Turnuvanın son 1 haftası Hırvatistan'daydım. Buraya da, bloga da pek uğrayamamamın sebebi budur. Final maçı da dahil olmak üzere 2-3 maç kaçırdım. Her güzel şeyin bir bedeli olduğu gibi bunun da bedeli buydu. Gerçi final maçı ne kadar güzeldi tartışılır...
Dubrovnik turistik br şehir ve oldukça fazla yabancı insan var. Maça ilgi beklentilerimin altında kalmış olsa da hiç de fena değildi. Irish Pub'lar İngilizlerle doluydu. İyi yerler kapılınca biz de ara sokaklara yöneldik. Günde 50 kere uğradığımız Pizzacı bize alternatif bir mekan önerdi. Mekan enteresandı aslında. Uzun ince bir sokak ve merdivenler. Patron bir projeksiyon bulmuş ve maçı duvaraki ekrana yansıtmış. İzlemek isteyenler de hafif yandan da olsa merdivenlere oturuyor. Biz biraz da erken geldik mekana ve maratondan biletlerimizi aldık.
Yüzleri boyalı iki İspanyol vardı. Diğer tarafta ise Portekiz'i tutan bir Hırvat. Arada da "fişekçi" diye tanımlayabileceğimiz abimiz... Benim gibi sessiz Portekizli kaç tane vardı bilmiyorum. Benim arkadaşlar Ronaldo'yu çok sevdikleri (!) için İspanya tribünündeydi. Bir de tarafsız Yeni Zelandalı bir çift. Arkadaşların futbol hakkında hiçbir şey bilmiyor oluşları ve maç boyunca yanlarında oturan İngilizlerin onlara futbolu anlatması gecenin görülmeye değer yanlarındandı. Maç da tam öğrenme maçıydı gerçi. Futbol adına olabilecek her şey oldu neredeyse...
İspanyollar fazla ateşli olunca, içimdeki Seleçcao'yu çok belli etmedim. Yüzü boyalı adamdan korkacaksın. Hayır kavga çıksa temiz sopa atarız, o ayrı ama gerek yok. Maç boyu her atakta fişekçi, bir İspanyolları bir de Portekizli amcayı gazlıyordu. Sonra da kahkahalarla gülüyordu. Maçtan sıkıldığımız anlarda yanı başımızdaki Alman çiftle futbol muhabbetine dalıyorduk. Schalke taraftarı, futboldan ve futbol kültüründen nasibini almış... Klasik "Türk takımlarını biliyor musun?" sorusunu da sorduk elbette. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Eksisisdsfdf gibi bir şey dedi. Eskişehirspor mu diye düzelttim... Evet cevabı aldım. Bilmiyorum belki Gençlerbirliği mi diye sorsam yine aynı cevabı alacaktım... Galatasaray'ı bilmemesine benim arkadaş bozuldu tabi. Galatasaray'ı biz hatırlattık, o hatırladı...
O, finalde İspanya'yı istiyordu. Oysa o da Portekiz ile oynanacak bir finalin daha kolay olacağını tahmin ediyordu ama derdi başkaydı: Rövanş. İspanyollar gelsin ve onları geçelim diyordu. Kuyruğu dik tutan taraftarı severim. Mantıksız ama kendine güvenen bir yaklaşım. Eşi de futboldan çok uzak değildi. En azından sıkılmıyordu konuşurken ve maç izlerken. Lig maçlarında sıkılıyormuş tabi...
Maçın en komik anı, belki de İspanyol arkadaşlardan birinin tekrar pozisyonunda "gol" diye heyecanlanması. O an içime doğdu ve o adamın bu pozisyonun tekrar olduğunu anlamayacağını tahmin ettim ve sadece ona baktım. Heyecanlandı, heyecanlandı ve sonra patladı... Ortam yıkıldı tabi.
Uzatmalar ve penaltılar. Penaltılarda Portekiz kazansa, Portekizli amcayla timsaha girerdim ama olmadı. İspanyollar götürdü. Üzüldük...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder