Red is the blood of my heart, Chile will be Champion;
Ivory Cost: Elephants, let’s fight for victory!;
Denmark: All you need is a Danish team and a dream;
England: Playing with Pride and Glory;
France: All together for a new dream in blue,
Germany: On the road to get the Cup!;
Ghana: The hope of Africa;
Greece: Greeceis everywhere!;
Honduras: One Country, One passion, 5 Stars in the heart;
Italy: Italian Azzurro on African sky;
Japan: The Samurai spirit never dies! Victory for Japan!;
North Korea: 1966 again! Victory for DPR of Korea!;
Mexico: It is time for a new champion!;
Holland: Don’t fear the big five, fear the Orangeeleven;
New Zeland: Kickin’ it Kiwi style;
Nigeria: Super Eagles super fan united we stand;
Paraguay: The Guarani lion roars in South Africa!;
Portugal: One dream, one purpose… Portugalvictorious!;
South Korea: The Shouts of Reds,
United RepublicofKorea;
Serbia: Play with the heart, lead with a smile!;
Slovakia: Shake the green field: Go Slovakia!;
Slovenia: With eleven brave hearts to the end;
South Africa: One nation, proudly united under one rainbow;
Spain: Hope is my road, victory my destiny;
Switzerland: Hop Suisse!;
Uruguay: The sun shines upon us. Go Uruguay!;
USA: Life,Liberty, and the Pursuit of Victory!;

15 Haziran 2010 Salı

2010 Dünya Kupası #1

Dünya Kupası grup ilk maçlarının yarısından fazlası tamamlanmışken kısa bir değerlendirme yapalım...
Gol açısından kısır bir Dünya Kupası geçirdiğimiz aşikar. İddaa tabiriyle üst biten maç sayısı 1. O da beklendiği gibi Almanya'nın maçı. Rakibi Avustralya olduğu için de üst bitmiş değil, muhtemelen Almanya rakip tanımaksızın bir maça 3 gol sığdırırdı.

Günay Afrika muhteşem bir golle puanla başladı. Lakin gruptan çıkacağını düşünmüyorum. Meksika gruptan çıkmaya en büyük aday. Bu futbollarını sürdürürlerse Uruguay'ın önüne geçerler. Uruguay beklentilerimin altında kaldı, özellikle Suarez... Bu futbolla Hollanda Ligi golcüsü damgasını yer...

Arjantin golü erken bulamamış olsaydı daha zevkli bir maç izlerdik ama anlamsız şekilde golden sonra sürati kestiler, üstelik atabilecekken... Nijerya'nın kontralarda etkili olabileceğini düşünürdüm ama onlar da eski jenerasyondan çok uzak kalmışlar. Obasi, Obinna hozlı ve etkili oyuncular ancak ilk maçta vasattılar. Yunanistan'ı yenen Kore akıllı oynuyor. Sağlam savunmacı ama ağır adamlarla bezeli kadroya sahip Yunanistan'ı hızlı ve araya atılan toplarla geçtiler. Mantıklı olan da buydu. Arjantin'in arkasına yerleşebilirler, ben yine de Yunanistan'ın sağı solu belli olmaz diyorum...

İngiltere de hızlı başlayıp duranlardandı. Gerçi duranlardan mı durdurulanlardan mı kestirmek zor. Green olmamış kaleye. Her şeye rağmen James olmalıydı. İkinci maçta James kaleyi devralır. Green özellikle yediği golden sonra çok yanlış çıkışlar yaptı... İngiltere için nzar boncuğu olsun bu beraberlik... Cezayir-Slovenya tatsız maçını Slovenler aldı. Bu galibiyet ilk ve son galibiyetleriydi bence...

Almanya büyük yıldızı olmamasına rağmen çok iyi oynuyor. Turnuva takımı sıfatını fazlasıyla hakediyor. Kupayı alsa yıllar sonra kim aldırdı bu kupayı diyeceğiz Allah aşkına... Lahm mı? Mesut mu? Podolski mi?... Lideri de yok, büyük yıldızı da yok ama büyük takım... Gana turnuvanın sürprizlerinden biri olacağa benziyor. Sırbistan gibi kadrosu çok dengeli ve oturaklı bir takım karşısında güzel futbol oynadılar ve galibiyet aldılar. Avustralya'yı yenerlerse ikinci turdalar. Tabi rakip muhtemelen zorlu olacak... İngiltere...
Hollanda beklendiği gibi galip ayrıldı. Robbensiz galibiyet büyük iştir. Yolu yarıladılar şimdiden. Japonya'da ise gazetecilerin tabiriyle Honda gaza bastı. Kamerun'dan puan bekliyordum ama olmadı...

Dünün son maçında son şampiyon sahne aldı. İtalya bekleneni veremedi düşüncesine katılmıyorum. Beklenen buydu, ya da benim beklediğim buydu. Takımı 4 yıl önceki takımla karşılaştırmak yersiz. Arada 1 büyük turnuva ve 2 ön eleme grup maçı oynadılar. O maçlarda çok iyi oynuyormuş gibi İtalya'dan iyi furbol beklemek hayalcilik olur. Benim beklentilerim bu yöndeydi, ikinci golü sıkıştırsa kimse şaşırmazdı. Pepe'yi beğendim, De Rossi zaten iyi, Montolino, pardon Montolivo takımın en zayıfı. Gruptan Paraguay'la birlikte çıkacaktır...

14 Haziran 2010 Pazartesi

Sercan ne eder?


Beşiktaş'ın bugünlerde en büyük derdi yabancı problemi. Hoş bu durum bugünlere mahsus değil ama özellikle bu donemde ciddi yabancı sıkıntısı yaşıyor. Alamama problemi değil, elden çıkaramama problemi...

"Küçük Beşiktaş" Bursaspor dün olduğu gibi bugün de Beşiktaş'ın yabancılarına talip. Ertuğrul Sağlam bunda başlıca etkendir elbette. Tello, Holosko ve Zapotocny Bursaspor'un transfer etmek istediği oyuncular. Öte yandan Volkan Şen ve Sercan Yıldırım da Beşiktaş'ın arzu ettiği oyuncular. Hal böyle olunca iki takım arasındaki transfer dedikoduları artıyor...

Elden çıkarması gereken Beşiktaş olunca eli güçlü olan Bursaspor oluyor. En nihayetinde bugün Sercan ve Volkan takımda kalsa Bursaspor zarar etmiş olmayacaktır ama yabancıların çokluğu Beşiktaş'ta sıkıntı oluşturabilir...

Gelelim söylenen rakama. Sercan karşılığında Holosko+Zapo+3 milyon €... Hatta 5 olduğu bile söyleniyor... Allah aşkına bu nasıl iştir? Aynı Sercan'dan mı bahsediyoruz? Aynı Holosko'yu mu veriyoruz? Zapo, şu Udinese'den gelen Zapo değil mi? 3 milyon € bildiğimiz Avrupa para birimi değil mi?

Çok değil 4 işlem biliyor olsalar... Hatta sadece toplamayı biliyor olsalar... Sercan = Burak Yılmaz + Koray Avcı + Zapo + 8 milyon € eder... Eder mi? Etmez... Sercan ne eder? Holosko'dan fazlası etmez... Sercan'ın Holosko'dan tek artısı Türk vatandaşı olması...

Quaresma transferi iyiydi eyvallah. Hilbert'e de lafım yok, teşekkürler ama Batuhan ile başlayan şu saçmalığa bununla devam etmeyelim. Sercan'ı abartmaya gerek yok. 2 milyon €'ya sattığımız Batuhan, Sercan'dan daha verimli olurdu Beşiktaş'ta...

Bursaspor'un ve özellikle de Ertuğrul Sağlam'ın şu fırsatçılığından sıkıldım. Kendi içinde mantıklı ve haklı elbette. Eline fırsat geçirirse değerlendirir. Ancak Beşiktaş yönetimi buna alet olmamalı. Vermesin Holosko'yu...

Benim eski yazılarımı okuyanlar bilir. Holosko'yu çok beğenmem ama bu takımın yedek yabancıya da ihtiyacı var ve bu Holosko olmalı...

13 Haziran 2010 Pazar

Quaresma Beşiktaş'ta


Ricardo Quaresma transferi geçtiğimiz yıldan beri dillerdeydi aslında. Sonrasında bu transfer sezonunda adı yine gündeme geldi. Üstelik yönetim teknik direktör transferindeki gibi basit çakallık yapmıyordu. Açık açık ilgilendiğini beyan ediyordu. Önce borsaya görüşmelere başlandığı bildirildi ancak sonrasında transferin olumsuz sonuçlandığına dair dedikodular çıktı. Beşiktaş o defteri kapamıştı ya da biz öyle bildik...

Derken bugün Ricardo Quaresma Beşiktaşlı oldu...

Futbolculuğunu ve yeteneğini tartışmak komik olur. Avrupa'nın Barcelona, Inter ve Chelsea gibi devlerinin formasını giymiş bir oyuncu Beşiktaş için tartışılmamalı. Yapamadı büyük takımda ancak ülkesinde de gittiği takımı şaha kaldırdı. Daha dün gibi aklımızda Porto'da yaptıkları...

Transferi doğru da olsa taraftar istedi diye yapmak yönetim hatasıdır. Yönetimin mantalite hatası olabilir ama doğru transferdir. Beşiktaş'ın ihtiyacı olan oyuncudur. Beşiktaş'ın eksikliğini yaşadığı skoru çevirebilecek oyuncudur. Schuster transferi olmadığı gün gibi ortada. Schuster'e sormuşlar mıdır? Evet. Quaresma'yı istemem dememiştir o da...

Beşiktaş'a faydalı olur lakin bu formayı uzun yıllar terletmez. Transferin kritik noktası bonservis bedeli Tabata'dan düşük. Tabi bunu yönetimin başarısı olarak mı değerlendirmek gerekir yoksa başarısızlığı mı bilemedim...

Burak Yılmaz ile karşılaşmasını merak ediyorum. Taraftardan tek dileğim Quaresma'yı ayırmasınlar. Forması ıslanan Ernst, Toraman, Bobo gözardı edilmesin...

9 Haziran 2010 Çarşamba

Ballack & Cole... Artık mavi değiller


İngiltere'de özellikle Chelsea ve Liverpool için hareketli günler yaşanıyor. Londra ekibi gelecek yıl için çalışmalara başladı. Eldeki kadrosu zaten iyi olan Chelsea'nin açıklarını kapatıp Avrupa'da da zirveye oynayan bir takım kurması bekleniyor. Chelsea bu yıl sağlam transfer yapacak gibi görünüyor. Geçen yıl verim alamadığı Ballack ve Joe Cole ile resmen yolları ayırdı. Joe Cole, Arsenal'e yakın görünüyor ama Tottenham da talipler arasına isim yazdırdı. Redknapp Cole'u kim istemez ki dedi... Ballack tarafında ise herhangi bir gelişme yok henüz ama Almanlar oyuncularına dört elle sarılacaktır. Bayern'in talip olması muhtemel. Olursa Ballack da ülkesine döner...

Diğer taraftan Liverpool bu yılki düşüşün önüne geçmek istiyor. Benitez'den boşalan koltuğa Roy Hodgson'u getime niyetindeler. 48 saat içinde tekliflerini götürecekler. Hocasını Inter'den kurtaran Fulham bu sefer Liverpool ile uğraşacak. Liverpool ise oyuncuları Mascherano ve Gerrard'ı korumak istiyor. Talipleri güçlü Benitez'in Inter'i Macherano ile, Real Madrid ise Gerrard'la ilgileniyor.

8 Haziran 2010 Salı

Senderos Craven Cottage'da


Avrupa'da transfer sezonuna hızlı giren tek takım Juve değil. UEFA finalisti Fulham savunmaya sağlam takviye yaptı. Arsenal'in İsviçreli deans oyuncusu Senderos 2013'e kadar Fulham forması giyecek. Sözleşmesi bittiği için bonservis bedeli ödenmedi, bu bağlamda çok akıllı bir transfer oldu Fulham için. Defanstaki Hangeland'ın yanına cuk oturur... Hodgson'un takımı gelecek yıl Craven Cottage'da daha sağlam bir savunmayla karşımıza çıkacak gibi görünüyor...

Bir başka transfer haberi de İtalya'dan. Roma, huysuz golcü Adriano ile anlaştı. Brezilyalı golcü 1 yıl aradan sonra bu sefer başkente döndü. Bu transferi Moggi zamanında Juventus yapmış olsaydı, neler neler konuşulurdu...

Man City ise transfere sağlam girecek görünüyor. Kadroyu boşaltmaya başladı bile. Zamanında neden aldıklarını dahi anlamadığım Sylvinho'yu, Martin Petrov'u ve Benjani'yi bıraktılar. Türk basını bir yerlere transfer eder, menajerlerinin uğraşmasına gerek yok...

Pepe Juve'de, Krasiç?


Dünya Kupası'na 3 gün var ama bazılarının aklı transferde. Bunların başında da geçtiğimiz sezon hayal kırıklığı yaşayan Juventus geliyor. Transfer sezonunun açıldığı ilk günden beri İtalyanlar Juve'ye her gün yeni bir oyuncu yazıyor.

