9 Temmuz 2012 Pazartesi

Hırvatistan Günlüğü#3 Split


Seyahatin 3. gününde Zagreb'den ayrılıp Split'e gidecektik. Sabah hostelden çıktık, bir şeyler atıştırıp otobüsle Split'e gidecektik. Hırvatistan'da bizdeki kafe tarzında yerler az. Kafe yok değil, çok fazla var ama hem bir şeyler atıştırayım, hem de bir şeyler içeyim dersen geçmiş olsun. Böyle bir yer bulmak oldukça zor.

Sanırım aval aval etrafa bakarken bir kadın buyur etti bizi. Biz menüsüne bakıyorduk ki kafede oturan biri "gelin gelin" dedi. Yok, bu sefer Hırvatça ile Türkçe'nin ortak paydası değildi. Amca Türk'tü. Biz de o ısrara dayanamayıp oturduk. Sandviç falan istedik ama kadından midem bulandı açıkçası. Tamam prezentabl olmasını beklemiyorum ama ağzındaki gümüş diş midemi kaldırdı sabah sabah. Mecbur olmasam yemezdim ama aç aç iki adım atacak halim yoktu...

Otobüsleri çok enteresan. O302 ayarında bir otobüsle gittik. Tam köy otobüsü. Bagaj verirsen parasını ayrı alıyor. Sanki taş attı da kolu yoruldu. Bizim acemiliğimize geldi bagajı verdik. 7 Kuna da bagaj başı bayıldık. Hayır 2 lira dediğin çok para değil ama boş yere de vermek istemiyor insan.

Otobüs yolcuğum oldukça sıkıcıydı aslında. Bir ara muhabbet oldu, zaman hızlı geçti ama çoğunlukla sıkıldım. Büyük hatayı kitabımı İstanbul'da unutarak yapmıştım. Bütün yolculukları ya müzikle ya da etrafı seyretmekle geçirdim. İndiğimizde Gürcü olduklarını öğrendiğim bir kız bir de erkek ile yanyana oturuyorduk. Ben tek oturuyordum, onlar da aynı sıranın diğer tarafında oturuyordu. Yol boyu kız yalandan İngilizce bir şeyler okudu. Yalandan diyorum çünkü onunla birlikte ben de okuyordum ama ablam o kadar hızlı geçiyordu ki yetişemiyordum.

Sıkıcı otobüs yolculuğu sonrası Split'e geldik. Split'te Hajduk karşıladı bizi. Zagreb'de Dinamo vardı, burada Hajduk... Hatta Dinamo'ya göre daha fazla izi vardı şehirde. Kalacağımız yeri bulmak zor olmadı.


Yerleştiğimizde şunu dedim: "İyi yer bulmuşuz". Oldu City'nin göbeğinde, mis gibi yer. Dinlendik ve çıktık. Akşam İngiltere - İtalya maçı vardı ve hem yemek için, hem de maçı izlemek için bir yer aradık. Çok şükür bulduk da. Önde İtalyanlar, solda İngilizler, masada iki İtalyan ve hangisini tutacağına karar veremeyen bendeniz. Bu zor bir karar oldu benim için. İngilizleri severim. Özellikle 2010'da kupayı almalarını çok istemiştim. Gerrard, Lampard, Terry, Ferdinand, Rooney gibi yıldızlar boş geçmesin demiştim, olmadı... Bu sefer o kadar güçlü değillerdi, üstelik hocaları da soru işaretiydi. EPL çocuklarını görünce kanım kaynıyordu ama. Diğer tarafta da asla antipati duymadığım, her zaman başarılı olmasını istediğim İtalya. Artık yükselsinler ve eski günlerine dönsünler istiyordum. Hal böyle olunca da yalan dolan bir maç oluyordu benim için.

Gol sesi çıkmadı. Son 10 dakika artık gol olmasın bari uzasın dedim. Uzatmanın son on dkaikasında da aynı temennide bulundum. Penaltılarda Buffon faktörü beni yarım adım İtalya tarafına itti. Pirlo'nun penaltısında İtalyanlar coştu. Ağır dalga geçti İtalyan. Maç sonunda gülmeye devam eden ise yine İtalyanlardı. İngilizler dağıldı, İtalyanlar da... Oysa İngilizler kazansa bambaşka olabilirdi...

Maçın ardından biz de Old City sokaklarında gezmeye başladık. Gece, gündüzden çok daha iyiydi gezmek. Serin olduğundan değil, en azından güneş vurmadığından. Sokaklar canlıydı, ta ki 12'ye kadar. Saat 12 oldu ve tüm Hırvatlar yine balkabağına dönüştü. İyi geceler Hırvatistan dedik...

Hiç yorum yok: