31 Mayıs 2012 Perşembe
Portekiz'in forma numaraları
Kadrolardan sonra numaralar da açıklanmaya başladı.
1- Eduardo, 12- Rui Patrício, 22- Beto.
21- João Pereira, 19- Miguel Lopes, 3- Pepe, 2- Bruno Alves, 14- Rolando, 13- Ricardo Costa, 5- Fábio Coentrão,
16- Raúl Meireles, 4- Miguel Veloso, 6- Custódio, 8- João Moutinho, 20- Hugo Viana, 15- Rúben Micael.
7- Cristiano Ronaldo, 17- Nani, 10- Ricardo Quaresma, 18- Varela, 9- Hugo Almeida, 11- Nélson Oliveira, 23- Hélder Postiga
21- João Pereira, 19- Miguel Lopes, 3- Pepe, 2- Bruno Alves, 14- Rolando, 13- Ricardo Costa, 5- Fábio Coentrão,
16- Raúl Meireles, 4- Miguel Veloso, 6- Custódio, 8- João Moutinho, 20- Hugo Viana, 15- Rúben Micael.
7- Cristiano Ronaldo, 17- Nani, 10- Ricardo Quaresma, 18- Varela, 9- Hugo Almeida, 11- Nélson Oliveira, 23- Hélder Postiga
Portekiz'in forma numaraları. Gözler önce Cristiano'yu sonra bizim çocukları arıyor. CR7, her zamanki gibi 7 numarayı almış. Almeida 9, Quaresma 10. Nani, ManU'daki numarası 17'yi giyecek.
Quaresma 10 dışında herşey yolunda...
30 Mayıs 2012 Çarşamba
İngiltere Forma Numaraları
İngiltere'nin EURO2012 kadro numaraları açıklandı. Lampard 8 numarayı alınca Gerrad 4 numaraya kaymış yine. Rooney 10 numarasını vermemiş. 26 ile tanıdığımız Terry mecburen 6.
1. Joe Hart
2. Glen Johnson
3. Ashley Cole
4. Steven Gerrard
5. Gary Cahill
6. John Terry
7. Theo Walcott
8. Frank Lampard
9. Andy Carroll
10. Wayne Rooney
11. Ashley Young
12. Leighton Baines
13. Robert Green
14. Phil Jones
15. Joleon Lescott
16. James Milner
17. Scott Parker
18. Phil Jagielka
19. Stewart Downing
20. Alex Oxlade-Chamberlain
21. Jermain Defoe
22. Danny Welbeck
23. Jack Butland
29 Mayıs 2012 Salı
EPL 2011-12 Sakatlık Tablosu
Man City müthiş çekişmeye sahne olan bir sezonu son dakika golüyle, hatta son dakika golleriyle rakibi Man Utd ile aynı puanda ama averaj üstünlüğüyle lider bitirdi ve şampiyon oldu. Ve bugün bir çok yerde Man Utd devrinin bittiğinden, Man City'nin artık Premier Lig'i götüreceğinden bahsediliyor. Bu şu ana kadar duyduğum en saçma tezlerden biri.
Şunu baştan söyleyeyim. Man City gelecek yıl daha iyi bir takım olabilir. Çünkü henüz tam takım diyemeyiz ve gelecek yıl daha da oturmuş olacaklar. Zayıf bölgelere takviye yapacaklar ve muhtemelen o bölgeler de biraz daha iyileşecek. Tüm bunları kabul ediyorum ama Man Utd da bunları yapacaktır. Zaten şu an dünyanın en iyi takımlarından biri ve takım oyununu en iyi oynayan ekiplerden biri, o yüzden bu konuda bir gelişme kaydetmeyecektir belki ama o da transfer yapıp eksik bölgeleri güçlendirecektir. Üstelik bu etki Man City'de olandan çok daha fazla olacaktır.
Bu sene City ile aynı puanla ligi bitiren takım sezon boyu en fazla sakatlıktan çekmiştir. City'nin Kompany'siz günleri hüzünlü, tedirgin, endişeli geçerken sezon boyu en iyi savunmacısından yoksun oynayan Man Utd, o kadar sızlanmamıştır. Vidiç'in Man Utd savunması için önemi Kompany'nin City için öneminden daha az değildir. ManU bunu Evans, Smalling, Phil Jones gibi adamları oynatarak kapatmaya çalışmıştır. Man City Saviç'e o kadar güvenememiştir. Man Utd'da Evra'nın stoper çıktığı maç hatırlarım mesela. Bunu işin fantazisine kaçarak yapmadı Sir Alex. Eldeki tüm savunmacılar sakat olduğu için yaptı.
Evet Scholes sezon ortası geri döndü, çünkü Carrick, Fletcher sakattı ve Fletcher'dan bu sezon çok az faydalanabildiler. En formda döneminde Valencia gitti ve yerine bir başkasını monte etti. Çark bir şekilde döndü, tüm bu sakatlıklara rağmen. Kadro alternatifsiz diyemeyiz, stoper olarak sezona Rio, Vidiç, Smalling, Evans ve Phil Jones ile başlandı. 25 kişilik bir kadro için 5 stoper iyidir.
Liste yukarıda. Man Utd forması giyen oyuncular toplamda 1681 günü sakat geçirmiş. Bu çok ciddi bir rakam. Hele hele City ile kıyaslandığında önemi daha da artıyor. Uzatmaya gerek dahi yok, liste var. Man City sezon boyu sakatlıktan en az çeken takım, United ise en fazla. Buna rağmen lig aynı puanda bitmiş, uzatmalarda gelen iki golle şampiyonluk kaçmış. Bunları üst üste koyduğumda hala Man Utd önde diyorum.
Sen misin milli marşı okumayan!
Büyük turnuvalar dışında milli maçları izlemem. Mazisi sağlam maç olursa izlerim sadece. Mesela İngiltere - Almanya maçını izlerim ama Türkiye - Belarus maçının benim için hiçbir anlamı yoktur. Milli takımlar dediğimiz şeyin de biraz netleştirilmesinin gerektiğini düşünüyorum. Milli diyorsak gerçekten milli olmalı. Mesela Aurelio bizim takımda asla oynayamamalı. Ya da Senna İspanya milli takımında oynayamamalı. Bunun gibi onlarca örneği var, hepimiz biliyoruz.
Adem Ljajiç ile Sırbistan milli takımının arası gergin. Sırplar, Ljajiç'i şimdilik de olsa kadrodan çıkardı. Sebep tuhaf. İspanya maçında milli marşı söylememiş olması. Mihajloviç, Sırp oyuncuyu evine gönderdi, kapılar tamamen kapanmadı ama şu anda kadroda olmayacak dedi.
Ljajiç en son lig maçında hocasına atarlanmış, dayağı yemişti. Şimdi de Mihajloviç'ten kesik yedi. Mthiş bir yetenek ve ismi farklı konularda ortaya çıkıyor.
Bu arada ben cezayı anlamsız buluyorum. Milliliği tartışılır milli takımlardan, marşı söylemediği için ceza yemek!
28 Mayıs 2012 Pazartesi
Eden Hazard Nereye Gidiyor?
Hazard, çok şükür Messi ya da Ronaldo değilmiş. Adam kırk yılın başında transfer olacak iyice yıldız tribine girdi. Sürekli "Şu zamandan sonra açıklayacağım" deyip, sonra "Daha sonra açıklayacağım" diyor. Her gün hakkında başka şey yazılıp, çiziliyor. Artık gitse de kurtulsak.
Önce Manchester'a gideceğim dedi ama hangisi olduğunu açıklamadı. Sonra kırmızı forma giyeceğim dedi. Ahan da ManU dedik. Sonra Chelsea de olabilir dedi. BBC, ManU'ya gidecek dedi. L'equipe, Chelsea ya da düşük ihitmalle ManU dedi. ManU diğer taraftan Kagawa'nın peşinde.
EURO 2012 B Grubu
EURO 2012'de B grubu ile devam edelim. A grubuna göre oldukça güçlü takımlar var. Hatta net olarak turnuvanın ölüm grubu. Birinci torbadan Hollanda, ikinci torbadan Almanya, üçten Portekiz ve dörtten Danimarka gruba dahil oldu. Favoriler Hollanda ve Almanya elbette ama Portekiz sürpriz yapmaya hiç de uzak değil. Her ne kadar eksikleri çok fazla olsa da ve bir hazırlık maçı olsa da Almanya'nın İsviçre'den 5 yemesi akıllara soru işareti getirmiyor değil. Hollanda'nın ilk 2'de olması da garanti değil. Portekiz, Hollanda'yı da aşağı alabilir. Herşey bir kenara 92 ruhu Danimarka'yı üste de taşıyabilir. Favoriler Hollanda ve Almanya ama Portekiz sürpriz yapar gibi geliyor bana.
HOLLANDA
Hollanda elemelerde tek mağlubiyet ve 9 galibiyetle grubu lider tamamladı. Arkasına yapışan ise İsveç olmuştu. Görece kolay bir gruptu aslında ama bu 27 puanlık performansa gölge düşürmez. Küçük takımları yenmek de büyük iştir. Yaklaşık 1.5 yıl boyunca süren elemelerde her maça ayrı konsantrasyonla çıkıldığı düşünüldüğünde, 9 galibiyet muazzam bir başarıdır.
Son iki hazırlık maçında mağlup olduğunu not düşelim. Takım yavaş yavaş ısınacaktır. Önünde iki hazırlık maçı daha var ve sonrasında Danimarka ile turnuvayı açacaklar. Son Dünya Kupası finalisti Hollanda'nın iyi bir jenerasyona sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kabul ediyorum 90'lardaki jenerasyon daha iyiydi ancak bu jenerasyon da özellikle hücum hattına bakıldığında insanı heyecanlandırıyor.
Portakalların müzesinde Dünya Kupası yok. 3 kez finalden döndüler. Avrupa Şampiyonası karneleri de oldukça iyi. Gullit, Keoman, Rijkaards, van Basten gibi yıldızlarla kazandığı 88 Avrupa Şampiyonluğu en büyük başarıları. 92,2000 ve 2004'te de yarı final, 96 ve 2008'de de çeyrek final oynamayı başardılar. Özetle 88'den beri en az çeyrek final görmüş bir takımdan bahsediyoruz.
Bert van Marwijk'in 23 kişilik kadrosu göze hoş geliyor. kalede Stekelenburg'un yanı sıra Vorm ve Krul gibi bu yıl EPL'de müthiş performans göstermiş iki kaleci daha var. Savunmada Ajax'lı van der Wiel, Everton'lu Heitinga ve Malagalı Mathijsen var. Orta sahada kaptan Bommel, çirkin de Jong, Barça'nın tutmayan genç oyuncusu Afellay ve yıldızları Vaart, Robben ve Sneijder var. Hücumda ise Kuyt, RVP, Huntelaar ve genç yıldız Luuk de Jong bulunuyor. Özellikle hücum hattı ve total futbol bize keyifli maçlar vaad ediyor.
Portakallar'ın özlediğimiz oyuncularına da bakıp Almanya'ya geçelim. Kluivert, Bergkamp, Nistelrooy, van der Sar, Overmars, Davids. Çok eskilere gitmedim, gidersek işin içinden çıkamayabilirdik.
ALMANYA
Kongo'yu anlatmak Almanya'yı anlatmaktan daha kolay olabilir. Almanya hakkında bilinmedik bir şey söylemek zor. Bu kadar göz önünde oyuncular ve bu kadar göz önünde bir takım. 2012 elemelerinde bizim grubumuzdaydı ve ezici bir istatistikle tüm maçlarını kazanarak 30 puanla turnuvaya katıldı. Grubumuzdan önce de Dünya Kupası üçüncüsü olmuştu. 2006'da da 3. olmuştu, 2002'de de final oynamıştı. Evet son 3 Dünya Kupası'nda son günü gören bir takımdan bahsediyoruz. Üstelik söz konusu turnuvayı 3 kez kazanmış bir takım. Gel Avrupa Şampiyonası'na 2008'in finalisti, 2004 ve 2000'de biraz durgun ama 96'nın şampiyonu ve 92'nin finalisti. Bu turnuvada da çok farklı birgidişat yok. 3 kez kupa alınmış, 3 kez de finalde kaybedilmiş. Daha ne olsun...
Löw turnuva için geniş bir kadro çağırdı. Kadro 23 kişiye düşürülecektir. Mevcut kadroda 4 kaleci var ve üçü oldukça iyi. Neuer, Wiese ve ter Stegen. Kaleyi Neuer koruyacaktır. Savunmada Höwedes, Hummels, Mertesacker, Lahm, Boateng, Badstuber gibi kendi takımları için de önemli oyuncular var. Biraz Mertesacker bunların dışında kalıyor. Ortasahada Real'in ikilisi Mesut ve Khedira, Dortmund'un yeni Türk'ü İlkay, diğer Dortmund'lu ve geleceğin en büyük yıldızlarından biri olarak gösterilen Götze, yeni Dortmundlu Reus, yeni Arsenalli Podolski ve Bayern'in üçlüsü Kroos, Bastian ve Müller. Müthiş bir ortasaha hattı. Forvette ise Klose, Gomez ve Cacau. Fransa'da kadro kalitesi oyunun üzerindedir. Yani o kadroya layık futbol oynayamaz Fransa ama Almanya tam tersi. Kadro kalitesinin üzerinde bir oyun beklentisi var. Almanya, tam bir turnuva takımıdır.
Almanya tarihinde ismi anılması gereken o kadar çok futbolcu var ki, turnuvaya kadar yazsam ancak yetiştiririm. Matthaus, Klinsmann, Rummenigge, Völler, Kahn, Brehme, Möller, Kohler, Sammer, Hassler, Ballack, Bierhoff, Vogts, Brehme, Maier, Müller, Beckenbauer ve daha ismi anılması gereken onlarca isim.
PORTEKİZ
Turnuvada desteklediğim takım. Beşiktaşlılarla ne kadar alakası var emin değilim. Kesinlikle vardır ama çok da onlara bağlı değil. Öncesinde de Portekiz'i severdim. Ronaldo, Nani, Fernandes, Deco bu formayı bana sevdiren isimlerden birkaçı.
Bu turnuvaya çok kolay gelen bir takım değil. Aynı gruptaki Danimarka'nın arkasından ikinci oldu. Paly - off'ta Bosna'yı resmen harcadı ve 0-0'ın rövanşında 6-2 ile geçerek turnuvaya geldi. Bana kalırsa şanssız bir eşleşmeydi, zira ikisini de bu turnuvada görmek isterdim. Bu arada aynı gruptaki Danimarka'yı ilk maçta Nani (2) ve Ronaldo'nun golleriyle 3-1 yendi ancak ikinci maçta Ronaldo'nun golüne rağmen 2-1 kaybetti.
Paulo Bento'nun oyuncu seçimi biraz eleştirildi. Özellikle çok iyi bir sezon geçiren Fernandes'in kadroya alınmaması tepki topladı. Kaleleri çok sağlam değil. Zaten Baia'dan sonra çok sağlam olmadı. Eduardo, Beto ve Patricio var ama üçünü toplasan kaç kaleci eder? Stoperler çok sağlam: Pepe ve Bruno Alves; sol bek iyi Coentrao, diğer taraf için Perepra sağlam adam. diğer savunmacılar da kötü değil Rolandı, R.Costa ve Miguel Lopes. Orta saha takımın en iyi yeri. Meireles, Nani, Moutinho, Velosu, Hugo Viana, Varela ve Quaresma. Forvet ise Ronaldo, Postiga ve Almeida. Ronaldo'nun aslen forvet olmadığını düşünürsek zayıf bir son ayağı var. Öyle olunca ara ayaklar son ayak görevi görüyor. Carvalho da, Fernandes gibi kadro dışı kalan bir başka isim. Real Madrid'li oyuncunun hoca ile arası açık.
Mazisi kötü değil. 66 Dünya Kupası 3.lüğü, 2006 yarı finali ve 84, 2000 Avrupa Şampiyonası yarı finali, 2004 finali ve 2008 çeyrek finali. Özellikle 2000'den sonra iyi bir çıkış yakaladılar. En iyi jenerasyonlarından biri bugünlere tekabül ediyor. Belki 5-6 yıl öncesine demek aha doğru olur. Artık Luis Figo, Couto, Pauleta, Rui Costa, Joao Pinto ve Simao gibi oyuncuları yok ama yine de turnuvanın renk katabilecek takımlarından biri.
DANİMARKA
Grubun kağıt üzerinde en zayıf takımı olmasına rağmen fena takım sayılmaz. A grubunda olsa çeyrek final şansından bahsedebilirdik. Elemelerde Portekiz'in üzerinde bitirerek, şampiyonaya doğrudan katılma başarısı gösterdi. Hazırlık maçında Brezilya karşısında çok etkili olamadılar. Elbette bunda rakibin Brezilya olması da büyük etken. Çoğu takım gibi onlar da an itibariyle turnuvaya çok hazır görünmüyor. Daha önümüzde yaklaşık 2 haftalık süre var ve bu süre hazırlanmak için iyi sayılır.
Morten Olsen'in kalesi sağlam. Sorensen ve Lindegaard gibi fena sayılmayan iki kalecisi var. Muhtemelen bu iki kalecinin yerine daha sağlam tek kaleciyi tercih ederdi. Yine de kalesinin Portekiz'den daha sağlam olduğunu söyleyebiliriz. Agger ve Kjaer gibi iki sağlam stoperi var. Bir başka savunmacı tecrübeli Jacobsen kadronun en yaşlı isimlerinden biri. Orta sahada Poulsen, Kahlenberg, Eriksen ve Zimling gibi yetenekli isimler var. Hücumda ise tecrübeli Rommedahl ve Arsenal'in sezonu Sunderland'de geçiren oyuncusu Bendtner bulunuyor. Kadro, grubun en zayıf kadrosu, bu da gruptan çıkma şansını azaltıyor. Tecrübeli Martin Jorgensen'in yanı sıra Kadrii, Mathias Jorgensen, Morten Rasmussen gibi genç oyuncuların aday kadroya çağırılmadığını da not düşelim. Takımın belki de en büyük avantajı ise hocalarının takımı çok iyi tanıyor olması ve oturmuş bir sistemlerinin olması.
Takımın önünde öpthiş bir 92 örneği var. Bu oyuncuları muhtemelen motive edecektir. O zaman da grupta İngiltere ve Fransa'yı saf dışı bırakmışlardı. Bugün de grupta Hollanda ve Almanya gibi iki dev var. Oyuncular birer Schmeichel, Laudrup, Povlsen, Olsen olmak isteyecektir.
26 Mayıs 2012 Cumartesi
EURO 2012 A Grubu
EURO 2012 için yavaştan ısınmaya başlayalım. Yanda anket devam ediyor. Favoriniz ve desteklediğiniz takım için iki ayrı anket var. Hala cevap vermediyseniz, unutmadan oyunuzu alayım.
Şampiyonaya 16 takım katılıyor. 4 grupta mücadele edecek 16 takım ve ilk 2 sırayı alanlar bir üst tura çıkacak ve kalan 8 takım çeyrek final mücadelesi verecek. Kura çekimi yok, eşleşmeler sıralamaya göre belli olacak. A grubu ile B grubu, C grubu ile de D grubu çapraz eşleşecek ve yarı finalde de yine önceden belirlenen eşleşme statüsüne göre takımlar birbiriyle oynayacak. Çeyrek ve yarı final maçları eşit biçimde Ukrayna ve Polonya’da oynanacak, final maçı ise Kiev’de.Grupları tek tek inceleyelim. Bu yazıyı da A grubuna ayırmış olayım. Birinci torbadan Polonya, ikinci torbadan Rusya, 3’ten Yunanistan ve 4. Torbadan da Çek Cumhuriyeti geldi. Kâğıt üzerindeki en kolay grup. Elbette kısmen öne çıkanlar var ama takımların güçleri birbirinden çok uzak değil. Bu sayede çekişmeli maçlar izleyebiliriz.
POLONYA
Grubun net favorisi yok. Polonya ev sahibi olmanın avantajını kullanmaya çalışacak. 70-80’li yıllardaki başarılarından sonra kontak kapatan bir ülke. 90’lardan itibaren turnuvalarda çok başarılı oldukları söylenemez. 2002 ve 2006 Dünya Kupaları’nda ilk turda turnuvaya veda etmişlerdi. Euro 2008’de ise yine grup aşamasında evlerinin yolunu tutmuşlardı. Bu şampiyonaya katılmak için eleme oynamadılar. Ev sahibi avantajını kullanarak geldiler.
Hocaları tecrübeli bir isim. 63 yaşındaki Franciszek Smuda. Kariyerinde Wisla Krakow, Lech Pozman ve Legia Warsaw gibi takımlar var. 2009’dan itibaren de Polonya milli takımının hocalığını yapıyor. Kariyeri şampiyonlularla dolu olmasa da Polonya liginde yaşadığı 3 şampiyonluk dikkat çekiyor. Smuda’nın kariyerinde dikkat çeken bir başka nokta ise 89-93 yılları arasında Altay ve Konyaspor’u çalıştırmış olması.
Polonya futbolu 70'li 80'li yıllardaki başarısından çok uzak. Hem kulüp bazında, hem de milli takım bazında başarıda ciddi düşüş var. 92’deki Olimpiyat ikinciliği sonrası 2000’lerden itibaren biraz daha derli toplu görünüyorlar. Bugün kadrolarında tanıdık isimler var. Turnuvanın 26 kişilik aday kadrosunda en sağlam bölge kale gibi görünüyor. Arsenal’in as ve yedek kalecisi Szczesny ve Fabianski, milli takımın da kalesini koruyan isimler. Savunmada Dortmundlu Piszczek, Sochaux’lu Perquis, Bremenli Boenisch ve Anderlecht forması giyen Wasilewski öne çıkan isimler. Ortasahada Jakub Blaszczykowski, Obraniak, Mierjewski, Dudka, Murawski Avrupa’da forma giyen, fena sayılmayacak kalitede oyuncular. Bizim yakından tanıdığımız Grosicki de kadroda ve hiç de fena sayılmaz. Forvette Dormund’un sağlam forveti Lewandowski’ye güvenecekler. Brozek’lerin Pawel’inni de listede bulunduğu diğer forvetler bir, hatta birkaç çıt altta. Hemen belirtelim geçen sezon Trabzonspor forması giyen stoper Glowacki yedek kadroya dahil edildi.
Polonya denince akla gelen, an azından benim aklıma gelen Zewlakow, Jacek Bak, Smolarek, Waldoch, Zurawski, Frankowski, Olisadebe ve Kosecki’yi hatırlatayım ve Rusya’ya geçeyim.
RUSYA
Grubun belki net favorisi yok ama en iyisi de Ruslar gibi görünüyor. Hem formda oluşları, hem kadroları, hem de hocaları itibariyle diğer takımlara nazaran daha güçlü duruyorlar. Tarihin tozlu sayfalarını açarsak Ruslar hakkında çok şey yazmak durumunda kalırız. Son iki Dünya Kupası’na katılamamış olsa da özellikle 50’li-60’lı yıllarda adından fazlasıyla söz ettirmişti. Sonrasında da en azından katılma başarısı göstermişti. Son olarak 2002 Dünya Kupası’nda boy gösterdi ve gruplarda takıldı. Avrupa Şampiyonası’nda ise daha başarılı: 2008’de yarı finalist olmuşlardı. 60’ta da Fransa’da düzenlenen turnuvada şampiyonluk ipini göğüslemeyi başarmışlardı.
Kadrosu Polonya ile karşılaştırılmayacak kadar sağlam. Oyuncuların neredeyse tamamı Rusya Ligi’nde oynuyor olsa da kaliteli bir oyuncu profiline sahip. Sezonu Fulham’da tamamlayan Pogrebnyak ve Sporting forması giyen Marat İzmailov lejyonerleri. Kalede Akinfeev gibi sağlam bir kaleci var. Zenit’in kalecisi Malafeev de gerektiğinde sorumluluk alabilecek potansiyelde. Savunmada Ignashevich, Berezutskiy, Anyukov ve Zhirkov gibi üst düzey oyuncular var. Orta sahada Izmailov, Dzagoev, Zryanov, Shirokov, hücumda ise Arshavin, Kerzhakov, Pavlyuchenko, Pegrobnyak gibi kaliteli isimler var. Peki bu oyuncular takım mı? Advocaat hiç de fena sayılmaz. Slovakya, Ermenistan, Irlanda gibi takımların bulunduğu eleme grubundan birinci çıktılar. Rakipler çok zorlu değildi ama birinci çıkmış olmaları küçümsenmemeli.
Aleksei Berezutskiy takımdaki yerini alırken Vasili kadroda yer bulamadı. Spartak’a dönüş yapan Bilyaletdinov da kadroda yok. Lokomotifli Torbinskiy ve Spartaklı Sheshukov da Polonya’ya götürülmeyecek diğer isimler.
Yine şöyle bir maziye gidelim ve Onopko, Karpin, Beschastnykh, Semak, Mostovoi, Kiryakov, Kolyvanov, Kanchelskis, Nikiforov ve bir dönem Beşiktaş forması da giymiş Khlestov’u hatırlayalım.
YUNANİSTAN
Yunanistan’da mili takım bazında futbol 2004 öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılabilir. Yunanistan’ın milli takımlar düzeyindeki tarihini hepimiz hatırlarız. Öncesi muhtemelen “Biz 1973’te Almanya’yı ne güzel yenmiştik” ten ibarettir. Sonrası ise müthiş: Savunma futbolu ve gelen Avrupa şampiyonluğu. O günden sonra da ciddiye alınır bir ekip olarak hafızalarda kalan Yunanistan.
Hocaları 2010’dan beri görevi sürdüren PAOK’un ve AEK’in eski hocası Portekizli Fernando Santos. Turnuvaya Hırvatların ve İsrail’in önünde grubu lider bitirerek doğrudan katıldılar. Gruptada Rusya ile birlikte ikinci tura yakın takım.
Kadrosunun Rusya kadar sağlam olduğunu düşünmüyorum. Polonya ile kıyaslandığında da daha iyi. Kalede Sifakis ve Tzorvas var. Eskisi kadar sağlam değil bu bölge. Savunmada Bremen forması giyen Papastathopoulos, Schalke’li Papadopoulos, Olympiakos’lu Torosidis iyi isimler. Ortasahada bir dönemlerin büyük beklentisi Karagounis, Katsouranis ve yıldız adayı Sotiris Ninis. Hücum ise görece daha sağlam: Samaras, Salpingidis, Gekas. Kadroda yer bulamayan tanıdık isimler de var: APOEL’in kalecisi Chiotis, PAO’lu Vyntra ve Charisteas.
Yunan futboluyla özdeşleşmiş, hatırlanması gereken isimler ise Zagorakis, Basinas, Dellas, Kapsis, Apostolakis, Nikopolidis, Giannakopoulos, Machlas, Nikolaidis ve Seitaridis.
ÇEK CUMHURİYETİ
Çok sağlam bir futbol ekolü. Çekoslovak ekolünden gelen Çekler 94 yılından beri Çek Cumhuriyeti adı altında futbol sahnesindeler. Daha yeni kurulmuş bir takımken 96'da final oynamaları onların ne denli güçlü olduğunu gösterdi. Nedved, Berger, Kuka, Pobosky, Bejbl, Kadlec ve Hornak gibi müthiş bir jenerasyon ve Avrupa şampiyonlası finali. Çek Cumhuriyeti için film bundan daha iyi başlayamazdı. Sonrasında bunun kadar büyük başarı yakalayamadılar ama 2004'te bu sefer Portekiz'de yarı finale kadar geldiler. Bu sefer kadro bambaşkaydı Cech, Grygera, Ujfalusi, Jankuovski, Rosicky, Baros ve Koller vardı. Poborsky ve Nedved ise olgun çağındaydı.
Şimdi kadro yine bambaşka. Bu sefer Nedved, Poborsky gibi isimler yok. 2004'ün oyuncuları da artık yaşlı. Kimi için olgun çağı, kimi için ise çok şey bitti. Cech, Drobny, Michael Kadlec, Sivok, Limberky, Rosicky, Plasil, Hübschman, Necid ve Baros bugün kadronun öne çıkan isimleri. Yine fena sayılmaz ama hem gruptaki rakiplerinin altında, hem de eski Çekler'in.
Turnuvaya play-off sonunda geldiler. İspanya'nın arkasından grubu ikinci bitirdiler. Hoş zor bir grup değildi. İskoçya, Litvanya ve Liechtenstein'i geride bıraktılar. Play-off'ta da Karadağ ile eşleştiler ve 2-0 ve 1-0 ile geçip turnuvaya geldiler.
Michael Bilek'in talebelerinin işi zor. Grup zor değil ama onlar da eski gücünde değil. Bir üst tura çıkmaları için çok çalışmaları gerekecek. Favori değiller.
25 Mayıs 2012 Cuma
23 Mayıs 2012 Çarşamba
Aile Bağları #4
Futbolda aile bağları serisinin 4. Bölümüne hoş geldiniz. 4. Bölüm için şöyle bir Afrika’ya uzanalım. Afrika’da kardeş, baba&oğul futbolcular çok fazladır. Sağlam bir bomba ile başlayalım. Kamerun asıllı Jean – Alain Boumsong’u tanımayan yoktur. Bir dönem adı Beşiktaş ile de anılmıştı ama o dönemde Fransız oyuncu kariyeri açısından doğru tercihi yaparak Lyon’a transfer olmuştu. 2 yıldır da komşuda, Panathinaikos forması giyiyor. Boumsong’un kardeşi de futbolcu ama pek popüler olduğu söylenemez. Diğer taraftan kuzeni N’Gog da adı sanı duyulmuş ve genç yaşta sağlam takımlarda oynamış bir başka oyuncu. Geçtiğimiz sezon Liverpool’dan Bolton’a gelmişti.
Joseph Desire Job kariyerini Lyon, Lens, Middlesbrough gibi takımalrda geçirmiş, emeklilik çağında Diyarbakırspor’a da gelmiş bir oyuncudur. Hatta ilk geldiğinde bu Job, o Job mı sorusunu da sormadı değilim. Job’ın iki kuzeni ve ikisi de bugün Almanya’da forma giyiyor. Büyük olan ve kariyeri düşen Marvin Matip ile daha genç olan ve Schalke forması giyen Joel Matip.
Roger Milla deyince ne hatırlatıyor size? 90 Dünya Kupası’nı ve gol sevincini hatırlamıyorsanız açın okuyun derim. Milla’nın oğlu Mahouve belki babası kadar popüler değil ama zamanında Montpellier forması giymiş olması dikkatlerden kaçmadı.
François Omam Biyik belki ismi kendinden daha tanınır bir futbolcu ama hiç de yabana atılmayacak bir kariyere sahip. 80-90 dönemi için iyi bir futbolcuydu. Andre Kana Biyik ise daha mütevazı bir kariyere sahip, Omam Biyik’in kardeşi. Ve dükkânı bugün devralan oğlu Jean Armel Kana-Biyik. Biyik, Le Havre altyapısından yetişti ve bugün Rennes’de forma giyiyor. Henüz 22 yaşında ve hatırlanacak bir kariyere sahip olmaya aday.
Ve bilindik bir akrabalık. Galatasaray ve Trabzonspor’dan hatırladığımız Rigobert Song ve yeğeni Arsenal’in dinamik orta sahası Alex Song. Şimdilik ikisinin ortak yönü savaşçı kimlikleri. Rigobert zaten aslan gibi adamdı, yeğeni de onun izinden ilerliyor.
Jacques Songo’o, Deportivo’nun efsane kadrosunun kalecisiydi. 96-2001 yılları arası İspanyol ekibinin kalesini korumuştu. Oğlu Franck Songo’o kariyerine iyi bir başlangıç yaptı ama devamı gelmedi. Deportivo ve Barcelona altyapısından sonra Porstmouth’a gitti ve hep kiralandı. İki yıllık Zaragoza kariyerinin ardından bir çıt daha düştü ve Albacete forması giydi. Sonra rotayı Amerika’ya yöneltti. Şimdi Portland Timbers’ta. Herşeye rağmen henüz 24 yaşında.
Listede Afrikalı olmayan bir Galatasaraylı daha var: Lorik Cana. Aslında tam adıyla Lorik Agim Cana. Arnavut orta sahanın, transferi sırasında babasının, oğlunun Türkiye’ye transferini istediğine şahit olmuştuk. Bunun sebebi biraz da babasının bu ülkeyi tanıyor oluşuydu, zira Agim Cana 87 – 89 yılları arasında Gençlerbirliği ve Sansunspor formaları giymişti.
22 Mayıs 2012 Salı
EURO 2012 Anket
Siz takipçilerimiz için hiçbir masraftan kaçınmadık ankete büyük takımları koyduk. İki anket var: Biri "hangi takımı tutuyorsunuz?", diğeri "sizce kim şampiyon olur?".
Ben elimi göstereyim. Favorimi henüz netleştiremedim. Tuttuğum takım ise güzel değil ama sempatik Portekiz... Gibi... Hırvatlar da sağlam iş çıkarsın isterim tabi.
Peki siz? Yan tarafa alalım, içecek ikramımız yok ama anketimiz var.
20 Mayıs 2012 Pazar
Başarının Hikayesi / Chelsea
Turnuva başında favoriler Real Madrid, Barcelona ve arkalarından da Man Utd ve belki Bayern Munih'ti. Favori sırası böyle olsa da Real ve Barça dışındakiler çok da favori gösterilmiyordu. Hatta bu iki kulüple ilgili kurulan cümlelerde özne Şampiyonlar ligi değil, kulüpler oluyordu. Kısacası bu kupa bu iki kulübün rekabetinin bir safhasıydı.
Yarı finale kadar da gelmişlerdi zaten. Hatta eşleşmeler sonunda akla "sıcak top" hikayeleri bile geliyordu. UEFA, bu iki kulübü finalde istiyor olabilir miydi? Bunlar birer komplo teorisinden öte değildi ama mide bulandırmadığını da söyleyemem.
UEFA Barça-Real finali istedi mi istemedi mi bilmiyorum ama Di Matteo ve Heynckes istemiyordu. Bayern Munih, Zurich'i eleyerek başladığı serüveninde zor bir gruba düşmüştü: Villarreal, City, Napoli. Eski günlerinden uzak Villarreal 0 çektiği gruptan lider çıkan Alman ekibi oldu. Grup ikincisi de bir sonraki turda Chelsea ile eşleşecek olan Napoli'ydi. Bayern 2. turda Man Utd'ı gruplarda 3. lüğe iten Basel ile eşleşti ve turu rahat geçti. Çeyrek finaldeki rakip ise 2. turda İnter'i eleyen Marsilya'ydı. Franzon ekibini iki maçta da yenen Munih yarı finalde Real ile eşleşti. Favori Real'di ama kazanan Almanlar'dı. Lineker yine haklıydı...
Diğer taraftan çok daha dramatik bir yolla finale kadar gelen Chelsea vardı. Grubu Munih'e nazaran kolaydı. Leverkusen, Valencia ve Genk. Leverkusen ile birlikte gruptan çıktı ve Napoli ile eşleşti. Bu sıralar Rus patron büyük umutlarla getirdiği Villas Boas'ı yollamış ve yerine emanetçi Di Matteo ile yola devam etme kararı almıştı. Napoli ile oynanan 2. tur mücadelesinin ilk maçı 3-1 İtalyan ekibinin üstünlüğü ile geçmişti ve artık işleri çok zordu. Ama dedik ya hikaye mutlu sonla bitecekti ve kazanan Chelsea olacaktı. 3-1'in rövanşı yine 3-1 bitmiş ve uzatmalara giden maçta Ivanoviç turu Maviler'e getirmişti. Çeyrek finalde rakip Benfica olmuştu. Skora baksak rahat bir tur geçmiş deriz ama hiç de öyle olmadı. Zor bir mücadelenin ardından Benfica elenmiş ve yarı finalde Barcelona ile eşleşilmişti. Di Matteo'nun Chelsea'si Barcelona'ya elense kimse bir şey demezdi, diyemezdi. İtalyan çalıştırıcı sıkıcı, seyir zevki düşük ama futbolun gerektirdiğini yaptı ve iyi savunma futboluyla Barcelona'yı eledi. İçeride 1-0'a kilitledi, dışarıda 2-2 ile finali İngiltere'ye getirdi. Yıllarca hayalini kurdukları finale beklemedikleri bir yıl çıkmışlardı. Yıllar önce Man Utd'a kaybettikleri finali bu kez kazanmak istiyorlardı. Rakip zordu: Bayern Munih, üstelik maç onların sahasındaydı.
Tarihinde 1 kez final oynayan ve onu da kaybeden Chelsea ile bu kupayı 4 kez müzasinde götüren Bayern Münih finaldeydi. Gönlüm Chelsea'den yanaydı. Neden mi? Bu jenerasyon kesinlikle bu kupayı hakediyordu. Cech, Terry, Essien, Lampard, Drogba ve diğerleri. Yıllardır beraber mücadele ediyorlar ve büyük iş başardılar. Tek şeyleri eksikti Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu. Bunu Mourinho ile gerçekleştirebilirlerdi ama olmadı. Geç de olsa bir zafer gelmeliydi. Jenerasyon biterken, kupa ile hatırlanmalıydı.
Chelsea'nin muazzam savunması maçın sonuna kadar dayandı. Kupa böyle mi gelecekti? Mutlu son böyle mi gelecekti? Hayır! Bu güzel sahneyi bir Alman bozabilirdi ve bozdu da: Müller. 83 dakika dayanan Chelsea kalesi Müller'in kafa gölüyle yıkıldı. Artık elde ne var ne yok saldırmak zorundayı İngilizler. Bitime 2 dakika kala tekrar hayata döndüler. Drogba'nın kafası skoru eşitledi. Golden sonra da pozisyon bulmadı değiller. İkinci bir Man Utd faciası yaşamaya ramak kalmıştı ama bu hikaye başka türlü gelişecekti. Uzatmalara gitti maç.
Uzatmalarda hikaye tekrar bitmek üzereydi. Ribery'i ceza sahasında anlamsızca indiren Drogba'ydı. Oysa bu adam gecenin kahramanıydı. Neyse ki Cech, Robben'in penaltısını kurtardı ve hikaye devam etti. Maç sonrası biri UEFA'nın maçın adamı olmuştu, diğeri taraftarın tercihiydi. Hep derler ya: "Atanınla tutanın iyi olacak"
Lahm'ın şutu gol oldu ama Cech de sinyali verdi: O kadar kolay olmayacak. Mata, baskıyla geldi biraz. Psikoloji onun atamayacağını söylüyordu ve öyle de oldu. Gomez de kaçırmadı, David Luiz kurtarılması zor şut çıkardı. Neuer attı, Lampard attı. Oliç kaçırdı, acaba dedirtti. Cole eşitledi. Bastian kaçırdı ve bu sefer avantaj Chelsea'deydi. Yıllar önce Terry buradan kupayı vermişti ama bu kez Drogba affetmedi. Chelsea, Avrupa'nın en büyüğü oldu. Hikaye mutlu sonla bitti...
18 Mayıs 2012 Cuma
FEDA
www.fedazamani.com
17 Mayıs 2012 Perşembe
Aile Bağları #3
Futbolda aile bağları yazı dizisinde 3. bölüme geçeyim. Hatta müthiş bir giriş yapayım. Bir ara Galatasaray'da da forma giyen Giovani dos Santos'un kardeşi Jonathon dos Santos'u hepimiz biliriz. Barcelona altyapısından çıkan Giovani, tutunamamış ve 2008 yılında Tottenham'a transfer olmuştu. Beklenen patlamayı gerçekleştiremedi, Tottenham için ilk 11 oyuncusu değil ama hala 22 yaşında olduğunu hatırlatmak gerekir. Kardeşi Jonathan ise Giovani'den 1 yaş küçük ve hala Barcelona forması giyiyor. Ancak o da müzmin yedek olarak kariyerine devam ediyor. Santos'ların en büyüğü Eder ise bugün Meksika'nın Socio Aguila takımında oynuyor. İşin enteresan tarafı bu Meksikalı gençlerin babası Zizinho Brezilyalı.
Benim duyduğumda en çok şaşırdığım ağabey, kardeşe geldik. Messi ile Ronaldo kardeşmiş deseler bu kadar şaşırırdım. Geçtiğimiz aylarda hayata gözlerini yuman Socrates ile bir dönem PSG'de de oynayan Rai kardeşmiş. Tam isimlerini okuyunca olayı anlıyoruz ama birine Socrates, diğerine Rai deyince fark edemedik. Hala büyük şaşkınlık içindeyim. Rai ile Socrates kardeşmiş.
Ronaldinho'nun tırt futbolcu kardeşi Ronaldo de Assis Moreira'yı söyleyip hemen Kaka'ya geçiyorum. Kaka'nın kardeşi Digao hali hazırda bonservisi Milan'da olan bir oyuncu. Genç diyemeyeceğim, 26 yaşına girdi. Yıllardır Kaka'nın kardeşi diye bekletildi. Kiralanmadık takım bırakılmadı ve hala kiralık. Olmamış, ısrar etmeyin. Bilmiyorum belki Milan, takımda oynamak için uygun yaşa gelmesini bekliyordur. Dedim ya henüz 26. Bir de Kaka ve Digao'nun kuzenleri Eduardo Delani var. Cruzeiro, Botafogo ve Halmstad gibi takımlarda oynayan Eduardo Delani, Kaka ve Digao ile çok sağlam kuzen. Hem ana tarafından hem baba tarafından. Anneleri de kardeş, babaları da. Fazla kasmışlar sanki.
Eskişehirsporlu Dede, Leirialı Caca ve bir dönem Almanya'da şansını denese de sıradan futbolcu olmaktan öte gidemeyen Leandro de Deus Santos kardeşler. Dede dışındakileri tanımıyorum açıkçası ama hazır Dede buralardayken bahsedeyim istedim.
Zico, Türkiye'deyken muhtemelen bahsedilmiştir ama ben hatırlayamadım. Zico'nun yardımcısı Edu, beyaz Pele'nin kardeşiymiş. Edu, Japonya milli takımından itibaren sırasıyla Fenerbahçe, Bunyodkor, CSKA Moskova, Olympiakos'ta kardeşinin yardımcılığını yapmış. Gurur yapmaması sevindirici aslında. Futbol kariyerleri ise karşılaştırılmaz. Edu da 54 kez milli olmuş ama biri beyaz Pele olunca kıyaslamak doğru olmuyor.
Ve enteresan bir ilişki. Milene Domingues ve Ronaldo. Kardeş değiller, baba&oğul da değiller, kuzen hiç değiller. Peki nedir bu ilişki? Milene, bizim gerçek Ronaldo'nun eski eşi. Aile bağları başlığına en uygun ilişki bu olsa gerek.
Alex Silva 85 doğumlu. Bir dönem Almanya'da şansını eneyen ama Hamburg'da iş görmeyen. Sonra ülkesine dönen, bugün Cruzeiro'da kiralık oynayan bir oyuncu. Ağabeyi ise yıllardır Benfica'da oynayan. Kaptanlığını yapan. Milli takımda da forma giyen Luisao.
Tuhaf bir detay daha. Mazinho ismini kaç kişi hatırlar bilmiyorum. Ben Celta Vigo'da oynadığını anımsıyorum. Brezilyalı ortasaha oyuncusu, milli takımda da oynardı. Barcelona'yı yakından takip edenler muhtemelen biliyordur. Barcelona'nın en çok gelecek vaad eden oyuncularından biri olan Thiago Alcantara, Mazinho'nun oğlu. Thiago çifte pasaporta sahip ama iki pasaportu da Brezilya değil. İtalya ve İspanya. Milli takım tercihi de İspanya'dan yana. Bitmedi! Bayern Munih forması giyen Rafinha da Mazinho'nun canı gibi sevdiği evladı. Onun da çifte pasaportu var ama Thiago kadar keskin değil. Brezilya & İspanya.
Son bir tane daha. Lela'yı herkes bilir. Şaka şaka, hiçbirimiz tanımayız büyük ihtimalle. Brezilya'da futbol hayatını sürdürmüş, Brezilyalı bir futbolcu. Oğly Alecsandro Brezilya dışında Portekiz ve Katar'da oynamış, bir dönem PSG'nin de listesine girmiş, kalbur üstü olamamış bir futbolcu. Bir diğer çocuğu Richarlyson ise daha ünlü. 29 yaşındaki oyuncu kariyerine Brezilya'da devam etse de takımında oynayan ve 2 kez de milli takım forması giyen bir oyuncu. Ailenin en ünlüsü ise aileye sonradan katılmış. Küçük enişte Deco. Lela, çocukları çok popüler olamayınca çareyi damadı popüler almakta bulmuş. Ne aile ama. Bir araya gelse, muhabbetin dibine vururlar.
16 Mayıs 2012 Çarşamba
İngiltere 2012 Kadrosu
Liglerin çoğu bitmişken yavaş yavaş Avrupa Şampiyonası'na ısınalım. Kadrolar açıklanmaya başladı. Bir çok milli takım geniş de olsa bir kadro açıkladı. Hepsine teker teker değinemem ama bir yerden de başlayayım: İngiltere.
Roy Hodgson kadroyu açıkladı. Yedekleriyle birlikte açıkladı hatta.
Roy Hodgson kadroyu açıkladı. Yedekleriyle birlikte açıkladı hatta.
İngiltere Euro 2012 Kadrosu: Joe Hart, Rob Green, John Ruddy; Glen Johnson, Phil Jones, John Terry, Joleon Lescott, Gary Cahill, Ashley Cole, Leighton Baines; Theo Walcott, Stewart Downing, Alex Oxlade-Chamberlain, Steven Gerrard, Gareth Barry, Frank Lampard, Scott Parker, Ashley Young, James Milner; Jermain Defoe, Wayne Rooney, Danny Welbeck, Andy Carroll.
Yedek kadro: Jack Butland (GK), Phil Jagielka, Jordan Henderson, Adam Johnson, Daniel Sturridge
İlk dikkat çeken, kadroda İngiltere dışından hiç kimse yok. Hepsi İngiltere'de forma giyiyor. Bu şaşırılacak bir durum değil aslında, bundan önceki kadrolar da büyük ölçüde böyle şekillenmişti.
Savunma kağıt üzerinde İngiltere'nin en sağlam bölgesi ama tercihlerde ciddi hata olduğunu düşünüyorum. Stoperler harika. Cahill, Terry, Lescott iş yapar.Rio da bu üçlüye 4. olarak dahil edilebilirdi ama Roy düşünmemiş. Rio'da ciddi düşüş olduğunu kabul ediyorum ama tecrübesiyle kupada önemli rol alabilirdi. Sol bekte de problem yok. Baines ve Cole o bölge için iki iyi tercih. Sağ bek için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Kyle Walker sakat olduğu için kadroda yok ama Micah Richards nerede? Sadece Glen Johnson var kadroda ve muhtemelen Phil Jones o bölgeye yedek düşünülüyor. Man Utd'da da o bölgede bu sezon oynadı ama hep sırıttı. Hücuma katkısı çok az.
Kadroya genel bir bakış atarsak. 5 Man Utd, 4 Man City, 4 Chelsea, 4 Liverpool ve 2 Arsenal forması giyen oyuncu var. İngilizler turnuvalarda çok iyi değildir. Kadro kalitesinin altında sonuç alırlar. Bu sefer avantajları kalecileri iyi, dezavantajları 2 yıl önceki kadroya göre kilit adamlar yaşlı.
15 Mayıs 2012 Salı
14 Mayıs 2012 Pazartesi
Küme düşen takımlardan alınabilecek oyuncular
Dün Villareal'in küme düştüğünü öğrendiğimde çok şaşırmıştım. La Liga'yı 1. kim olacak dışında takip etmediğimiz için kaçırmışız. Açıkcası o kadroyu küme düşüren hocayı da kutlamak gerekir yani.
Küme düşen takımların gelirlerinde yaşanan büyük kayıplar sonucu doğal olarak oyuncu satmak zorunda kalıyorlar. Hatta bazı oyuncuların kontratlarında küme düşülmesi sonucu serbest kalma maddeleri bile var. Geçen sene küme düşen West Ham'dan ayrılan Scott Parker ve Demba Ba'nın takımlarına ne kadar katkı yaptıkları ortada.
Bu sezonda oldukça gözde isimler bu duruma düşmüş durumda. Özellikle Rossi, Junior Hoilett, Cristián Zapata, Nilmar ve Borja Valero birçok takımın transfer listesine gireceklerdir.
Listeyi de verelim;
Ivan Klasnić, Nigel Reo-Coker, Martin Olsson, Gaël Givet, Morten Gamst Pedersen, Radosav Petrović, Steven N'Zonzi, Scott Dann, Junior Hoilett, Yakubu, Simon Vukčević, Steven Fletcher, Matt Jarvis, Gonzalo Rodríguez, Nilmar, Jonathan de Guzmán, Marco Ruben, Cani, Cristián Zapata, Diego López, Marcos Senna, Borja Valero, Bruno Soriano, Giuseppe Rossi, Miguel de las Cuevas, Michael Rensing
Petit, Pedro Geromel, Manuele Blasi, Yaya Sanogo, Delvin N´dinga, Alberto Botia
13 Mayıs 2012 Pazar
EPL'de Şampiyon City
Sezon değerlendirmesini önümüzdeki günlerde yaparız. Bugün 90+5 itibariyle görüntü buydu. Man Utd taraftarıyımdır. Haliyle City'i de sevmem. City'nin şampiyonluğuna çok üzüldüm ama büyük üzüntüm Mancini'nin şampiyonluğu. Man City hakediyor ama Mancini'nin zerre kadar hakettiğini düşünmüyorum. Uzun uzun yazarım...
11 Mayıs 2012 Cuma
Beşiktaş 1-1 Trabzonspor / Lig Beşiktaş'a bitmiyor!
Yok, bu lig bitmeyecek bize. Şu lig artık bitsin diye kazanalım istedim. Kazanmanın değeri bu kadar basit değildi belki ama artık çok umursamıyorum bile. Yeter ki bitsin artık...
Bu maçın değeri 3 puandan çok daha fazlaydı. 4. bitirmek demek, Bursaspor'un Avrupa Ligi grubunu lider bitirmemesi durumunda bir maç daha yapmak demek. Üstelik alttan gelecek takım bu motivasyonla gelirken, Beşiktaş için böyle bir motivasyondan söz etmek mümkün olmayacaktır. O yüzden bu maç çok daha zor geçecektir. Üstelik de alttan gelmesi muhtemel takımlar Eskişehirspor ya da İBB.
Tabzonspor Zokora, Colman ve Burak'ın da ilk 11'de olduğu kadrosuyla sahadaydı. Beşiktaş'ta cezalı olması gerekirken sahada olan oyuncu yoktu. Savunmada oynaması gerekirken oynamayan Sivok vardı, üstelik manevi evlat bu maçta ortasahada da değerlendirilebilecekken. Beşiktaş'ın bu maçta ortasahası çöküktü. Maç eksiği olan Aurelio ile Ernst vardı ve bence yetersizdi. Toraman'ı ileri sürüp yine aynı ikiliyle oynayıp, Almeida yedek bırakılabilirdi. Klasik 4-3-3 dizilişi kullanılabilirdi. Ancak Tayfur hoca bugün 4-4-2'ye yakın bir dizilişle sahadaydı. İlk yarı hücuma iyi çıkan bir takım vardı ancak aynı şeyleri Trabzonspor için de söyleyebiliriz. İki tkaım da ortasahayı kolay geçip, topu 3. bölgeye taşıyabiliyordu.
İlk yarının bitişinde Burak Yılmaz'ın kırmızı kartı dengeleri Beşiktaş lehine kaydırdı. Kırmızı doğru mu hatalı mı? Başkası olsa sarı verilebilirdi derdim ama Burak'a kırmızı az...
İkinci yarı direkt bu fark belli etti kendini. Trabzonspor daha savunmacı, Beşiktaş da daha hücumcu oynuyordu. Pozisyon bulan taraf da Beşiktaş'tı. Maç gelmişti ama gol lazımdı. Aranan gol Holosko ile geldi. Karambolde top önüne şansla düştü ama Slovak oyuncu iyi vurdu.
Golden sonra kontra atak için herşey hazırdı. Trabzonspor son 20 dakikada ne var ne yok saldırıyordu. Savunmada gedikler vardı ve kontra atak da bulunuyordu ama bunu değelendirecek adam lazım. Almeida'nın yine arka direkte kaçırdığı bir Quaresma ortası ve ardından yenen gol. Bugün Elmander rolünde Olcan oynadı. Geri kalan rol dağılımları aynı.
Son 5 dakika Beşiktaş'a bir gol lazımdı. Yani işi yine zora sokmuştu. Maç boyu pozisyon üretmekte, onu değerlendirmekte zorlanan takım 5 dakikaya sıkıştırmıştı işi. Sıkışmadı... Simao'nun iki şutu dışında çok fazla varlık da gösteremedi.
Bugün takım zaten iyi değildi ama bu kötü haliyle de şu maçı kazanabilirdi. Olmadı şimdi önümüzdeki ligin erken açılma ihtimali bir kenara, bu sezon her türlü geç bitmiş olacak.
Aile Bağları #2
Aile bağları #1'in ardından serinin ikinci bölümüyle devam edelim. İlk bölümde Jorge Solari & Fernando Redondo ilişkisinin ardından Maradona & Aguero'dan bahsedecektim. Unutmuşum. Ondan bahsederek başlamış olayım.
Alexander Hleb, Hleb kardeşlerin büyüğü ve ünlü olanı. Arsenal'deki sağlam kariyerinin ardından Barcelona büyüsüne kapıldı ama olmadı. Barça, onu sisteme oturtamadı. Resmiyette 4 yıl Barça'da kalan bir bonservisi var ama 3 yılı başka kulüp forması altında geçti. Kardeşi Vyacheslav Hleb ise çok daha zayıf bir kariyere sahip. Ortak kategoriye alamayacağımız bir sürü kulüpte oynadı ve bugün kariyerini, ülkesinin takımı FC Gomel'de sürdürüyor.
Bu blog İngilizler için olsaydı belki Romaschenko ismini anmazdım ama ülkemizden geçen Maxim'den bahsetmeden olmaz. Gaziantepspor'un ülkemize kazandırdığı ve doya doya izlediğimiz adam Maxim, daha sonra Trabzonspor ve bir süre daha sonra Bursaspor forması da giymişti. Romaschenko hali hazırda Belarus milli takımının en golcü oyuncusu. Ağabeyi Miroslav ise Maxim'in kardeşi olarak anılıyor.
Futbolcu çıkan aileden en az 1 futbolcu daha çıkması geleneği Afrika kökenli futbolcularda daha fazla. Mesela Romelu Lukaku. Chelsea'nin genç yeteneğinin, yetenekleri belki de babası Roger'dan geliyor. Babasından daha yetenekli olduğu kesin ama yeteneğin kalıtsal olabileceği tezini savunacak biri varsa bu örneği de aklında tutsun. Baba Lukaku kariyerini Belçika ağırlıklı geçirse de, oğul Lukaku şimdiden Premier Lig yollarını tuttu.
Ülkemizden geçen bir başka isim de Mpenza. Zaten ülkemize geldiğinde de tartışmalar olmuştu. Bu iyi olan Mpenza mı, yoksa kötü olan Mpenza mı? 2001 yılında Galatasaray formasını giyen, pardon giymeyen Mpenza büyük olan ve aslına baktığımızda daha zayıf kariyere sahip olan Mpenza. Kardeşi Emile Mpenza ise CV'sine Schalke, Hamburg ve Manchester City'i yazmış durumda.
Peki Belçika futbolu için çok önemli bir isim olan Gert Verheyen'in, Rene Verheyen'in oğlu olduğunu biliyor muydunuz diye sorup mükemmel bir bağa giriş yapıyorum. Sevilla forması giyen Emir Spahic ve ağırlıklı olarak Bosna liginde forma giyen kardeşi Alen Spahic. Burası normal. Hatta banane deyip geçilebilir bir bilgi ama bu kardeşler Edin Dzeko'nun kuzeni.
Francisco Copado ismi çok tanıdık değil aslında. Hamburg doğumlu oyuncu Hamburg, Mallorca, Frankfurt ve Hoffenheim formaları giymiş. Copado'dan çok biz eniştesini tanıyoruz. Hasan Salihamidzic. Bosnalı oyuncu ile Copado arasındaki ilişki biraz Solari ile Redondo arasındakine benziyor. Salihamidziç Hamburg'un A takımına yükseldiğinde Copado Mallorca'ya transfer olmuş.
Biraz soluklanalım. Şimdilik 2.Bölümü burada bitirelim.
Dennis Bergkamp
Dün yoğunluktan kaçırdım. Bugün kutlayalım. Mutlu yıllar Ice-Man. Bergkamp'ı sevmeyen yoktur sanırım. 11-12 dakikalık bir video ve Bergkamp ile golleri.
Güzel Final
Güzel takım, güzel hoca, güzel forma...
Güzel adam...
Bir tarafta süper jenerasyon yakalayan ve oldukça sınırlı bir havuzdan müthiş oyuncular çıkarak Athletic Bilbao. Diğer tarafta son yılların en temiz golcülerinden biri olan Falcao ve ekibi... Kupa yine Falcao'ya gitti, çünkü o öyle istedi... Tebrikler Falcao, tebrikler Arda, tebrikler Atletico Madrid.
10 Mayıs 2012 Perşembe
Anket
Ligin son maçına 2 gün kala hızlı bir anket yapalım. Kim şampiyon olsun anketi ama az biraz farklı. 4 şık var. Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarlarını ayırdım. Onlar ikin iki şık var. Diğer takım taraftarlarını da ayrıca görmek istedim. Asıl merak ettiğim de bu zaten. Totalde kimin şampiyonluğunun daha fazla istendiğini görmek istiyorum. Detayda da diğer takım taraftarlarının kimin şampiyon olmasına eyvallah dediğini.
Anket sağ tarafta abilerim ablalarım...
Anket sağ tarafta abilerim ablalarım...
9 Mayıs 2012 Çarşamba
Fikstür Karmaşası
Önümüzde 2012 Avrupa Şampiyonası var ve ilk günden son güne kadar hangi gün, nerede, saat kaçta kimin maç yapacağı bellidir. Bu üstelik turnuvaya 1 ay kala da kesinleşmedi. Aylar öncesinden herkes biliyordu. Bu sadece UEFA'nın düzenledği turnuvalar için geçerli değil. FIFA'nın organize ettiği Dünya Kupası'nda da durum böyledir. FA'in organize ettiği İngiltere Premier Lig'de de.
Peki bizde durum nedir? Bizde durumun özetini geçen hafta Lig TV'de izledik. Zaten rezalet olduğunu biliyorduk da, pazar günkü "o an" ile tekrar şahitlik ettik. Şenol Güneş, Beşiktaş maçının cuma günü oynanacağını canlı yayında öğrendi. İlk tepkisi de enfesti: "Neden cuma? Cuma namazı var diye mi?"
Benim iki tane sorum var. Birisi neden cuma olacak ama asıl sorum neden adam bunu pazar öğreniyor? Bu neden önceden planlanmıyor? Bu adam tüm programı buna göre yapmayacak mı? Bu umursamazlık da neyin nesi? Birisi şu fikstürle ilgilensin Allah aşkına!
İkinci sorum da neden cuma? Eyvallah şampiyonluk maçını cumartesiye koymak mantıklı. Bence de cumartesi olmalı. Bırakın şampiyonluğu ertesi gün tatil olacak şekilde doya doya kutlasın şampiyon. Peki Beşiktaş - Trabzonspor maçı neden oynanıyor? UEFA Avrupa Ligi için. Bursaspor, Avrupa Ligi grubunu lider bitirirse ne olacak? Şampiyonluk grubunun 4. sü ile Bursaspor'un UEFA Avrupa Ligi katılımı için maç yapmasına gerek kalmayacak. Yani Bursaspor maçı, bu maçı doğrudan etkileyecek. E o halde bu maçlar neden aynı saatte oynanmıyor?
Kimin umrunda? Kimsenin... Maçlar oynanıyor işte bir şekilde...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)