Torino ekibi ilk transferini yaptı. Udinese'den Pepe'yi 10 milyon €'ya aldı. Henüz resmileşmemiş bir transfer ama İtalyan medyası artık kesin gözüyle bakıyor. Bu transferin Türk medyası için de önemi var. Fenerbahçe için adı geçen Krasiç aynı zamanda Juventus'un da transfer listesinde. Pepe'yi alan Juve, Krasiç'ten vazgeçecek ve Sırp oyuncu Kadıköy'e gelecek beklentileri var ama işin boyutu biraz daha farklı görünüyor. Krasiç, Rus basınına yaptığı açıklamada CSKA ve Juventus'un görüştüğünü ve Juventus'ta oynamak istediğini söyledi. Görünen o ki Pepe'nin gelişi Krasiç'i çok da etkilemeyecek... Eğer o da gelirse Pepe, Krasiç, Camoranesi... Del Neri'nin bir bildiği vardır umarım...

Galatasaray için ise Hamburg'un defans oyuncusu Guy Demel'in adı geçiyor. Hatta ortada dolanan bir 5 milyon € bile var. İş bitmiş görünüyor ama transfer sezonu her dedikoduya inanmamak lazım. Sonra ben demiştim demek için yazdım... Tutmazsa, çıkarmam bile...

7 Haziran 2010 Pazartesi

Tiyatro


Denizli ile yola devam etmek istenmedi...Schuster ile görüşüldü, hatta alınacak oyuncular dahi belirlendi. Bunu duyan Denizli istifa etmek istedi, kabul edildi ve yakında Schuster resmi sözleşmeyi imzalayacak...

Tabi burda bir soru işareti var. Madem daha hoca belli değil Roberto Hilbert ne ayak?

Gelelim 2. senaryoya. Bu bize anlatılan hikaye... Denizli sağlık problemleri nedeniyle devam edemeyeceğini söyledi. Hoca arayışları başladı. 6 hoca adayı belirlendi. (şu anda bu aşamadayız) Schuster ağır basacak ve onunla anlaşılacak...

Bu hikayede Hilbert'i bir yere oturtamıyorum, eğreti duruyor...

Bizim tiyatro eğitmeni Ahmet Hoca Beşiktaş yönetimini izlese, kesin bir rol biçer...

6 Haziran 2010 Pazar

Dünya Kupası'na doğru

Dünya Kupası grup değerlendirmesi yapıyordum ki vazgeçtim. Her yerde gruplarla ilgili bir çok açıklama ve favori tahmini var, o yüzden burda tekrar tekrar aynı şeyleri yazmaya gerek yok. Herkes az çok kimin nasıl oynadığını biliyor. Bilemediğiniz, sürpriz olan olaylar benim için de geçerli; O yüzden o noktada ben de ters köşe olabilirim...

Turiaf bir önceki yazısında favorilerinden bahsetmiş. Ben de benzer ölçekte bir yazı yazacağım.

A Grubu: Fransa-G.Afrika-Uruguay-Meksika... A grubunda Fransa sonuncu olsun, hatta gol atamasın. Böylece Domenech'le ne kadar büyük bir hata yaptıklarını anlarlar. Ayrıca o güzelim İrlanda'yı buralarda göremememize sebep olan "el"'i de unutmuş değilim. Gruptan Velalı, Guardadolu Meksika ile Forlanlı, Suarezli Uruguay çıksın isterim..

B Grubu...Arjantin-Nijerya-G.Kore-Yunanistan... Arjantin çıkmazsa ayıp olur. En az çeyrek final görmelerini dilerim. Nijerya ikici sırada çıksın. Afrika takımları erken elenmesin. Kupa onlarla daha tatlı oluyor. Özellikle kimlikli Afrikalılar daha da fazla zevk veriyor. Nijerya da bunlardan biri. G.Kore'ye 2002'den beri kıl oluyorum. Hakemle elemelerini hala içime sindiremedim. Yunanistan olmasa da olur benim için...

C Grubu: İngiltere-ABD-Cezayir-Slovenya... İngiltere bu kupada tuttuğum takım. Normal şartlar altında İtalya'yı tutarım ama bu sefer Rooney kazansın istiyorum. Capello'ya olan saygım da sonsuz. Gruptan ikinci sırada Cezayir çıksın. Fransa, çıkamasın ama küçük Fransa yol alsın...
D Grubu... Almanya-Avustralya-Sırbistan-Gana... Almanya çıkar, diyecek lafım yok. Ama hani olur da çıkamazsa, Avustralya ve Gana yola devam etsin. Almanya çıkarsa Avustralya eve dönsün.

E Grubu... Hollanda-Danimarka-Japonya-Kamerun... Hollanda erken elenmesin. Total futbol izlemek zevkli olur. Japonya bana tat vermiyor. Kamerun'u severim ama Kjaer, Agger, Bendtner izlemek zevkli olabilir...

