26 Şubat 2010 Cuma

Kasap & Yıldız


Yazacaklarım dünkü Galatasaray - Atletico Madrid maçıyla ilgili...
Yakın bir noktaya Ekşibeşiktaş blogunda da değinilmiş. Cerezo'nun maç sonu açıklamalarına yer verilmiş ve altta da Adnan Polat'ın bir kaç hafta önce söylediklerinin linki verilmiş. Güzel tespit olmuş. Zamanında Polat da haklıydı şimdi de Cerezo haklı...
Malum Servet Çetin'in Agüero'nun suratını dağıtma hikayesi. Bilerek mi bilmeyerek mi yaptı tartışılır. Bu biraz olaya bakış açısıyla ilgili. Aslında bakış açısından ziyade tuttuğun tarafla ilgili. Gerçi çok da mühim değil kasten ya da yanlışlıkla yaptığı. Ben, Servet'e kızmıyorum bu konuda. İyi niyetle bakayım, topa vurmak isterken Agüero'nun bilincini sarstı biraz...
Gelelim kızdığım noktaya. Galatasaray taraftarı... Pozisyon sonrası Servet'e tezahürat yapıldı... Neden?
Agüero'yu sakatladı diye mi? Bu konuda en çok muzdarip olan taraf sizler değil misiniz? Haftalardır oyuncularımıza sert giriliyor diye eleştirmiyor musunuz? Bloglarda Galatasaraylı futbolculara yapılan sert müdahaleleri göstermedik mi? Programlarda bu konu üzerinde konuşup kasap-yıldız muhabbetini alenileştirmedik mi? O halde neden?
Servet'e yaptığından dolayı kızın demiyorum. Bir adım ötede bunu da yapmak lazım. Daha kontrollü olması lazım ama pozisyon gereği diyelim geçelim. Ancak bu davranışı desteklemek neden?
Yakışmadı...

23 Şubat 2010 Salı

Sırada Fildişi var


Milli Takımımıza hocamızı bulduk, şimdi sıra Fildişi Sahillerinde... Hiddink Türk Milli takımındaki görevine Ağustos ayında başlayacak. Bunu fırsat bilen Nijerya ve Fildişi Hiddink ile ilgileniyor. Günü kurtarmak adına iyi seçim tabi. Muhtemel bir gidişin bizim Milli takımı nasıl etkileyeceğini kestirmek zor. Hiddink için yeni bir tecrübe olacağı aşikar ve gideceği takım çoğumuzun sürpriz takımı olacak...

Fildişi, Hiddink ile birlikte yine yakindan tanıdığımız Gerets ile de ilgileniyor ancak Belçikalı göreve sıcak bakmadığını ve iki takımı aynı anda çalıştıramayacağını söyledi ve konuyu kapattı. Hollandalı henüz böyle bir açıklama yapmış değil.

Hiddink'e tavsiyem gitmesi yönünde olur. FM'de 2010 Dünya Kupasına benimle katılan Fildişi çeyrek final oynadı. Üstelik çok şanssız bir maçın ardında Brezilya'ya 3-2 yenildim. 3-0'dan maçı nerdeyse çeviriyordum ki direkler engel oldu. Kalecim biraz adam olsa o maçı rahat alırdım ama Kaka efendinin vurduğu her top girince bu pek mümkün olmadı. Maç sonunda "Brave Ivory Coast finally lost" yazısı ise görülmeye değerdi...

21 Şubat 2010 Pazar

Beşiktaş 1-1 Galatasaray


Beşiktaş taraftarı tek maçlarla mutlu olmasını bilen taraftardır. Lig kötü de gitse alınacak bir Fenerbahçe, bir Galatasaray galibiyeti ya da kupada elenmiş bir Fenerbahçe tadı taraftara yeter. Bu da kötü devam eden ligin taraftara tat getirecek maçlarından biriydi, üstelik Sami Yen'de Galatasaray İnönü'de Beşiktaş kazanır klişesinde, Galatasaray ilkyarıda kazanmış ve bu maç da Beşiktaş'ın hakkıydı. Ezberin devam etmesi için Beşiktaş kazanmalı ve sırasını salmalıydı... Tüm bunların sonunda öyle de oldu diyemiyorum maalesef...

Maç öncesi Beşiktaş'ta atmosfer iyiydi. Fenerbahçe maço atmosferi yoktu elbette, öyle bir beklentim de yoktu zaten. Galatasaray maçları Fenerbahçe maçları kadar eğlenceli değildir taraftar için, benzer durum Galatasaray cephesinde de geçerlidir...

Denizli yine ters köşe yaptı. Savunma hattı beklediğim gibiydi. Üzülmez'in sol bekte oynaması doğru seçimdi. Keita'nın kanadına mücadeleci adam koymak lazımdı. Sağ bek Toraman da savunmacı bek kategorisinden onbirdeydi. Savunmacı ortasahalarda artıkdüzen tuttu, Denizli onlarla pek oynamaz oldu. Bu lafın üzerine haftaya Fink yedek başlar, demedi demeyin...

Hücum hattı sürprizdi. Ekrem-Tello-Holosko-Nobre ortasaha dörtlüsü. Önlerinde hiç kimse. 4-6-0 taktiği. Nobre'nin yanında forvet yazar. Bu konuda hemfikirim ama bir kamera maç boyu Nobre'yi takip etsin bakalım nerde oynuyor. Ceza sahasına kaç kere giriyor. Gezgin forvet sıfatı Nobre'ye yakışır ancak tek forvet gezgin olursa takım gol atmakta sııntı çeker. Çekiyor da...


Holosko için geçen hafta söylediğim, başkalarına ikram etme konusunda bu hafta da benzer düşüncelere sahibim. Ekrem de geçen haftaki gibi dolap beygiri dibi döndü durdu...

Forvetsiz Galatasaray'ın pozisyon bulması zordu, özellikle de savunmacı Beşiktaş karşısında. Ender gelişen ataklar dışında ciddi pozisyon da bulamadılar. Arda'nın golü biraz şapkadan çıktı. Galatasaray beraberlik için geldiği İnönü'den 3 puanla dönüyordu ki Sivok'un golü geldi.

Maçı uzun uzun anlatmak yerine dikkatimi çeken noktalara değinmeyi düşünüyorum...

Holosko'nun çizgiden mi içerden mi çıkarılan kafası ile Topal'ın Toraman ile ceza sahasındaki güreşi andırır pozisyonu dışında skoru doğrudan etkileyebilecek tartışmalı pozisyon yoktu ya da ben hatırlamıyorum. Üzülmez'in istemeden çarpan eline faul verip, Keita'nın dirseğine devam demek hakemin en büyük hatasıydı... Keita bunu ilk kez yapmıyor, kendisine yapılan ufak faullerde bile yüreğine ok yemişçesine kendini bırakan Keita, sağ ayağından çok dirseğini kullanıyor...

Bobo oyuna girdikten sonra çok etkili olamadı, Nihat bildiğimiz gibiydi, Yusuf'u sol kanada hapsetmektense ortaya çekmek daha akıllıca olurdu. Takımın teknik kapasitesi en yüksek oyuncusunu merkezde kullanmak daha olumlu olacaktır. Tello hala bel seviyesinde orta yapıyor. Sanırım 13 korner kullandı Beşiktaş ve hiç birinde etkili olamadı. Toraman'ın altıpas içinde buluştuğu topun dışında hepsini rakip aldı. Üstelik Nobre-Toraman ve Sivok gibi sağlam kafacılar varken. Topu kaldıramamak sadece Tello'nun değil tüm takımın problemi. Takımın orta açma FM tabiriyle crossing ortalaması 6 bilemedin 7...

Mağlubiyet herşeyi bitirirdi demek zor ama çok şeyi itireceği kesin. Galip elseydik de güneşli günler gelmeyecekti. Berabere kaldık, hava değişimi olmadı...

Futbolcular gibi "Önümüzdeki maçlara bakıp rakiplerimizin puan kaybetmesini bekleyeceğiz" diye bitireyim..

Guus Hiddink


Uzun süredir yazmak istiyordum ama hep araya başka şeyler girdi ve bir türlü yazma fırsatı bulamadım. Guus Hiddink..

Öncelikle TFF başta olmak üzere yapımda ve yayında emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Gerçekten büyük iş başardık. Blogda Türk Milli takımı için bir kaç kez yazmıştım. Yazının sonu hep Luce ve Hiddink ile bitiyordu. Luce'yi Ukrayna kaptıktan sonra Hiddink tek adayımızdı. Hoş Hollandalı benim Juve için de adayımdı ama onlar İtalyanın en iyi Hocalarından(!) Zacc ile anlaştılar...

Çok şükür ki Milli Takım hocamız Guus Hiddink kariyerini burdan açıklamak zorunda kalacağımız bir hoca değil. Şu anda Dünya üzerinde gelmesi muhtemel en iyi adaydı... Biraz daha zorlayalım. Şu anda Dünya üzerindeki en iyi Milli Takım teknik direktörü adayıydı... Çok mu abarttım bilemiyorum ama aklıma gerçekten daha iyisi gelmiyor...

Güney Kore, Avustralya ve Rusya Hiddink döneminde gözle görülür bir gelişim gösterdi. Hollandalı tün bu çalıştırdığı takımlara yeni bir kimlik yükledi. Oyun sistemlerinde bariz bir değişim gözleyebiliyoruz. Üstelik bunlar lafta da kalmadı. Tüm bu takımlar ile ciddi başarılar yakaladı. G.Kore Dünya 4. sü olurken Avustralya çok iyi oynadığı turnuvada hakem kurbanı oldu. Hakemler önlerine taş koymasalar kadronun kalitesinin üzerinde bir yerde turnuvayı tamamlarlardı. Rusya ile de Avrupa Şampiyonasında Yarı Final oynadılar... Kore ve Rusya ile başarılı olduğu turnuvalarda, bizim de eş konuma gelmiş olmamız hatta Dünya 3. sü olmamız enteresan olmuş biraz...

Konuyu başlayacak olursak. Hiddink'in Milli Takımımıza farklı bir bakış açısı getireceği aşikar. En azından benim temennim bu yönde. Yaptığı radikal değişiklikler elbette ki eleştirilecektir. Futboldan anlamadığı ve artık bunadığı çok kez söylenecektir. Adamlığı yargılanacaktır. Başarıları küçümsenecek ve madem o kadar iyi neden daha iyi takımlar almadı bile denecektir.

Türk futbolu yeni bir reformun arefesinde...

19 Şubat 2010 Cuma

"Avrupa'da başka oynuyor" safsatası


Takımlar hakkında klişeleşmiş sözler vardır. Beşiktaş için kolej takımı benzetmesi yapılır. Bu aralar pek yapılmasa da yer yer kolej takımı havasının yakalanması gerektiğini savunan spor yazarlarını dinlerim...

Galatasaray için "Avrupa'da başka oynuyor" söylemi vardır. Bugün 5 yaşındaki çocuğa sorsanız, ondan bile bunu duyabilirsiniz. Ezberlemişiz gidiyoruz işte. Üzerine düşünen yok. Bilmem kaç yılında böyle bir havası varmış, ona ithafen hala o sıfatı taşır Galatasaray...

Önce şu Avrupa'da başka oynama muhabbetine girelim. Avrupa'dan kastımızın Avrupa Kupaları olduğunu hatırlatmama gerek yok ama ben yine de üzerinden geçeyim. Avrupa'da başka oynamadan benim anladığım şudur. Ligde kötü de gitse, takım Avrupa'da iş yapıyor. Aklıma ilk gelen örnek Liverpool. Bu sıfat sanki onun için bulunmuş. Ligde yıllardır bir baktaya sap olamamış ama İngiltere'nin Avrupa'daki en başarılı takımı. Milan da, Liverpool kadar keskin olmasa da buna bir örnek... Bu iki takımın da ligdeki başarısı, Avrupa'dakine kıyasla daha sönük. Liverpool için yıllardır böyle, Milan için son dönemlerde geçerli...

Gelelim Galatasaray'a. Bu sıfatı Sarı-Kırmızılılara yakıştırmam için ligde kötü Avrupa'da iyi oynamasını beklerim. Fatih Terim'in 4 döneminden itibaren alalım. Avrupa'da UEFA Kupası var ve UCL'de gruplarda kalmış bir takım. Aynı süre zarfında ligde 4 şampiyonluk. Sıfat oturmuyor...

Luce dönemine bakalım. UCL Çeyrek Final ve sonraki yıl Son 16. Ligde 1 şampiyonluk 1 ikincilik. Ehh diyelim.. 2. Fatih Terim dönemi ikisi de hüsran. Hagi dönemi Avrupa yok, ligde 3.lük. Gerets dönemi ligde şampiyonluk, sonrasında 3.lük, Avrupa'da UCL 1. tur ve Gruplar. Feldkamp dönemi; Ligde şampiyonluk Avrupa'da UEFA 3.tur. Skibbe dönemi ligde 5. lik UEFA son 16.

