31 Ağustos 2010 Salı

Sirk


Ibrahimoviç sonrası şimdi de çok büyük ihtimalle Robinho AC Milan'ın kadrosuna dahil oluyor. "Heyt be ne takım oldu ama.." "Bekle Inter, bekle Juve Ronaldinholu, Robinholu, Ibralı Milan geliyor" diyenin alnını karışlarım...

AC Milan, Robinho transferi sonrası sirk haline gelir. Milano ekibini özetleyen tek kelime budur: Sirk

Hücumda takıma 3 top lazım... O 3 topun herhangi biri kaybedildiğinde toplayacak adam lazım ama yok. Ambrosini, Gattuso, Pirlo artık emekli. Flamini, tek başına 3 bebeğin altını temizleyemez.

Allegri'nin işi, Leonardo'dan daha zor... Bu takımın tek eksiği Balotelli. O da City'de tutunamazsa seneye gelir. Dörtlüyü tamamlarlar...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Sakat sakat oynayanlar


Yeri geldiğinde Türk futbolcusu profesyonel değil diye veriyoruz ayarı ama sanırım bu işin Türk'ü yabancısı yok...

Gökhan Gönül geçen sene şampiyonluk için sakat sakat oynadı. Ben de dahil bir sürü kişi kızdı. Ben, İbrahim Toraman'ın sakat sakat oynamasını istemem mesela. Bence onun sağlığı, takımın o günkü ihtiyacından daha önemlidir. Çok uç bir durum olmadığı sürece oynamasın...

Bu, Baros için de geçerliydi -ki kafasını kullandı oynamadı-. Her ne kadar o dönem Hakan Ünsal'ın Türk futbolcusu olsa takımı için sakatlığı göze alıp oynar, yabancı futbolcu oynamıyor işte eleştirilerine maruz kalsa da, Çek oyuncu doğru olanı yapmıştı...

Kaka ve Robben. Onlar da yazın oynamış olmanın cezasını şimdi çekiyorlar. Kaka, sakat olduğu halde Dünya Kupası'nda boy gösterince sakatlıktan kurtulamadı ve sezona başlayamadı. Bunu kendi de açık açık söyledi..

Robben ise devreyi kapattı. O da benzer şekilde Hollanda Milli Takımı için sakatlığına rağmen oynamıştı.

Ben buna milliyetçilik, vatanperverlik diyemem. Düpedüz aptallık. Orda iki maç çıkacağım diye ekmek paranı kazandığın takımdan ayrı kalıyorsun, daha da önemlisi takım senden ayrı kalıyor...

29 Ağustos 2010 Pazar

Ibra - Barça - Serie A


AC Milan yıllar önce bir benzerini Ronaldinho için yapmıştı. Aynı font, aynı simülasyon, farklı isim...

Milano'da mutluluk var bugün. Geçen sene 40 milyonun üstü bir bonservis ve üzerine Eto'o gibi bir golcü karşılığında transfer olan Ibra'yı, 1 yıl bedava kiralık ve 24 milyon € satın alma opsiyonu ile transfer ettiler. Ronaldinho'yu da tahmin edilen ederinin çok altına almışlardı, o aşı tutmamıştı ama Ibra, Brezilyalıdan çok daha farklı...

Olan Katalanlara oldu. Barcelona altyapıdan devam etsin zira transfer konusunda oldukça beceriksiz. Aynı transfer sezonunda iki patlak. Chygrynskiy'den sonra Ibra'da da büyük zarar var. Geçtiğimiz yıl sözleşme uzatmayacağından çekinerek Eto'o'dan, bu yıl da sorunlarından dolayı Ibra'dan vazgeçtiler. Ibrahimoviç, oyun sistemi için çok büyük kumardı, Pep kaybetti...

Ibra'nın Serie A'ya dönüşü ise ligin geleceği açısından önemli. Yıldızı sönük ligi canlandıracak, izlenir kılacak adamlara ihtiyaç var. Üstelik bu yıl, uzun süreden beri Inter ilk kez açık ara favori değil. Roma, Juve ve Milan daha derli toplu, Inter ise Mourinho ile Benitez arasındaki fark kadar farklı...
Son olarak Ibra transferiyle ikinci kez kapı önüne koyulan Huntelaar ve Man City'den ayrılacak olan ve Barça'dan haber bekleyen Robinho... Hareketli günler yaşayacaklar...

Trezeguet Hercules'de


Gol krallığı... Yılın futbolcusu ödülü...FIFA 100 listesi... 2'si elinden alınmış 4 Serie A şampiyonluğu.. UCL Finali... David Trezeguet'nin Juve'de geçirdiği 10 yıla sığanlar... Küme düşürülmemiş olsalar belki çok daha fazlası olacaktı..

Fransız oyuncu dün kulüp ile anlaşarak sözleşmesini feshetti ve ispanya'ya, Hercules'e gitti... Bazı oyuncular satılmaz bilirdik, bilmediğimiz şeyler de varmış. Gönül, Trezeguet'nin Juve'de jübile yapıp futbolu bırakmasını isterdi ama olmayacak.

Raul, Guti, Trezeguet... Bayrak adam bildiklerimiz bir bir gidiyor... Bu yıl da var bir şey...

28 Ağustos 2010 Cumartesi

La Liga Başlarken...


La Liga'da tatil bitti. İspanya Ligi bugün başlıyor. Gönül Barça ya da Real'i bugünden izlemek isterdi. 1 gün daha sabretmek gerekiyor...

Geçtiğimiz yıl büyük transferlerle lige başlayan Real ve kadrosunu Ibra ile güçlendiren Barça ligi domine etmişti. Öyle ki Öyleki lig 2.si Real, en yakın rakibi Valencia'ya tam 24 puan fark atmıştı. Geçen yılın özeti Barça-Real herkesi yendi. Barça ekstradan Real'i de yendi ve şampiyon oldu...

Bu yıl da geçen yıldan farklı görünmüyor. Yine en pahalı 5 transfer Real&Barça ikilisinin. Üstelik bunlardan biri, hatta birincisi geçen sezon ligi 3. tamamlayan Valencia'nın en etkili silahı. Villa 40 milyon € karşılığında bu yıl Nou Camp'ta. Bu transfer bile ligi özetliyor aslında...


En pahalı 5 transfer ise Villa (40m €) - di Maria (25m €) - Mascherano (22m €) - Mesut (15m €) ve Khedira (12m €). Real-Barça için artık 3. bir takım yok. Aralarındaki rekabetin üst düzey olması ikisini de başarı için her şeyi yapmaya zorluyor. Transfer konusunda ikisi de oldukça bonkör. Barça ekonomik problemlerine rağmen transferlerde elibol davranıyor. Real ise hocasının istediği her futbolcu için kesenin ağzını açıyor...

Sezonun en büyük değişikliği Real'in Hocası Mourinho gibi görünüyor. La Liga'yı geçen yıldan farklı kılabilecek tek insan. Hem popülaritesi, hem demeçleri, hem de sistemiyle farklı bir Real ve farklı bir La Liga izletecek bize. Bizim için bir başka farklı nokta ise Türk asıllı Mesut'un Real Madrid forması giyecek olmasıdır. Real Madrid tarihindeki ilk Türk futbolcuyu izlemek bizlere nasip olacak.

Real-Barça ekseninden biraz çıkalım ve alt taraflara doğru inelim. Geçtiğimiz yılı üçüncü sırada bitiren Valencia büyük kan kaybetti. Villa-Silva-Zigiç üçlüsünü tam 75 milyon € bedelle gönderdi. Ekonomik krizden kurtulabilmek için bu hamle gerekiyordu. Transferde ise Fransa pazarına yöneldi. Daha genç ve gelecek vaadeden oyuncular ile anlaştı. Mehmet Topal da bu hamlenin bir parçası.

Geçtiğimiz yılı 4. sırada tamamlayan Sevilla önemli oyuncusu Adriano'yu Barcelona'ya verdi. Bu transfere Sevilla kanadının üzüldüğünü düşünmüyorum zira onlar için oyuncu yetiştirilip satılan bir varlıktır. Doğru transfer hamlelerini sıklıkla gördüğümüz Sevilla için Adriano, Ramos, Alves gibi bir oyuncudur. Yarın Capel'i de, Navas'ı da satmaktan çekinmeyecektir. Sezona az transferle giren Sevilla'nın aldığı en kritik oyuncu ise Valencia'dan ayrılan Alexis. Squillaci'nin boşluğu Alexis ile dolacak...


Geçen sezonu 5. bitirmesine rağmen finansal problemlerinden dolayı Avrupa Kupası'na alınmayan Mallorca da sezonu sakin geçirenlerden. Bir çok oyuncusunu elden çıkaran Mallorca adına sezonun en flaş transferi Bordeaux'tan kiralık gelen Cavenaghi. Arjantinliyi La Liga'da izlemek zevkli olacak. Mallorca'daki en büyük değişim ise yeni Hocası Michael Laudrup olacak. Ligi de yakından tanıyan ve zamanında bu ligde başarılı olmuş Danimarkalı Hoca, doğru bir teknik direktör tercihidir.

Ligdeki en büyük değişimlerden birine Malaga imza attı. Geçtiğimiz yıl küme düşmekten yırtan mavi-beyazlı takım teknik direktörlüğe Porto'nun eski Hocası Ferreira'yı getirdi. Başarılı Hoca, geçtiğimiz yıl başarısını tekrar edemeyince Porto'dan ayrılmıştı.


Ronaldo, Messi, Kaka, Xavi gibi yıldızlar elbette ön planda olacaktır ancak bu ligde bunların dışında izlenesi bir çok adam var. Yıldızları bunlar kadar parlak olmasa da performansını merak ettiğim yeni oyuncular da katıldı La Liga'ya. Atletico Madrid'in Villarreal'den transferi Godin, yine Madrid ekibinin Deportivo'dan aldığı Filipe, Gijon'un Rangers'dan transferi Novo, Hercules'in Standard'dan transferi eski Galatasaraylı Sarr ile Dortmund'dan transferi Paraguaylı Nelson Valdez, Levante'nin Valencia'dan kiraladığı eski Chelsea'li Asier del Horno, Malaga'nın Al-Sadd'dan kiraladığı bir dönemlerin yıldız adayı Owusu-Abeyie, Mallorca'nın yeni transferi Cavenaghi, Racing forması giyecek olan Kennedy Bakırcıoğlu, yeni sezonda Sociedad forması giyecek olan Raul Tamudo, Valencia'nın yeni Fransızı Feghouli ve Mehmet Topal. Son olarak da Zaragoza'ya giden Leo Franco...

Yeni sezonda La Liga'da izleyemeyeceğimiz iki efsane ise... Raul ve Guti... Neyse ki birini ligimizde izleyebiliyoruz...

Milli Takım Aday Kadrosu

KALECİLER: Hakan Arıkan, Onur Kıvrak, Sinan Bolat
SAVUNMA: Gökhan Gönül, Sabri Sarıoğlu, Ömer Erdoğan, Servet Çetin, İbrahim Toraman, Gökhan Zan, Hakan Balta, İsmail Köybaşı
ORTA SAHA:Hamit Altıntop, Kazım Kazım, Mehmet Aurelio, Selçuk İnan, Selçuk Şahin, Emre Belözoğlu, Nuri Şahin, Arda Turan, Özer Hurmacı
FORVET: Tuncay Şanlı, Semih Şentürk, Sercan Yıldırım, Nihat Kahveci, Halil Altıntop

Milli takımımızın Kazakistan ve Belçika maçları için aday kadrosu. Sıradan bir kadro değil, yeni hocamız Hiddink'in ilk kadrosu. Daha 3 gün önce gelmiş olsa ilk kadrosunun da çok önemi olmazdı ama tamamı fiilen de olmasa da, yaklaşık 5 aydır Hocamız olduğu için kadro önemli... Hiddink'in tercihlerini görmemiz açısından önemli...

Tercihler benim için büyük bir hayal kırıklığı. Kadroda nasıl olduklarını anlamadığım bir çok oyuncunun yanısıra, neden giremediklerini de merak ettiğim bir o kadar oyuncu var...

Öncelikle şunu söylemekte fayda var. Mesela formda da olsa, 2 aydır topa vurmamış da olsa bazı oyuncular Hocaların vazgeçilmezidir. Teknik direktörün sisteminin vazgeçilmez parçasıdır ve o hep bir şekilde değerlendirilir. Buna anlayış gösteririm. Hiddink'in arada böyle tercihleri de olacaktır ve bu olgunlukla karşılanmalıdır...

Egemen, Ceyhun Gülselam, Volkan Şen, Ozan İpek, Ali Tandoğan bu takımda oynamanın gururunu yaşamak için daha fazla ne yapmaları gerekiyor. Ali Tandoğan değil mi bu ligin en fazla asist yapan oyuncularından biri? Ceyhun Gülselam bugün üç büyüklerin de hayır diyemeyeceği oyuncu değil mi? Volkan Şen, Ozan İpek değil mi transfer piyasasının en çok istenen adamları?

Trabzon'un değişmeyen savunmacısı Egemen kadroya giremezken Gökhan Zan'ın orada oluşu. Sakat yatan Sabri'nin, Fenerbahçe ile antrenmana çıkıp çıkmadığını bile bilmediğimi Kazım'ın, Beşiktaş taraftarının kendi evlatları olmasına rağmen artık dayanamayacak kadar kötü gördükleri Nihat'ın, Sahada çoğu zaman ne yaptığını kendisinin de unuttuğu Selçuk Şahin'in kadroda olması içimi acıtıyor...

Tercihlerin çok net olarak üç büyük eksenli. Emre Güngör bugün kadroda neden yok dersiniz? Giydiği forma hala sarı-kırmızı değil diye...

Son olarak klavyemden iki de olumlu yazı çıksın... Kaleci tercihlerinde, Cenk olmadığı Hiddink'i kutluyorum. 2 maç iyi oynayan adam bu kadar kolay Milli takıma seçilmemeli. Biraz sabredilmeli...

Ve Nuri Şahin... Artık Milli Takımımızla bütünleşsin bu güzel çocuk...

Beşiktaş'ın grubu


Gündeme dair yazacak çok şey var. Bir yerden başlamak gerekir düsturuyla Beşiktaş'ın rakiplerinden başlayalım...
1. HAFTA: Beşiktaş-CSKA Sofya (16 Eylül),

2. HAFTA: Rapid Wien-Beşiktaş (30 Eylül),

3. HAFTA: Beşiktaş-Porto (21 Ekim),

4. HAFTA: Porto-Beşiktaş (4 Kasım),

5. HAFTA: CSKA Sofya-Beşiktaş (2 Aralık),

6. HAFTA: Beşiktaş-Rapid Wien (15 Aralık)

Öncelikle UEFA'ya 0 bay geçmeli; Kimisiyle içerde, kimisiyle deplasmanda oynamalı saçma sapan sistemden vazgeçtiği için tekrar teşekkür ederim. Geçen sene ile birlikte dönülen yanlış, bize bu sistemin ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gösterdi...

Beşiktaş zor bir kura çekmedi. Kurayı zorlaştıracak olan 3. ve 4. torba takımlarından ortalamaları seçti. 1. torba için de benzer bir durum söz konusu...

1. torbadan Liverpool, A.Madrid, Sevilla ve Juventus'un gelmesini istemedim. Porto, kolay bir rakip değil. Kadrolarına baktığımızda aman aman bir yıldız göremiyoruz ama Hulk, Falcao, Meireles, Varela bugün adı çok popüler olmasa da çok can yakabilecek kalitede oyuncular. Grubun favorisi Porto'dur...

3. torbadan gelen CSKA'yı Sabri'ye sormak gerekir. O konuda üstad odur.

4. torbadan gelen Rapid Wien'i CSKA'dan çok da farklı görmüyorum. Aynı kalitede iki ekip. Ortalama bir 4. torba takımı. Beşiktaş bu iki takıma üstünlük kurup, gruptan çıkacaktır muhtemelen.

Kura, şeker değil... Beşiktaş, henüz tam oturmadığı için 3 tane 4. torba takımı gelse bile rahat eleriz, basarız geçeriz diyemiyorum. Takımın gidişatını görmek gerekir. Kağıt üzerinde gruptan kesin çıkar. Üstelik yıllar önce bizi vuran adam da bizdeyken Porto'nun önüne de geçebilir...

27 Ağustos 2010 Cuma

UEFA gecesi

Dünkü maçların ardından artık Avrupa'da yola 2 takımla devam ediyoruz. Trabzonspor için fazla birşey söylemeye gerek yok. En zor rakiplerden birini çektiler. Gerrard, Torres olmasa bile Liverpool büyük takımdır. Trabzon iyi mücadele etti ama olmadı... Şenol Hoca'yı ve takımı kutlamak düşer bize...
Fenerbahçe, ilk maçtaki skorun dezavantajıyla geldi. Kadro yapısı itibariyle elemesi gereken bir takımdı ama eleyemedi. Young Boys ve PAOK iki şanssız kuradır bence. Formda ve dişli iki takımla oynadı ve ikisine de kaybetti. Maçın en güzel yanı köşe bayrağına formasını saran Muslimoviç'in formasını verip, bayrağı eski yerine diken ve taraftardan özür dileyen Lino'nun örnek hareketidir. Büyük oyuncu Muslimoviç değil Lino'dur...
Galatasaray kötü kadrosuyla bu kadarını yapabildi. Son dakikada gelen gol ve sonrasında yenen gol. Tur geldi gitti. Sevinç 2 dakika sürdü. Balta, yıllar önce Üzülmez'in sırtıyla yaptığı asisti hatırlattı...
Beşiktaş 4-0 kazandı ama bence 2-1 kaybetti. Maçın hakkı bu değildi. Beşiktaş çok iyi oynamadı. Çok pozisyon veriyor. Ligde bunu affetmezler. Savunmaya önlem alınmalı...

Bursaspor'un grubu


Biz Türkler, maalesef bunu hep yapıyoruz. Bizden iyi takımı, dişimize göre; Bizimle denk takımı, çantada keklik; Zayıf takımı, şeker gibi kura olarak nitelendiriyoruz...

Yine öyle oldu... Bursaspor, ManU, Valencia ve Glasgow Rangers ile eşleşti. Ertuğrul Hoca, makul açıklamalar yaptı. Eyvallah... Ama Bursaspor'un yönetim kurulu üyeleri Selçuk Eren ve İlhan Uslu bol keseden sallamışlar...

Bursapor %75 gruptan çıkarmış... Valencia eski gücünde değilmiş, Rangers, diğer takımlara göre daha zayıfmış...

Biraz daha realist bakmak lazım böyle kuralara. ManU puana ihtiyacı olduğu sürece içerde de, dışarda da yener Bursaspor'u... Bursaspor, puan alamaz mı? Elbette alabilir ama maçın açık ara favorisi Manchester ekibidir...

Valencia, iki büyük yıldızını sattı ancak şu andaki görüntüsüyle de kulüp zayıf diyemeyiz. Takım hala iyi. Küçümsenecek halde değil...

Rangers, grubun en zayıf ekibi falan değil. Net olarak Bursaspor'dan daha iyi bir takım. Daha başarılı ve daha tecrübeli...

Abartmayalım... Ayağımız yere bassın... Bursaspor, grubu en iyi ihtimalle üçüncü tamamlar...

26 Ağustos 2010 Perşembe

Diego - Misimoviç - Vaart


Juventus, Diego'yu 15 milyon €'ya Wolfsburg'a verdi. Juventus açısından kötü bir tecrübe oldu. Büyük umutlarla gelmişti ama olmadı. Sonrasında Brezilyalı oyuncu ait olduğu yere döndü... Bundesliga açısından büyük kazanç. Almanlar bu güzel insanı tekrar izleyebilecekler...

Bu transferle birlikte Misimoviç muhtemelen takımdan gönderilecek. Talipleri Schalke ve Galatasaraydı -ki hala öyle-. Transferde şanslı görünen Magath faktörüyle Schalke. Ancak Schalke'nin Vaart için de girişimde olduğu yazılıyor. 10 milyon € civarında bir teklif sunacaklar. İşin ilginç yanı ise o Vaart ile ilgilenen bir başka takım da Diego'yu verip domino taşlarını devirmeye başlayan Juve. İtalyanlar, Hollandalıya 14 milyon € ücret biçmişler. Teklif yapılmış, cevap beklemiyor...

Bundan daha iç içe bir başka transfer var mı?

Ibra yolcu


Geçen yılın Barcelona adına büyük transferiydi Ibra ancak tutmayacağı belli olan aşı tutmadı. Barça sisteminin en ucundaki adam Eto'o'nun boşluğunu bir türlü dolduramadı. Farklı özellikleri vardı ama o sistemin adamı değildi. Hala değil...

Bir süredir Ibrahimoviç ile Milan ilgileniyor. İmkansız bir transfer gibi de durmuyor. Zira Ibra ile Pep'in arası açık. En azından basına sızan bu. Bir kaç gün önce İsveçli oyuncunun menajeri Mino Raiola oyuncusunun kulüp ile bir problemi olmadığını ancak Guardiola ile problemli olduğunu söylemişti. Net olarak, Guardiola zor bir adam ve oyuncum ile problemleri var demişti. Son olarak da tüm bunlara rağmen Ibra'nın geleceği Guardiola'ya bağlı değil; çünkü o Barcelona'nın oyuncusu, Guardiola'nın değil diye eklemişti.

Bunun üzerine Guardiola, Ibra ile bir problemi olmadığını. İletişime açık bir insan olduğunu ve kulüpte kalması durumunda Ibra'yı değerlendirmekten memnun olacağını söyledi.

Ancak bugün Ibrahimoviç'in 6 aydır konuşmuyoruz bile, Milan'a gidip Ronaldinho ile beraber oynamak istiyorum açıklaması ipleri kopardı.

Bana göre Ibra ile Barça arasında bugünden sonra etkin bir bağ olmayaccaktır. Muhtemelen Zlatan, Milan'a gidecek, kalırsa da gideceği en kısa zamanı kollayacaktır...

Ibrahimoviç, Ronaldinho ile beraber oynamak istediğini söyledi ama Rosell bunu engellemek için elinden geleni yapacağa benziyo. Barça başkanı Ronaldinho'ya yöneticilik teklifinde bulundu...

Aurelio'nun iki yüzü


Yıllar önce ülkemize Trabzonspor'un atılım hamlesi olarak Robson Da Silva, Jarro ve Eduardo ile birlikte gelmişti Marco Aurelio. 4 Brezilyalıdan en iyisiydi ve takımda tek tutunan da o olmuştu. 2 yıl sonra sözleşmesi bitince Gençlerbirliği ile anlaşmış ancak Fenerbahçe devreye girerek hem Trabzon'un, hem Gençlerbirliği'nin elinden kapmıştı Aurelio'yu. Hatta İlhan Cavcav'ın, Aziz Yıldırım'ı PKK lideri Abdullah Öcalan'a benzetmesinin altında yatan en büyük nedenlerden biridir bu olay...

O dönemin modası olan Milli takımda yabancı oynatabilme kuralının tek meyvesidir Brezilyalı oyuncu. Hoş Nobre, Rafael gibi bir kaç oyuncu daha Türk statüsüne geçirildi ama onlar hiç bir zaman Ay-Yıldızlı formayı giyemedi. Aurelio'nun en büyük şansı ortasahadaki oyuncu sıkıntısıydı.

Derken Fenerbahçe'den de olaylı bir şekilde ayrıldı ve Betis'e gitti. Şimdi de Beşiktaş'ta...

Transferin iki yüzü var. Birinci yüzü, Aurelio'nun yaptığı iki transferde de gösterdiği tutum. Buna siz profesyonellik dersiniz, ben şahsiyetsizlik. Onu geçtim, Ricardinho'ya otoparkta attığı dayak. Ben hala bunu sindirebilmiş değilim. Kolay kolay da sindiremeyeceğim. Marco Aurelio, benim gözümde otoparkçıdır...

Madalyonun diğer yüzü ise daha berrak. Maalesef, Aurelio o bölge için alınabilecek en iyi adam. Türk olması en büyük avantajı. Ernst'in yanında Necip'e alternatif olacak ya da Necip'in yerine oynayacak bir Türk'e fazlasıyla ihtiyaç duyuyorduk ve Aurelio bu açığı kapatabilecek kalitede. Ülkemizi tanıyor olması, yıllardır Trabzonspor, Fenerbahçe ve Betis'te ilk 11 çıkıyor olması, hem savunma hem hücum yönünün güçlü olması, bonservis ücreti ödenmeden gelmiş olması ve yıllık ücretinin de makul olması...

Özetle, Aurelio sevmediğim ama çok fazla ihtiyacımız olan bir oyuncu...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Üç büyüklerin sorunları


Üç büyüklerin ikinci haftayı puansız kapatması ilginç bir tesadüf oldu. Galatasaray ve Fenerbahçe'nin hem form durumunu, hem de rakiplerinin form durumunu göz önüne aldığımızda, bu iki ekip için büyük bir sürpriz olmadı ancak Beşiktaş'ın kendi evinde İBB'ye yenilmesi beklenmedik bir sonuçtu...

Peki üç büyükleri bu hale düşüren sebepler neler?


Üç takımında bir takım problemleri var ancak bu problemler hepsinde farklı. Galatasaray ile başlayalım. Bu üç takım arasında durumu en vahim görünen Galatasaray. Rijkaard'dan, Adnan Sezgin'e, Adnan Polat'tan sağlık komitesine kadar her şey eleştiriliyor. Galatasaray'ın temel sorununun oyuncu kalitesi olduğunu düşünüyorum. O meşhur transfermarkt sitesine bakıp, "olur mu yahu, değeri Beşiktaş'tan daha yüksek. Sen nasıl oyuncu kalitesi daha düşük diyorsun" demeyin. Sitedeki değer saçmalığı kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır, bunu da antrparantez belirteyim. Sık sık oynatıldığı sistem dolayısıyla hedef alınan Rijkaard'a yapılan eleştirilerin abartıldığını düşünüyorum. Evet, Hollandalı Hoca 4-3-3'te ısrar ediyor ama elindeki kadro ile 4-4-2 de kurulmaz, 3-5-2 de, 6+2+2 de...

Hangi transferleri istedi kesin olarak bilmiyorum ama istediği hiç kimsenin alınmamış olması (belki Cana) yapılmamış ya da yapılamamış transferlerden belli. Israrla istediği Stoch'un da bugün Fenerbahçe forması, Beşiktaş taraftarının "Şimdi onlar düşünsün" deyip arkasından su döktüğü Serdar Özkan'ın Galatasaray forması giyiyor olması, Sarı-Kırmızılıların transferdeki başarısını (!) az çok gösteriyor. Galatasaray'ın temel problemi yapılmamış transferlerdir. Rijkaard bu takımla başarılı olamaz.

Fenerbahçe transfer konusunda ezeli rakibine göre daha şanslı. Dia, Stoch ve Niang Aykut Kocaman'ın oturtmaya çalıştığı hızlı ve kanattan futbol için doğru isimler. Gyan yanlışından istemeden de olsa dönmüş olması Fenerbahçe'nin şansıdır. Aykut Kocaman, moral olarak çökmüş bir takımı aldı ve bu takıma yeni bir sistem oturtmaya çalışıyor. Yıllardır Alex üzerine kurulu bir sistemi kanatlara yaymaya çalışıyor. Bu yapılması gereken zorunlu bir değişikliktir. Bu yıl büyük olasılıkla Brezilyalı oyuncunun ülkemizdeki son yılı ve yerine birinin alınıp monte edilmesi pek olası değil. Öyle ki Messi bile Fenerbahçe'de Alez kadar başarılı olamayabilir. Bu tamamen bir kimya meselesidir. Hal böyle olunca Aykut Kocaman'ın işi zorlaşıyor. Kurulu ve zamanında çok başarılı olmuş bir sistemi değiştirmek oldukça zor. Üstelik yeni sistem, seni ekstra yabancı kontenjanı kullanma zorunluluğunda bırakırken. Fenerbahçe'nin yeni yabancı transferi yapacağını düşünmüyorum. En azından ilk 11 için yeni yabancı alınmayacaktır diye tahmin ediyorum. Lugano-Santos-Dia-Stoch-Niang ilk 11'deki yeri garanti isimler. Yeni alınabilecek yabancı belki defansa olabilir. Çok kaliteli bir ismin gelmesi durumunda Bilica yedek bekleyecektir. Ayrıca bu durum Alex'in de kulübede oturması manasına geliyor. Alex oynarsa yeni gelecek oyuncu da kulübede oturacaktır.

Aykut Kocaman'ın işi kolay değil. Yönetimin gerçek manasıyla Hoca'nın arkasında olması gerekir ve en önemlisi hem yönetimin hem de taraftarın sabırlı olması şart...


Beşiktaş'taki problem ise bu ikisinden farklı. Schuster'in transferleri yapılıyor. Bu konuda Alman Hoca şanslı diyebiliriz. Üstelik kalıplaşmış bir sistemi bozup yeni bir sistem de oturtmaya çalışmıyor. Zira öncesinde Beşitaş'ın oturmuş bir sistemi yoktu. Elbette Schuster takıma yeni bir yapı kazandırmak istiyor ve o amaçla çalışıyor ancak bu durum Fenerbahçe'deki kadar keskin değil.

Beşiktaş'ın temel problemi Hoca'nın ligi tanımıyor oluşu. Ligimiz gerçekten sert ve mücadeleye dayalı bir lig. Özellikle İspanya Ligi ile kıyaslanmayacak kadar sert. Ayrıca ülkemizdeki bir çok takım, üç büyüklere karşı katı savunma yaparak en azından bir puanı kurtarma gayesiyle maça çıkıyorlar. Bu bir çok takım için içerde deplasmanda değişmeyen bir strateji. 9 kiş isavunmada kalıp 2 hızlı oyuncu ile kontradan gol arayan takımlarla dolu bir ligimiz var. Hal böyle olunca ortasahası zayıf büyükler puan kaybedebiliyor. Beşiktaş iki ortasahalı sistemden vazgeçtiği her maçta problem yaşayacaktır. İki ortasahadan kastım katı savunma yapan, top kapan iki oyuncu değil. Ernst-Necip, Ernst-Aurelio gibi hatta gitmezse bunlara Fink'in de ekleneceği varyasyonlar. Bu bölgedeki oyunculardan biri olmadığı zaman ortasahası kolay geçilebilir bir takım haline geliyor Beşiktaş. Bu, sadece bugünün problemi değil. Dün Cisse de bu bölgede tek oynadığında Beşiktaş kolay pozisyon veren bir takımdı...

Üç büyüklerin üçü de farklı sorunlarla uğraşıyor. Beşiktaş ve Galatasaray'ın problemi daha kolay çözülebilir gibi görünse de ben Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın daha istikrarlı bir yol izleyeceğini ve problemleri daha kolay aşabileceğini düşünüyorum. Galatasaray yönetiminin önümüzdeki bir kaç gün içinde transferleri tamamlaması durumunda, Galatasaray bu yıl geride kalır...

24 Ağustos 2010 Salı

Yeter Lan!!!


Bu aralar oyuncular cıvanadan çıktı. Önce NBA'de gördüğümüz üzere LeBron ve diğer bazı serbest oyuncular takımları resmen maymuna çevirdi. LeBron kendisi yaptığı yetmezmiş gibi birde Chris Paul'e takas olması hakkında öneriler verdi. Futbolda ise özellikle Fabregas-Barcelona hakkında yapılan rezillikler dizboyu. Xavi ve Messi'nin saçma sapan açıklamaları olsun ve forma giydirme gibi son derece ucuz hareketler ki forma giydiremeye çalışanlar arasında Reina gibi tamamen alakasız bir oyuncununda karışması tam bir rezalet. Zaten Reina Arsenal maçında topu kendi kalesine taşıması ile hakettiğini buldu. Sadece Barça'da değil Real'de de Ashley Cole hakkında yapılan açıklamalar kabul edilebilir değil.

Bugün ise Mascherano'nun Liverpool'un kendisi için yapılan teklifi yeterli bulmaması sonucu sahaya çıkması reddetmesi artık son damla oldu. Liverpool Mascherano'ya gereksiz ceza vermediği sürece Mascherano'nun bu tarz bir hareket yapmaya hakkı yok. Mascherano Liverpool ile sözleşme imzalarken kontratı gereği nasıl parasını tıkıt tıkır alıyorsa takımına karşı sorumluluklarınıda yerine getirmelidir. Oyuncuların kendilerini takımlardan büyük görmeleri anlaşılır birşey değil.