F Grubu... İtalya-Paraguay-Slovakya- Yeni Zelanda. İtalya erken elenmesin. Yaşlı kadrosu var eyvallah, üzerine koyamadılar ona da eyvallah ama 2006'da kupayı kaldıran Cannavaro, Buffon, Gattuso... Üst turlar yakışır be abi... Holosko için Slovakyalıyız elbette...


G Grubu...Brezilya-Kuzey Kore-Fildişi Sahilleri-Portekiz... Kuzey Kore turnuvaya katıldığı için mutlu mudur, pişman mıdır bilmiyorum. Turnuvada rekor kırmaları çok zor olmayacaktır. Rakipler arasında Almanya olmadığı için şükretmeliler. Disiplinden kopmaz Almanya affetmeyebilirdi ama bu rakipleri bir yerde bırakır diye düşünüyorum. Çok ezdim, utandırırlarsa beni silerim bu yazıyı... Bu grup için bir şey diyemiyorum. Fildişi'ni de Portekiz'i de Brezilya'yı da severim. Ronaldolu Portekiz erken elenmesin, Fildişi ya da Brezilya'dan biri gitsin. Yok Brezilya da erken elenmesin... Üzgünüm Afrikalı dostlarım...

H Grubu... İspanya-İsviçre-Honduras-Şili... İspanya bir üst turu görsün. Casillas'ın Ramos'un hatrı var. Fabregas'ın sevgisi var, Xavi'nin İniesta'nın saygınlığı var, Torres'in karizması var... Diğer tarafta da Tello'nun 14 numaralı Beşiktaş forması var. Honduras'ın tarihi var ama 3. sırada kalır. İsviçre'nin sağlam hocası var, beni korkutan da odur...

5 Haziran 2010 Cumartesi

Blues Cursed?


Önce Essien sonra Ballack, dün Drogba ve bugün Obi Mikel sakatlandıkları için dünya kupasında oynayamayacaklar. Dört isimin ortak yönü Chelsea futbolcuları olmaları.

Lisedeyken bir Coulibaly röportajı okumuştum ve o röportajda Coulibaly "büyü yaptırdığım hiçbir maçı kaybetmedik ancak o maçların arkasından sakatlıklar ve kazalar gibi başımıza hep kötü şeyler geldi. Bu yüzden artık büyü yaptırmayacağım " demişti. Açıkcası Chelsea'deki Afrikalı oyuncuların çokluğu ve sezon boyunca yaşadıkları sakatlıklar ve tabi ki Terry skandalı acaba şampiyonluk için yapılmış olabilecek bir Afrika büyüsünün sonuçları mı dedirtiyor insana...

4 Haziran 2010 Cuma

Yanks Out!





Liverpool tarfatarları yönetime tepkilerini güzel bir biçimde dile getirmiş. Bayrak yakmak ise klaslarına yakışmamış açıkcası, üstelik memorial day'in olduğu haftada.

Dünya kupasında hangi takım(lar) tutulur?


Milli takımımız gidemediğine göre artık dünya kupasında başka bir yada birden çok milli takımları tutmak, en azından sempatizanı olmak gerekiyor.

Bazıları Portakalları tutar, bazıları Panzerleri, bazıları ise Tangocuları tutar.Bense 94'den beri izlediğim bütün kupalarda Sambacıları tutmuşumdur ancak bu sefer Dunga'nın saçmalıklarından sıkılıp onları tutmayı düşünmüyorum. Eh başka milli takımları tutma konusunda da sadakatin pek önemli olduğunu da düşünmüyorum.

Bu sene Brezilya yerine İngiltere'yi tutucağım. Capello'nun başarılarına bir dünya kupası eklemesini çok isterim ve İngiltere şu kadrosu ile uzun süredir yaşayamadığı başarıya ulaşmayı hakediyor.

Birde sadece tek takımda tutmazdım. Brezilya'nın yanında başaltı takımlardan birini tutardım. Mesela 94'de İsveç, 98'de Nijerya ve 2006'da Meksika'yı tutmuştum.

Başlaltı takımlar arasından kimi seçeceğime ise karar veremedim. Avustralya, Uruguay, Sırbistan, Kamerun ve Fildişi Sahili arasından bir takım seçmeyi düşünüyorum. Aralarından kadrosunu en beğendiğim takım Sırbistan. Oyun olarak ise Uruguay. Bu sefer bir istisna yapıp 2 tane başaltı takım tutabilirim...

3 Haziran 2010 Perşembe

İyi ki doğdun 'bianconeri'



Mutlu yıllar.. Güzel arkadaşlığın, dostluğun, yorumların, anti-yorumların, kalbin, her şeyinle seni seviyoruz. Başarılı ve sağlıklı yıllar arkadaşım...