Son 15 yıla baktığımızda Luce'nin bir yılı ve Skibbe dönemi hariç -ki o dönemde de ligde çok kötü olduğu için- ligdeki durum daha iyi... Peki bana biri açıklasın şu Avrupa'da başka oynayan takım neden ligde daha başarılı?

Avrupa'da kötü oynuyor demiyorum. Bunun sorgulamasını da yapmıyorum. Avrupa'da oynadığı ile ligde oynadığı çok farklı değil, bunu söylemeye çalışıyorum... Ezber yapmış gidiyoruz işte...

18 Şubat 2010 Perşembe

N'aptın Song?


Önce kimlik tespitiyle başlayalım. Resimdeki yarı aslan yarı insan Rigobert Song. Bir reklam filmi için saçını sakalını sarıya boyatmış; Çok da yakışmış...Diyemeyeceğim çünkü iğrenç olmuş... Reklam çekimini de çok merak ettim açıkçası, özellikle bu tiple neyi canlandıracağını...

Şimdi olaya bir de şu gözle bakalım. Tabzonspor'un rakibinde oynayan forvet oyuncusu olsam ve Song'u ilk kez sahada görsem; Harbiden o maça çıkmam... Bu adamla omuz omuza mücadele etmek istemem... Rakip forvetlere korku veren defans oyuncusu bu olsa gerek. Sıfat cuk oturuyor. Son olarak resimdeki diğer futbolcular... Bakışlar süper... Korkulu ve şaşkın gözlerle...

14 Şubat 2010 Pazar

J.D. (Jermaine Dearman) Show

H.Ü'nin Selçuk Üniversitesi maçı sonrasında, her zamanki Hacettepe dansında işte karşınızda Hacettepe Kızları ile birlikte JD. Harikasın adamım!

13 Şubat 2010 Cumartesi

Gaziantepspor 2 - 0 Beşiktaş


Lige verilen uzun ara TSL'den iyice uzaklaştırmıştı. İnsan, hissetmeyince soğuyor işte. Taraftarı futboldan soğutmamaya, zinde tutmaya yönelik uydurulmuş statülü Türkiye Kupası bana tat vermiyor. Tat alanlar ligin 2. yarısına da iyi girmişlerdir umarım...

Sonrasında başkanlık seçimi ve Demirören'in tekrar başkan seçilmesi hepten uzaklaştırdı beni. Futboldan zevk almıyor değilim, TSL'yi az takip ediyorum. Premier Lig, La Liga, Serie A fazlasıyla yetiyor bana. Derken yine ne oldu bilmiyorum ama içimde TSL olgusu tekrar kıpırdandı. Maalesef kıpırdandı...

2 haftadır farklı sebeplerden dolayı, elimde olmayarak Beşiktaş maçını izleyememiştim. Bugün program çıkışı mekana gittim izledim. İnanın 15. dakika çıkasım geldi. Ben en zevksiz Beşiktaş maçını bile heyecanla izleyen adamım. Ancak bu maçı cidden izleyesim yoktu. Görev bilinciyle oturdum izledim. 85'te çıktım. O kadar da olur...

Maçı uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bir iki tespitle konuyu kapatacağım...

Tabata ile başlayayım. Tabata'nın bugün oynadığı futbolu TSL ve Bank Asya Liginde mücadele eden her futbolcu oynardı. Tabata bu takımın 10 numarası. Oyun kurucusu. Takımda sorumluluk alması gereken 1. insan. Takımı hücuma kaldırması gereken zatı muhterem... Peki ne yaptı? Aldığı topu gerisindeki Fink'e ve Ernst'e verdi. Tek çalım atmadı. Cezasahasına hemen hemen hiç girmedi. Kaleye şut çekmek mi? Haşa olur mu öyle şey... Ben Tabata'yı izlemek istemiyorum...

Ekrem, topu aldığında kendi etrafında dönmeden bir şeyler yapsın diye Facebook'ta grup açacağım...

Holosko... Sorumluluk almayan 2. insan. İyi niyetli, paylaşımcı kişiliği sahaya yansıyor maalesef... Hızlı futbolcunun teknik kapasitesi belirli bir düzeyin altında olunca, sıkıntılı oluyor. Holosko buna tam teşekküllü bir örnek...

Nobre... Keşke hiç girmeseydi.

Takımın geri kalanı çok mu iyiydi? Değildi. Farkındayım. Örneğin Sivok çok da hata yaptı ama benim gözüme bunlar batıyor. Bir şeyler yapıp arada hata yapmak ile hiç birşey yapmamak çok farklı...

Gaziantepspor bugün günündeydi. Yılda bu maça benzer en fazla 3 maç daha oynarlar. Bu performans, bütün şartların pik noktası sonucu çıkmış bir performanstır. Çok iyi alan savunması yaptılar. Beşiktaş bu savunmayı açamadı ve mücadele etmedi...

Neyse Real Madrid maçını izleyeyim de tadım tuzum gelsin..

Tsubasa Vs Benjamin


Bu iki çizgifilm karakteri birbileri ile sürekli karıştırılır veya karşılaştırılırlar. Öncelikle hangisi daha önce yayınlandı konusuna bi açıklık getirmek gerek. Önce Tsubasa TRT1 'de yayınlandı ancak nedendir bilinmez(bende dahil) büyük bir kısım bunu hatırlamıyor. O yüzden Türkiye'de futbol animesinin ilk göz ağrısı Show tv'de yayınlanan Gol yani Benjamindir. Ancak daha sonra Tsubasa'nın Kanal D ile geri dönmesi ile Seksenlerin sonunda ve Doksanların başında doğan çocuklar için ilk göz ağrısı Tsubasa oldu ve sanırım bu çocuklar Benjamin'i izleme fırsatı bulamadılar.

İki çizgifilmin en önemli ortak özelliği esas oğlanların ikisininde Japon oluşudur. Benjamin'in kariyeri İtalya'da başlarken, Tsubasa kendisini Japonya'da yetiştirir.

İki çizgifilmin arasındaki en önemli fark birisinde (Gol) süper şutlar (Akula,Magnum,Serap vb) varken diğerinde bu tarz şutlar yoktur.

İki başrol karakter arasında farklılıklarda vardır. Mesela Benjamin'in futbolun dışında gönül meseleleri ile ilgili yaşadığı olaylar varken Tsubasa'da bunu pek görmeyiz. Tsubasa'nın oynadığı hiçbir maçı kaybettiğini hatırlamıyorum ancak Benjamin sevgilisinin abisi ve en büyük rakibi olan Eric'e yenildiğini çok iyi hatırlıyorum.

İki çizgifilm arasında karakterler açısından benzer noktalarda var. Mesela Gol'deki Sezar adlı karakter ile Tsubasa'daki Hyugo karakteri birbirlerin aynısıdır. Gol'de sarışın ve uzun boylu ikiz kardeşler vardı ve bunlar akrobatik hareketler yaparlardı. Tsubasa'da ise yine akrobatik hareket yapan kısa boylu ve dişlek Tachibana kardeşler vardı. Ayrıca Tsubasa'da Tsubasa ilk takımına katılmadan önce o takımda kaptanlık yapan İshizaki yeteneksiz,azimli ve çok bağıran karakterli bir oyuncuyken Benjamin'de bu özelliklerin aynısını Robert adında bir karakter gösteriyordu. Ayrıca Tsubasa'nın takımına sonradan katılan yetenekli Misaki'de aynı Benjamin'in takımına sonradan katılan yine yetenekli bir futbolcu olan Mika'ye çok benzyor.

Daha uzun sürmesi ve çizgi film dışında birçok video oyunuda olan Tsubasa Benjamin'e göre daha güçlü bir anime olsada benim için Benjamin kadar kendisini özlettirmiyor..

12 Şubat 2010 Cuma

Shehata lafı giydirmiş

Mısır'ın Hocası Hassan Shehata, kendisi ile ilgilenen İsrail'e ayarı verirken...

"From the moment I was born I have been hearing about the Israel that murders Arabs, that bombs, that levels towns and villages - but this is the first time I have heard that Israel plays soccer,"

"Doğduğumdan beri İsraillilerin Arapları öldürdüğünü; Köylerini ve şehirlerini bombaladığını duyuyordum ama İsrail'in futbol oynadığını ilk kez duyuyorum."

Tüm röportaj için tıklayınız...

Rüya Takım 2010


2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nın Türkiye'de olması gerçekten gurur verici. Aynı zamanda elbette ki heyecan verici...

İstanbul, Ankara, İzmir ve Kayseri yazın sonlarına doğru baskete doyacak. Özellikle de İstanbul. ABD grup maçlarını burda oynayacak. Rüya Takımı 5 kez izleme fırsatı beni şimdiden fazlasıyla heyecanlandırıyor. Bilinçli mi bilmiyorum, Federasyona ABD-İstanbul bu seçiminden dolayı teşekkür ederim.

Bayram değil seyran değil bu post neden? Çünkü "Rüya Takım" açıklandı...

Kobe Bryant, LeBron James, Carmelo Anthony, Carlos Boozer, Chris Bosh, Dwight Howard, Chris Paul, Dwyane Wade, Deron Williams, Lamar Odom, Amare Stoudemire, LaMarcus Aldridge, Chauncey Billups, Kevin Durant, Rudy Gay, Eric Gordon, Danny Granger, Andre Iguodala, Al Jefferson, David Lee, Brook Lopez, Kevin Love, O.J. Mayo, Kendrick Perkins, Derrick Rose, Gerald Wallace ve Russell Westbrook.

Son olarak ilgilenen arkadaşlar için fikstürü verelim. Şampiyona yaklaştıkça Turiaf ve Deepman daha detaylı bilgi verecektir.

11 Şubat 2010 Perşembe

İngiltere Kaptanı Kim Olmalıydı?


Terry'nin malum hikayesinin ardından Capello kaptanlık pazubandını ondan alıp Rio'ya vermişti. Rio Ferdinand'ı severim ama kaptanlık konusunda soru işaretini de koyarım. Başka Milli takım olsa neyse ama söz konusu İngiltere olunca, kaptanlık alternatifi de bu kadar bolken pazubandın Rio'ya verilmesini çok mantıklı bulmuyorum.Bu arada kaptanlık seçiminin en zor olduğu ülke heralde İngiltere'dir...

Adaylar oldukça fazla olduğundan sizlerin de görüşünü merak ettim. Ben üzerindeki kırmızı formanın hatrına Rooney derim ama Gerrard, Beckham, Lampard, Neville ve yaşı gereği James de olabilir... Hoş Neville'i kaptan falan yapmam da, yine de tecrübesini düşünüp adını buraya yazdım. Ankete koymam ama. O kadar da değil...

Adaylarımızı sağ tarafa yazdım. Her şeye rağmen Terry kaptan olarak kalmalıydı diyenleri de unutmadım, onu da ekledim. Siz olsanız kimi kaptan seçerdiniz?

10 Şubat 2010 Çarşamba

ALS için Futbol Yazalım

"Geliri tamamen ALS MNH Derneği'ne bağışlanacak olan bir futbol kitabı projesi...

Anadolu futbolunu yazan bloggerlar olarak en büyük çabamız sesimizi duyurmaksa, sadece ama sadece Anadolu üzerindeki ilgisizliği biraz olsun kırabilmekse; sadece blog satırlarından değil; sahaflardan, kitapçılardan da insanlara seslenmeliyiz. Bunun için birkaç kitap yazıldı Türkiye'de, lakin çok büyük kitlelere ses duyurulamadı, Anadolu içinse hala aynı tas aynı hamam! İlgisizlik had safhada...

Bizler, biliyoruz ki Anadolu'da büyük bir potansiyel, lakin büyük olumsuz koşullar var. Bu olumsuz koşullardan birisi de, bilgisizlik. Madem takımını destekliyorsun, madem kalemine sarılıyorsun; sen de katıl! Destek ver...

Takımına dair yazabileceğin şeyleri, insanların ilgisini çekeceğini düşündüğün yönlerini; geçmişi, bugünü ve yarını harmanlayıp yaz...

Sayfa sayısı konusunda bir kısıtlama olmamakla beraber, 10 - 15 civarı bir sayfa sayısı olursa iyi olur. Yazı konusu olarak belli bir kıstasımız yok, sadece okuyanın gözünde takımın eskiden bulunduğu ve şimdi içinde olduğu koşullar, futbolun ana şartı taraftar, oyuncular gibi futbol ögeleri canlanmalı.

Futbol bizimle güzel, futbolu güzelleştirmek de bizim elimizde!

----

Yazıları yollamak veya projeye dair bilgiler almak için adres: flagg.a@gmail.com

Twitter: http://www.twitter.com/alsicinfutbol

Facebook Grubumuz: http://getir.net/kvo "

9 Şubat 2010 Salı

Sana kim saygı duysun


İşe giriş sürecinde yapılan görüşmelerde İnsan Kaynakları Departmanının zor -aslında zor değil ama akla o an gelmeyen- sorularından birisi de ne tür insanlarla anlaşamazsın sorusudur...

Ben işe girerken bu soruyu boş bırakmıştım. Herkesle anlaşabildiğimden değil; aklıma o an gelmediğinden. Geçen gün işyerinde İK Yöneticisiyle konuşurken aklıma geldi ve oluşan samimi ortamda içimi döktüm. Kendi kendini övmeyi seven insanları çok sevmem. Hatta hiç sevmem...

Bunlardan biri de Yılmaz Vural'dır. Çoğu insan Yılmaz Vural'ın saçma övgülerini makaraya alır ve bir şekilde eğlenir ama ben bunu yapamıyorum. Tribünler onunla dalga geçerken; o bunu farketmeyip daha da gaza geliyor ve üstüne biraz daha koyuyor. Sonrası bana patlıyor tabi...

Paşamız, yıllarca Anadolu'nun bütün renklerini giydi ama nedendir bilinmez(!) 3 büyüklerde bir türlü hoca olma fırsatı yakalayamadı. Bu artık Yılmaz Hoca için zor görünen bir ihtimal ki gözünü şimdi de Milli Takım'a dikmiş. Eyvallah ben saygı duyarım. Bu ülkede her hoca Milli takımı çalıştırmak ister. Ancak çıkıp da uygun aday benim deme... Bırak başkaları desin. Biraz mütevazi ol...

Bir kaç ay önce yaptığı densizliğe yenilerini eklemekte gecikmiyor maşallah. Yabancı istiyorlarsa da Alman vatandaşlığımda var temalı konuşmasına şimdi de "Yabancı Hoca'ya saygı duymam" özlü konuşmasını ekledi.

"Artık sıra bana geldi"...Konuşma böyle başladı. Maalesef, gerçekten böyle başladı. Artık sıra bana geldi ne demek. Senden sonra da benim o zaman.

Sonra da salladı Piontek'ten Aragones'e, Del Bosque'ye kadar... Ayıptır Hocam...

Şu ülkede bilmem kaç tane lisanslı antrenör var, bir tane bile mi Milli takım için hoca çıkaramıyoruz teziyle gelmeyin. Rusya, Hiddink ile Yunanistan, Rehhagel ile adam oldu.

Şu ülkeye adam gibi, kişilikli bir futbol oynatan Hoca'ya ihtiyacımız var. İmzamız olsun artık. İyi ya da kötü bir imza... Farklı bir kimliğimiz olsun. Danimarkalıya, Türk Milli takımı dendiğinde kafasında bir şeyler şekillensin.

Yılmaz Vural'a da buradan diyeceğim, Hocam git bi çay koy...

7 Şubat 2010 Pazar

2010 Kuraları


2012 Avrupa Şampiyonası eleme grupları belli oldu. Diğer grupların yorumunu daha sonraya bırakıp Milli takımımızın grubuna göz atalım...

Birinci torbadan sağlam bir takımın gelmesi muhtemeldi. Hırvatistan temennimizdi, olmadı. Fransa'nın Domenech ile devam edeceğini bilsem o da gelsin isterdim lakin bu pek mümkün değildi zaten. Onun dışında İngiltere ve İspanya'nın gelmediğine sevindim. Almanya'nın gelmesi Almanya'daki gurbçileri sevindirmiştir. Hoş diğer gurbetçileri de sevindiren bir kura oldu bizim için...

Almanya maçına odaklanmamız çok doğru değil. Nasıl ki TSL Şampiyonluğu Anadolu takımları ile oynanan maçlardan geçiyorsa, elemeler de benzer şekilde grubun orta ve alt seviye takımlarıyla oynanan maçlardan geçiyor. Grubun son torbadan gelen takımı Azerbaycan son yıllarda kısmen futbolda ilerlese de henüz bizimle baş edebilecek düzeyde değil. Azerilere ve Kazaklara puan kaybetmemeliyiz. Her ikisi de Andorra değil ama yine de bize göre oldukça alt seviyede takımlar...

4. torba takımları arıza çıkarma potansiyeli yüksek takımlar. Belçika'da bunlardan biri. 90 lı yıllardaki kadar kaliteli bir kadroları yok henüz ama iyi bir jenerasyon yakaladıkları da kesin. Vermaelen, Fellaini, Kompany, Witsel, Hazard, Dambele, Mirallas ve Defour son dönemlerde Belçika futboluna kazandırdıkları sağlam isimler. Bu jenerasyon Avrupa futbolunda adından çok söz ettirecek gibi. Bu sistem iyi işlerse bir kaç yıl içinde Belçika eski kimliğine kavuşur. Belçika kesinlikle küçümsenecek bir takım değil...

Avusturya bana göre Belçika'nın altında bitirir grubu. Kadrosunun hemen hemen tamamı Avusturya'da top koşturan oyunculardan kurulu. Ben büyük bir tehdit olarak algılamıyorum...

Gruba toptan bakmak şu anda ne denli doğru olur bilemiyorum. Almanya grubu lider bitirir diyemem zira Dünya Kupası sonrası hocası değişebilir ve bambaşka bir kimliğe bürünebilir. Yine de elbette en güçlü aday. Aynı şeyler bizim için de geçerli. Henüz hocamız belli değil. Mazallah Yılmaz Hoca falan gelirse, ilk 3'e giremeyiz. Belçika beklentilerin üstünde bir yer alır, Azerbaycan ile Kazakistan son 2'yi paylaşır...

Bundesliga'nın en iyisi


Kicker dergisinin adını sık sık transfer dedikodularında duyarız. Bu sefer başka bir haberle konuk olalım meşhur Alman Kicker'a... Dergi Bundesliga'nın ilk devresinin en iyisini seçmiş. Seçmenler ne taraftar ne de dergi editörleri. Seçmenler Bundesliga'nın 228 futbolcusu...

Haberi buraya taşıma sebebim ödülün Mesut Özil'e gitmiş olması. Ödülü Oliç almış olsaydı burdan sizinle paylaşıyor olmazdım açıkçası. Mesut'un aldığı ödülde 2. sırayı Kiessling, 3. sırayı da Ze Roberto almış. Sırf şu ödül bile Mesut'un gerçek bir Türk olmadığını gösteriyor. Türk olsaydı kendini bu kadar geliştirmezdi, Bremen'e transferi sonrası bi tarafı kalkar, kariyerini orta ayar bir takımda devam ettirir ve futbola Türkiye'ye de uğrayarak veda ederdi. Ancak Özil bunu yapmıyor ve her geçen gün kendini biraz daha geliştiriyor... Bir sonraki Avrupa Şampiyonasında muhtemelen Ballack'ın boşluğunu o dolduracak..

Ödüle tekrar dönelim. En iyi oyuncu ödülünün yanı sıra en iyi kaleci ve en iyi hoca ödülleri de verilmiş. En iyi kaleci Neuer ve Wiese'nin önünde Adler almış. Bu arada Almanlar sağlam kalecilerle geliyor, haberimiz olsun... En iyi hoca ödülünü de Mainz'in hocası Thomas Tuchel almış. Leverkusen'in hocası Heynckes 2. ve Schalke'nin hocası Magath 3. olmuş...

6 Şubat 2010 Cumartesi

SON 10 YIL ANKETLERİ



Ocak sonuna doğru anket sonuçlarını yorumlamayı planlıyordum ama Beşiktaş Kongresi araya girince kalmıştı. Kısmet bugüneymiş deyip hemen işe girişelim...

İlk anketimiz "Son 10 yılın en iyisi kim?"... Zizou aldı başını götürdü. Bu anket hakkında kısa bir yorum yapmıştım. Beni şaşırtan Zizou'dan çok Kaka'nın aldığı, pardon alamadığı oylardı. Brezilyalı çabuk gözden düşmüş anlaşılan...

2. anket "Son 10 yılın en antipatik ismi?". Son yıllara damgasını vuran Sivas'ın Don Kişot'u en antipatik isim olarak seçildi. Ben oyumu Emre Belözoğlu'na vermiştim, o da ikinci oldu. Mouriho ve Ronaldo beklediğimden daha fazla seviliyormuş, ya da diğer adaylar daha sağlammış...

3. anket son 10 yılda TSL'ye damgasını vuranlardı. Ben Beşiktaşlı olmama rağmen Alex konusunda tartışmam. Sergen'e olan sevgimi hiç bir şey ile kıyaslamam ama tarafsız kimliğim Alex der. Beklediğim gibi Alex 1. olurken; Sergen Baba 2. Kral da 3. oldu...

Dünya'da son 10 yılın en iyi kadrosu anketini geçtiğimiz sezonun Barça'sı aldı. Yeni ve hatırlarda olması da büyük etken tabi. Barça'yı Real izledi. Galacticos aradan geçen yıllara rağmen hala hatırlarda belli ki. Benim favorim Fransa, İspanya ile birlikte 3. oldu. Beklentimin altında kaldı... Canınız sağolsun...

3 Şubat 2010 Çarşamba

TBF'deki adam gerçekten adam mı?


Turgay Demirel'i bir basketbol adamı olarak hep takdir etmişimdir. Onun döneminde Türkiye Milli Takımı olsun, kulüp takımlarımız olsun dünya çapında büyük başarılara imza attılar. Bunun yanında ülkemizin iyi bir tanıtımı olması açısından büyük organizasyonlar, şölen maçları, final maçları vs. hep onun döneminde ülkemizde gerçekleştirildi. Bunlar ne kadar güzel olaylar değil mi? Şimdi bunları yapan bir adam nasıl ki başarılı biri gibi gözükse de, yaptığı bunca şeyden sonra bir talihsiz açıklaması bütün hedef oklarının üstüne gelmesine sebep oldu. Bence haklı mıydı? şimdi ondan bahsedeyim biraz.

Bilindiği gibi ülkemizde yargı kurumları sürekli baskı altına alınmaya çalışılıyor, hatta hükümet ile muhalefet arasında yaşananlara bakıldığında iki tarafında hoş olmayan yaklaşımları ile yargının karar sürecine etkiler söz konusu oluyor. Bu durumu iki tarafta kabul etmese de herkes her şeyin farkında. Özellikle sorgulama sürecinde amacı belli tartışma ortamları, yargı sürecine doğrudan müdahale olarak algılanıyor. Diğer yandan, verilen bir karara da, daha sonra suçlama cinsi yaklaşımlar mevcut olabiliyor. Bu durum bence yargı sürecinde yargıya müdahalenin en kötüsü. Verilen bir karara vurdumduymaz misali saygısızlık yapılıyor. İlk tutum yargılanan tarafın savunmasını gerektirdiği için, yapılan açıklamalar daha çok savunmaya yönelik kabul edilebilir. Bu durumda, Efes Pilsen'in yargı sürecine tamamen ve doğrudan bir müdahalesi bulunmamaktadır diye düşünüyorum. Olayın diğer tarafında ise Turgay Demirel var.

Sonucu bellirlenmiş bir kararın Tahkim'e taşınması çok doğal. Tahkim cezayı onaylama, yükseltme, düşürme, erteleme veya iptal etme hakkında sahip. Her şey kurallar ve yasalar çerçevesinde ilerlerken ve Tahkim tarafından son karar belirlendikten sonra, birisinin çıkıp konuşma hakkı var mıdır? Kesinlikle yoktur. Peki bu durumda biri çıkıp kendi düşüncesini haklıymış gibi göstererek ve suçlamalarda bulunarak kararı yargılıyor ve anlamsız gördüğünü söyüüyorsa ben buna ancak "zavallılık" derim. Evet yapılan zavallılıktan başka bir şey değildir. Turgay Demirel'in yaptığı ise zavallılıktan bile öte kanımca. Bir Federasyon başkanı nasıl olur da, Tahkim'in kararını yargılama zavallılığına kapılır anlam veremiyorum. Ki sadece onu yargılamakla kalmıyor, suçlamalar da bulunup, bazı kurum ve isimleri zan altında bırakarak büyük bir yanlış yapıyor. Hepsi keşke bu kadarla da kalsa...

Zamanlama çok önemli. Efes Pilsen Euroleague'de tur atlamış -ki Fenerbahçe Ülker'in atlaması bekleniyordu-, önemli maçlarda takımın arkasında durması gereken Türk Basketbol Federasyonu Başkanı takımı yalnız bırakmasına rağmen, hakemlere rağmen bir başarı yakalmış. Diğer yandan Milli Takım Koçu Tanjevic'in takımı FB Ülker elenirken büyük şok yaratmış. İşte bunun üstüne Tanjevic'i öven konuşmalar, Efes Pilsen'i zan altında bırakan suçlamalar geliyor. Hani FB futbol takımı başarısız olunca Aziz Yıldırım gündem değiştirir ya her seferinde -en son Eskişehirspor'a 2-1 yenildikten sonra Kulüpler Başkanlığı'nı bırakacam diyip tekrar başkan seçilmişti hatırlarsanız!!!-, işte bu sefer o görev Turgay Demirel'e verilmiş sanırım. Kendisi de görev olarak gördüğü için iyi yaptığını düşünüyorum açıklamaları, yoksa istese bu kadar içten yapamazdı bu açıklamaları. İşte gündem değiştirme diye buna derim ben...

Ayrıca Efes Pilsen hata yaptı diyelim, Rasim Başak final serisinde bayan masa hakeminin masasını tekmelerken sadece kişisel bir hata mı yaptı? Takımdakiler neler yaptı? O olaylar olduğunda niye sesini çıkartmadın? Niye gündemden hemen düştü bu olaylar? Niye gereken ceza!! verilmedi? Göstermelik cezalarla geçiştirildi...Niye??

Bütün gelişmeler dahilinde Efes Pilsen kulübü de bir kınama yazısı dağıtmış basına. Ne kadar da güzel. Avrupa'da Türkiye'yi temsil eden, vaktinde senin yüzünü güldüren bir takıma suçlamalar ile köstek olmanın sonucu bu işte. Sen şimdi FB'liler tarafından sevilen bir adamsın. Eyvallah!!! Ama bir gün bu olayların ağır yükünü sırtında hissettiğinde o FB'liler seni yalnız bırakacaklar. İşte o zaman, gerçekten basketbola gönül verenler kimler anlarsın sayın federasyon başkanım.
**Bu yazının öncesinde veya sonrasında Lambuja'nın BUKALEMUN yazısını okumanızı öneririm.

Demirören'e rağmen Beşiktaş


Beşiktaş Başkanlığına yine Yıldırım Demirören'in seçilmesi üzerine bir kaç gün önce yazacaktım ancak sinirlerimin biraz yatışmasını bekledim. Duygusallıktan kısmen de olsa kurtulup öyle yazmak istedim.

Bugün kısmen o kıvama geldiğimi düşünüyorum. Yine biraz duygusallık var üzerimde elbette. Söz konusu Beşiktaş olunca bu kadarından da arınmam pek mümkün görünmüyor.

Kaç milyon olduğunu bilmediğim Beşiktaş taraftarının eminim ki %80'den fazlası Başkan'ın Demirören olmasını istemiyordu. Aksu ya da bir başkası; Eminim ki çoğu Beşiktaşlı için çok da önemli değildi. Önemli olan isminin Yıldırım Demirören olmamasıydı...

Bir gün Bektaşi'nin birine iki şarap vermişler ve en kötüsü hangisi seç demişler. Bektaşi birini içtikten sonra bu demiş. Yahu nerden biliyorsun belki öbürü daha kötü, diğerini de iç öyle karar ver demişler. Yok! Gerek yok. Hayatta bundan daha kötü hiç bir şey olamaz demiş...

Bu şartlarda girilen seçimde Aksu yanlış politika izledi, şunu yapsaydı, bunu yapsaydı demeyeceğim. Demeye de gerek yok zaten. Herhangi biri her şartta bu seçimi kazanmalıydı; Kazanamıyorsa bu Beşiktaş'ın ayıbıdır. Beşiktaş Kongresi hala Demirören'e güveniyorsa Beşiktaş her türlü şeyi hakediyor demektir...

Anlam vermediğim ve gerçekten üzüldüğüm nokta burasıdır. Oy veren 4000 insan neyi dinledi de ikna oldu?

Mali tablo mu? Kulüp her geçen gün daha da dibe batıyor...

Sportif başarı mı? 6 yılda kazanılmış tek şampiyonluk. Avrupa'da hüsran hatta eziyet...

Amatör branşlarda başarı mı? Basketbol takımı kadrosundaki toplam 5 oyuncuyu bir sonraki sezon takımda tutamıyor. Yatırım yok, kendi yağında kavrulmaya çalışıyor ama olmuyor. Voleybolda durum daha da vahim. Hentbol dışında hepsinin hali harap...

Hani tüm bunlara rağmen kulüp gelecek vaadeder buna da eyvallah denir ama o da yok... Özellikle futbol takımında son dönemlerde taraftarı utandıran bir çok olay olmadı mı? Tabata'nın 8 milyon€'ya alınması, Liverpool'dan 8 yenilmesi, Drpiç'in alınıp, sonra disiplinsizlik yüzünden vazgeçilmesi; o olmadı yerine Gordon'un alınması, Gordon'un gözü bozuk diye yollanması ve bu oyuncunun bu sezon başka takımda Galatasaray'a karşı forma giymesi...

Tüm bunlar göz önündeyken neden ve nasıl oy atılabilir Demirören'e?

Bu adam 3 yıl daha başımızda maalesef. Onu bugünden sonra değiştirmemiz mümkün değil. Beşiktaşımızı bu yaramaz çocuktan kurtarmak da pek mümkün görünmüyor. Sadece isteklerimiz, dileklerimiz ve umutlarımız var. Uzun süre bir şeyleri değiştirebilmek adına savaş vermiş bir çok arkadaşım dükkanı kapattı. Ben buna niyetli değilim. Tadımız tuzumuz kaçtı ama bizler kaçmamalıyız. Duygusallığı bir kenara bırakıp bildiğimiz yolda yürümeliyiz...

Bir gün ormanda yangın çıkmış ve karıncanın biri de ağzına aldığı bir damla suyla yangına doğru yürüyormuş. Onu gören kamlumbağa, karıncaya ne yaptığını sormuş. Karınca da yangını söndürmek için su taşıdığını söylemiş. Kaplumbağa, o bir damla suyla yangını söndürebileceğini mi sanıyorsun demiş. Karınca, "Yangını söndüremeyeceğimi biliyorum ama en azından safımı belli ediyorum." demiş...

2 Şubat 2010 Salı

Başarı Öyküsü : Kırmızı Başlıklı At "Grand Ekinoks"


Grand Ekinoks. Bu ismi duyan yarış severler önce bir irkilir sonra onun başarılarıyla mutlu olduğu günleri anlatır. Şampiyon at olmanın getirdiği halka mal olmuş, son dönemdeki atların hiçbirinin Grand Ekinoks'un başarılarının yanına bile yanaşamadığı Türk Atçılığı'nda efsane olmuş bir attır.

Grand Ekinoks'un hikayesi aslında şansla başlayan ama gücüyle kendini kabullendirmesiyle devam eden gerçek bir efsaneye dönmüş. 2 yaşlılığında satılacak atlardan biri olan Grand Ekinoks'un yarış atlarında özellikle büyük kusur olarak görülen kambur olması yüzünden dönüp bakan olmamış. Şans kısmı işte tam bu sırada yüzüne gülmüş. Hala sahibi olan Ekinci 50.000 TL ile Grand Ekinoks'u satın almış. Çok umutlu muydu o zaman bu attan bilmiyorum ama kesinlikle riske girerek satın aldığını biliyordu.

Grand Ekinoks'un ahıra geldiği ilk günden itibaren şampiyonluk özellikleri göstermesi ise tam bir süpriz olmuş Ekinci için. Huysuz ve agresif tavırları, antrenmanlardaki dereceleri ile anlamış Ekinci şampiyon sahibi olduğunu. 2001 yılında ilk önemli koşu olan Tay Deneme Koşusunu, daha sonra Gazi Koşusunu ve ardından Cumhurbaşkanlığı Kupası Koşusu'nu da kazanarak yıl içinde 3 derbiyi de kazanan atlardan biri olarak triple crown yapmıştır.

Yarış hayatının ilk yılında yakaladığı başarıları sonraki yıllarda da farklı kupa koşularında gösteren Grand Ekinoks'un özellikle Türk Atçılığı'na yeni bir kapı açmış, Dubai International yarışlarında ilk yarışan Türk atı olmuş, burada şans verilmemesine rağmen ikinci olarak süpriz gerçekleştirerek daha sonra dünya şampiyonu olacak atlarımız Ribella ve Sabırlı'ya yol açmıştır. Bu açıdan da farklı bir yere sahiptir.

Dubai'den sonra son yarışına kadar büyük başarılarına devam eden, arada geçirdiği sakatlıklarla ise hayal kırıklığı yaratan Grand Ekinoks'un son yarışını ise hala unutamıyorum. Favori olduğu, ganyanı 1.20'lerde olan bir at olarak, yarışı sonlarda bitirmesi ile adeta kahrolmuştum. Aynı duyguları bütün yarışseverlerin de yaşadığına eminim. Böylesine büyük bir atın, şampiyon bir atın pistlere veda etmesi ki böyle bir yarışla olması bunun, gerçekten üzüntü vericiydi.

Şimdi hala adından söz ettirebilen bir at olan Grand Ekinoks bütün Türk Atçılığı tarihinde unutulmayacak Bold Pilot, Johnny Guitar, Yavuzhan, Haberbatur gibi altın harflerle kazınmış ve unutulmayacaktır.

*fotoğraflar yavuzhan.net'ten alınmıştır.

The Lost Supper


Lost 6. sezon açılışı bugün yapılıyor. Cumartesi gecesi Hawaii'de ilk bölüm plajda yayınlanmıştı. Bu gece açılış 2 bölüm uzunluğunda olacak ve sonun başlangıcını izlemek bizim için yarına kalacak.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Hacettepe Üniversitesi Spor Kulübü


Hafta sonu Ankara'daydım. Bu fırsatı değerlendirip, İTÜ'nün de yer aldığı TB2L'de oynanan Hacettepe Üniversitesi ve orman Gençlikspor maçına gideyim dedim. Abimizin de Üniversitesi olduğu için Hacettepeliler'in tirbününde yerimi aldım. Zaten maç ta Hacettepe Üniversitesi'nin Sıhhiye Yerleşkesinde yeni yapılan spor salonundaydı. Hacettepe Üniversitesi TB2L'ye çıkan takımın hedeflerini çok net bir şekilde 1.lig olarak belirlediği zaten salondan belli. Kulübün bunun gibi sevimli ve yepisyeni bir salonu olması onlar için büyük avantaj sağlıyor. Taraftarlar ile içiçeler. Diğer yandan İTÜ Ayazağa Spor Salonu'nun ufağını düşünün işte orası bu salon. Neyse salondan girdik takımdan bahsedelim biraz.

Takımda abilik görevini Kemal Tunçeri'ye vermişler. Bu maçta sakat olduğu için oynamadı gerçi ama takımda 100 sayı barajını aşan 5 topçudan biri de o. Takımın rakiplerine göre asist açısından büyük üstünlükleri mevcut. İstatistikler zaten açıklıyor her şeyi ama takımın guardlarının diğer takımlara göre üstün olduğu aşikar. Berent Kavaklıoğlu'nun her ne kadar daha genç olsa da diğerlerine göre tecrübeli olması, pota altında yine 1.lig tecrübesi olan Melih Yavşaner'in olması ve en önemli artılarının olduğunu düşündüğüm Özgür Adıgüzel'in takıma transfer olması. Yaşına rağmen takıma herkesden çok faydası olduğunu ve olacağını düşünüyorum. Bilindiği üzere TB2L'de tek yabancı oynatma hakkı da veriliyor takımlara. Hacettepe Üniversitesi Spor Kulübü'nde ise atletik bir Amerikalı olan Jermaine Thomas Dearman oynuyor. Kendisi takımın en skorer oyuncusu şu anda. J.D. diye sesleniyorlar ve gayet sempatik biri olduğunu maçtan sonra Hacettepe kızları ile yaptığı dans ile anlamış olduk. Bu arada Hacettepeli kızlara da bir alkış gönderilim buradan, 3 kişiler ama Efes kızlarına taş çıkartırlar, TEBRİKLER!

Antrenörleri Naci Özonay ile yıllardan gelen birliktelik ve Yardımcıları TED Kolejlilerden tanıdığımız Dr.Alp Bayramoğlu ve Burak Gören ile iyi bir sinerji oluşturmuş takım.

H.Ü.'nün özellikle takım oyunu konusunda bir bütün olduklarını, yardımlaşma ve oyun anlayışı olarak ileri seviyede olmalarıyla bu sezon 1.lig hedeflerine kolaylıkla ulaşacaklarından şüphem yok. Gruplarında an itibariyle 1. olmalarına rağmen play-off turunda daha çok konsantre olmaları gerekecek gibi.

Yetmez Yıldırım Demirören


Bazı şeyleri anlamak mümkün değil. Bunun üzerine yakın zamanda daha uzun bir yazı yazacağım ancak şimdiden konuyla ilgili bir post girelim...

Başkan yine Yıldırım Demirören seçildi. Benim kafam basmıyor, almıyor; sinirlerim artık elvermiyor...

O halde 4506 kişiye başarılarından dolayı bir şarkı armağan edelim... Osman Baydemir'den gelsin; "Bizi şahin ve güvercin diye ayırmayın" diyor sanatçı..