3 Kasım 2011 Perşembe

Beşiktaş 1 - 0 Dinamo Kiev

Rıdvan Dilmen'in tabiriyle "maç öncesi 1 puan deseler, yok demezdim" açıkçası. Geçen sene hem içeride, hem dışarıda oynadığımız, bu sezon Kiev'de oynadığımız maçları düşününce kabullendiğim 1 puan azımsanacak kadar az değildi.


Ancak maç başladığında fikrim bir miktar değişti. Beşiktaş, iyi Avrupa maçlarından birini oynayacak gibiydi. En azından sinyaller bu yöndeydi. Beni en çok üzecek olan şey pis gol olurdu. Böyle maçlar çoktur. 90 dakika top göstermezsin ama kornerden yediğin bir golle yıkılırsın. Bu maçın, o maçlardan biri olmamasını istiyordum.


Bu takım Hilbert ve Ernst ile güzel. İsimlerden ziyade bu futbolcuların oyun anlayışına uygun takım ön plana çıkıyor. Ortasahada çok sevdiğim Fernandes'in yerine mücadele gücü daha yüksek Veli'nin oynatılması bu maç özelinde doğru. Türkiye ligi için de doğru. Ortasahanın mücadeleci ve sağlam oyunculardan kurulması, büyük avantaj sağlıyor ve Beşiktaş bir kaç haftadır bunun kaymağını yiyor.


Diğer taraftan Hilbert'in oynaması oldukça kritik. Beşiktaş'ın duran top dışında gol atmakta zorlanmasına şaşıran yoktur diye düşünüyorum. Takımda Quaresma, Simao ya da Almeida'nın oluşu yanıltmasın. Bunlardan üçer beşer tane daha olsa, bu kurgu ile gol gelmez. Quaresma kanattan geliyor, ceza sahasında Almeida'dan başka bir Allah'ın kulu yok. Simao diğer kanattan geliyor, ama yine içeride sadece Hugo var. Veli geliyor, Ernst geliyor, Aurelio geliyor... Ama gol gelmiyor. Çünkü Almeida çok yalnız. Hilbert'in oynaması hücumu zenginleştirmesi açısından mühim. Hilbert'in oynadığı maçlarda Quaresma ceza sahasına topsuz girme fırsatı bulabiliyor. Özellikle sıfıra indiğinde, onunla birlikte bir kaç oyuncu daha ceza sahasına giriyor ve verimli bir hücum organizasyonu olabiliyor. Ayrıca atağın tazelenmesinde de önemli rol oynuyor. Herşey bir kenara bu adamın herhangi bir yönü Ekrem'den zayıf değil.


Beşiktaş bu maç neden iyiydi? Neyi doğru yaptı? Neyi yine yapamadı? Aslında sorunun cevabı basit. Beşiktaş herşeyden önce daha hevesliydi. Quaresma bugün iyiydi, çünkü savaştı. Çünkü ayağının içini topuğundan çok kullandı. Çünkü freesytler yeleğini yedek kulübesinde bırakmıştı. Arada giydi çıkardı ama o olması gerekendi zaten. Takımın kazancı ile kişisel tatminkarlığını dengelediğinde Beşiktaş için çok daha verimli bir oyuncu olacaktır.

Egemen "The Agamemnon" yine harikaydı. Şu anda Türkiye'nin en iyi savunmacısı. Beşiktaş'ın ihtiyacı olan oyuncu demek Egemen için yavan bir tabir kalır. O, Türkiye'de her takımın ihtiyacı olan bir oyuncu. Savunmadaki kusursuz gününü, anlamlı bir golle güzelleştirdi.


Savunmada çok az hata yapıldı. Milevskyi gibi fırsatçı bir oyuncuya, fırsat verilmemiş olması bunun en güzel örneği. Savunmanın diğer yüzü Cenk de iyi iş çıkardı. Özellikle son dakikalardaki o inanılmaz, hatırlamak dahi istemediğim anlarda oldukça başarılıydı.


Dinamo Kiev'in en gerisindeki adamın en ilerde olduğu ve gol aradığı pozisyona ayrı bir paragraf ayırmak gerekir. O pozisyon gol olsaydı ve ben bu yazıyı maç bitmek üzereyken tamamlamış olsaydım, yazıyı silerdim. Hatta silmekle uğraşmaz, direkt bilgisayarı kapatırdım. O an, yüzüme gelen anlamsız sıcaklığı hala hissediyorum. Rus köylü kızları gibi al yanaklı biriyim şu anda.


Futbol heyecandır ama bu kadarına gerçekten gerek yok.

Hiç yorum yok: