10 Mayıs 2014 Cumartesi

Anne

Sevgisini çok gösterebilen biri değilim. Aşırı duyguları genellikle yalnız yaşarım. Hatırlarım, iş yerinde çok sevdiğim biri ayrılırken ben poker face'imi takınmışken dünyanın en alakasız insanları göz yaşı döküyordu. Samimi gelmiyordu bana o güz yaşları ama insanın içini de bilemem doğrusu. Belki de duygu eşiği düşüktü. Sonrasında ben eve geldiğimde yaşamıştım o duygu selini...

Muhtemelen çocukluktan kalma bir şeydir. Mutsuzluk gibi mutluluğu da dışa vurmam. İnsanların fazla duygusal bulmadığı konularda daha rahatım ama duygu yüklü konularda daha durgun yaşıyorum. Kendi içimde yaşıyorum.

Bu psikolojim sadece arkadaşlarıma karşı da değil. Aileme karşı da böyleyim esasında. Anneme karşı da... Sevgimi çok belli edemem. Etmeye çok ihtiyaç da duymuyorum sanırım. Herhalde seviyorum ailemi, bunu ispatlamam mı gerekiyor? Annemi de öyle. Seviyorum onu ama pek söyleyemem. İçimden gelmediğinden değil. Neden olduğunu bilmiyorum...

Bundan 11 yıl önce İstanbul'a geliyordum. Gaziantep'ten otobüse bindim. O ana kadar her şey yolundaydı ama aşağıda annemin ağladığını gördüğümde kendimi tutamadım. Yine kısık kısık ağladım ama çok ağladım. O sahne aklımdan çıkmaz mesela. İyi resim çiziyor olsam ilk onu çizerim. Yüzünü buruşturan ve evladından ayrıldığı için ağlayan anne. Dünyanın en samimi duygusu insanın evladına karşı hissettiğidir sanırım.

Aslında evvelinde de annem sinyali vermişti. Eşyalarımı valize koyarken de tutamamıştı kendini. O an uzak bir yere gidecek olmanın etkisini çok fazla hissetmediğimden, benzer duygular yaşamadım. Ancak otobüste artık uzaklaşıyordum. O yüzden otobüsleri sevmem. Bana ayrılığı hatırlatırlar. Küçükken de aynı hisleri yaşamışlardı hep. Babaannem ve dedemden ayırıyorlardı beni, amcamdan ayırıyorlardı...

Kimi zaman oturur bunları düşünürüm. Bunları ve anneme ilgili başka şeyleri. Düşünürken vicdan azabı çekerim bazen de. Kendimi sorgularım. Duygularımdan şüphe ettiğimden değil. Çocukluğumu yargılarım mesela. İlkokula giderken çarşamba günleri beslenmede meyve suyu vardı. Annem bana evde meyve suyu hazırlamak isterdi. Ben istemezdim. Gidip o bakkaldan kutu meyve suyu almak isterdim. Bir çarşamba sabahı yine aynı şeyi yaşıyorduk. Annem, evde sıkayım sana dedi. Ben istemedim. Kutu olsun istiyorum, kutuya koy o zaman dedim. O incecik delikten kutuya koymaya çalışıyordu kadıncağız. Sırf benim aptalca inadım yüzünden. Memnun kalmadım. Kutuya da büyük ölçüde koymuştu aslında. Ben bunu istemem dedim. Annem mutfakta yokken onu üst komşumuzun çocuğuna verdim. Annemin hazırladığı ve emek emek kutuya koyduğu meyve suyunu içti. Daha fazlasını da istedi üstelik. Annem geldi. Meyve suyunu üst komşumuzun çocuğuna verdiğimi söyledim. Bana kızdı. Bir insanın bir şeye emek verdikten sonra, emeğinin boşa gittiğini görmesi ağır yaralar beni. Elime parayı tutuşturdu ve bakkala yolladı meyve suyu almaya.

Evet çocuktum, daha 1. ya da 2. sınıfa gidiyordum. Aklım da, vicdanım da o kadardı. Duyarlı olmamı, olgun davranış göstermemi beklemek tuhaf olurdu ama ben bugün hala çok üzülürüm bu olaya. Şu an yazarken bile bir tuhaf oldum.

Annem bu olayı hatırlamıyordur bile. Unutmuştur, belki unutacak kadar bile aklına kazımamıştır. Ama benim içimde yaralayıcı olarak kalmış. Belki de beni ben yapan şeylerin içinde bunlar da var. Yaşanması gerekiyormuş ve yaşanmış.

Annenizi, babanızı çok sevin. Sevgiyi en fazla hak edenler onlar.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

''Annenizi, babanızı çok sevin. Sevgiyi en fazla hak edenler onlar.'' Tabii yitip gitmeden önce...