2011'de NBA de yeni CBA konusunda oyuncular ve takım sahipleri arasında ciddi farklılıklar var ve görünen o ki 98-99'da olduğu gibi lokavt ihtimali büyük ihtimal. Ancak sonunda bir yerde anlaşılacak ve bu durumda yeni CBA'nın takım sahipleri lehine olması bekleniyor. Buradan harketle Uefa ve Fifa'da bu konuda birşeyler yapmalı ve takımların haklarını korumalı. Zaten Milli maçlar yüzünden ciddi kayıplar yaşayan takımlar oyuncularında bu tarz davranışları ile iyice cinnet mekanı haline geliyorlar...

22 Ağustos 2010 Pazar

Beşiktaş 0 - 2 İBB


Schuster, İspanya kariyerinde de rotasyonu seven biriydi ama ben, şu ana kadar Beşiktaş'ta yaptığı rotasyonların normalin dışında olduğunu ve gidecek yabancı oyuncunun ya da oyuncuların belirlenmesi durumunda bu rotasyonun azalacağını düşünüyorum. Alman Hoca'nın Ağustos sonuna kadar alternatif sistem ve oyuncu deneyeceğini tahmin ediyorum...

İBB'ye, ligin İnönü'de oynanan ilk maçında boyun eğmek üzücü. Özellikle mağlubiyetin kişiliksiz ve kimliksiz İBB karşısında olması daha da üzücü. Ancak bu tip maçlardan henüz ligin başında ders çıkarabilmek ve önümüzdeki haftalara daha sağlıklı girebilmek önemli. Bugün, geride kalan 3 puanı getirmenin bir yolu yok; önemli olan hataları görebiliyor olmak ve bundan ders çıkarmaktır...

İBB maçı, Beşiktaş'ın asıl sorununun forvet değil sağ bek olduğunu fazlasıyla gösterdi. Avcı, Beşiktaş'ın zayıf karnının sağ beki olduğunu çözmüş -ki çözmek için alim olmaya gerek yok- ve bu bölgeden defansın arkasına kaçırabileceği oyuncularla skor üretmeye çalıştı. Bu sistemi ilk yarı boyunca kullandı. Bütün yarı boyunca adamını kaçıran Erhan, hücumda da etkisizdi. Sahada Erhan olduğu sürece forvette Bobo olmuş, Robinho olmuş, Adebayor olmuş çok farketmeyecektir...

Beşiktaş'ın temel bir başka problemi de defansın göbeği. Schuster, Ferrari'yi istemediğinde defans adamında bazı özellikleri aramak lüks, Ferrari bu ligin üst düzey bir defans oyuncusu ve takımda tutulmalı diye düşünmüştüm. Ancak bugünkü maç, Ferrari'nin gerçekten Schuster'in aradığı eleman olmadığını gösterdi. Eğer takım sürekli bu sistemle oynayacaksa Ferrari vazgeçilmez bir oyuncu değildir. Önde kurulan savunmada arkaya kaçan adamların tozunu yutar, sonrasın da biz de golün arkasından bir bardak su içeriz...


Necip'in kenarda olması o bölgede Ernst'in yanında Delgado'ya şans doğurdu. Delgado savunma konusunda takıma yardımcı olmuyor. Üstelik takımda en fazla top kazanmayı gerektiren bir mevkiide oynuyor. Bu futboluyla, bu takıma lüks...

Quaresma dışında hücumda atak olgunlaştıran oyuncu nerdeyse yoktu. Holosko, Schuster'in aradığı hızlı forvetlerden biri olabilir mi? Düşünülmeli. Hilbert'in performansı geçen maça göre düşüktü. Bu beni çok şaşırtmadı, zira geçen maç ekstra oynadığını düşünüyorum.

Hücum yaparken top şişirdikten sonra Guti'nin gelmiş olması çok da mühim değil. Savunmadan ayağa paslarla çıkmak yerine defanstan forvete top şişirmeyi tercih ediyoruz. Delgado-Tabata-Guti ileriye top çıkarmak için bu takımda yabancı kontenjanını dolduruyorlar. Geçtiğimiz yıllardan farkı, daha dar bir alanda maç yapıyor olmamız kalıyor geriye. Bu anlayış asla tercih edilmemeli. Kanatlardan ya da ortadan, ayağa paslarla hücuma çıkılmalı. Geçtiğimiz maçlarda gördüğümüz ortasahada pas trafiği ve sonrasında kanatlara açılan topları bu maçta göremedik.

Beşiktaş yapılan hatalara ve eksiklere rağmen iyi yolda. Schuster'in hatalardan ders çıkaran ve kendini yenileyebilen bir hoca olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılmıyorum...

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Dejan Stankoviç


Dejan Stankoviç. Daha 16 yaşındayken Kızılyıldız'da A takıma yükselme başarısı gösterdi. Fenerbahçe forması giymiş Lazetiç'in de bulunduğu jenerasyonun en sağlam adamlarından biriydi. Kızılyıldız'da geçirdiği başarılı 3 yılın sonunda, dönemin efsane Lazio'suna transfer oldu. Artık Nedved, Veron, Mancini, Nesta ile birlikte oynayacaktı. 6 başarılı yılın ardından ekonomik sıkıntı yaşayan Lazio onu da elden çıkarmak zorunda kaldı. Akbabalar Juve ve Inter talip oldu. Transferleri genelde kazanan Juve bu kez kaybetmişti. Dejan, Inter ile anlaştı. Şu anda Inter forması giyen Pandev'de transfer karşılığı Roma takımının yolunu tutmuştu.

Bu yıl Milano kulübünde 8. yılına giriyor. Inter gibi rotasyonun sık olduğu bir kulüpte 8 yılı devirmek her babayiğidin harcı değil. Artık takımın abisi konumunda. Gelecek sezon hakkında umutlu konuşuyor. Mourinho'yu unutmuş değil ama Benitez'den de öğreneceği çok şey olduğunun bilincinde. Üstelik kazanacağı yeni kupaların da heyecanı içinde. Roma ile oynayacakları İtalya Super Kupa Finali, lig maçları, Şampiyonlar Ligi maçları ve Avrupa'yı temsilen gidecekleri Dünya Kulüpler Kupası. Hepsini sabırsızlıkla bekliyor. Kazandığı onca kupaya rağmen hala çok aç...

Stankoviç.. Rakipken sevmediğim ama takımımda görmek istediğim adam...

20 Ağustos 2010 Cuma

Marsilya'da Kaptanlık Seçimi


Didier Deschamps beğendiğim hocalardan biridir. Genç Fransız hocayı beğenmenin yanı sıra Juventus'lu olduğu için de ayrıca seviyorum. Kaptanı Niang'ı Fenerbahçe'ye kaptırınca takıma yeni bir kaptan seçmek durumunda kaldı. L'Equipe yaptığı açıklamada Niang ayrılınca yeni bir kaptan seçmemiz gerekiyordu. Oyuncularımdan, kendi kaptanlarını kendilerinin seçmelerini istedim. Onlar da Mandanda'da hemfikir oldular dedi.

Bizler de ilkokulda sınıf başkanını seçerken bu yöntemi kullanıyorduk. Hatta birinci sınıfta ben seçilmiştim. Fransız hocanın kullandığı yöntem genelde çok tercih edilen bir yöntem değildir. Ben ilk kez böyle bir seçim gördüm. Kaptanlık için en etkili kriterin direkt ortaya çıktığı bir yöntem. Oyuncular üzerinde etki kurabilecek ve diğer oyunculara liderlik yapabilecek kişinin bu metotla seçimi akıllıca...

Önce Cana'yı, sonra Niang'ı kaptırdılar. Kaptanların izini sürersek Mandanda seneye yolcu diyebiliriz...

Kadro sıkıntısı


Beşiktaş'ın yabancı fazlalığından dolayı yaşadığı sıkıntının bir benzerini de Real Madrid yaşıyor. Onların problemi kadrodaki oyuncu sayısı. La Liga'da kural gereği sezon öncesi 23 oyuncu bildiriliyor. Real'in şu anda kadrosunda 26 oyuncu bulunuyor. 3 kişi bu ay sonuna kadar ya kiralanacak ya da satılacak. Galatasaray'ın gözünün açık olması tavsiyemdir...

İspanyol medyasına göre 20 kişinin yeri sağlam. Mourinho'nun takımında geleceği riskte olanlar:

- Lassana Diarra
- Mahamadou Diarra
- Royston Drenthe
- Fernando Gago
- Esteban Granero
- Rafael Van der Vaart

Açıkçası Lass ve Granero'nun gideceğini düşünmüyorum. Mahamadou Diarra ile Fiorentina ilgileniyor ve satılması sürpriz olmayacaktır. Diarra'yı, Galatasaray için bulunmaz bir oyuncu olarak görüyorum. Drenthe'nin çok şanslı olmadığını, son adam için Gago ya da Vaart'ın düşünüleceğini tahmin ediyorum...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Ireland, Bellamy ,Given


Ireland, Bellamy, Given ve Tevez City'nin geçen seneki kare asıydı. Tevez kaldı ama Ireland ve Bellamy bedavaya gittiler. Given'ın da kontratını buy out edip serbest kalacağı söyleniyor. Arsenal Given ile ilgileniyor ve Arsenal'in diğer ilgilendiği isim Schwarzer'ın takımı Fulham da Schwarzer giderse diye Given ile ilgileniyor.

Bir takımın geçen seneki en iyi dörtlüsünden üçünü yollaması akıl alır değil açıkcası. Mancini elindeki kadronun hakkını pek veremeyen vasat bir hoca bence. İnter'in o kadrosu ile Avrupa'da hiç başarı yakalayamaması bunun en büyük kanıtı. Elinde iyi bir kadro var ancak ben bir hayalkırıklığı bekliyorum açıkcası.

Gurur


Bir Türk futbolcunun transferinden hiç bu kadar gurur duymamıştım. Hakan'ın, Emre'nin, Tugay'ın, Tuncay'ın, Nihat'ın transferlerine fazlasıyla sevinmiştim ama Mesut'un Real Madrid'e gidişi benim için bir başka...

Basın toplantısında objektiflerin onu çekmesi, ilk antrenmanında Ronaldo ile yanyana çekilmiş fotoğrafı, Real Madrid'in resmi sitesinde onunla ilgili yapılan bir çok haber ve elbette Mourinho'nun demeci. Hepsi bu büyük gururun küçük detayları...


Lincoln'ün cezası ile açılan ilk 11 yolu ve sonrasında başarılı maçlarıyla parlayan yıldızı onu Schalke'den Bremen'e taşıdı. İstikrarını ve başarısını burada da sürdürerek Alman Milli Takımı'na kadar yükseldi. Sonrasında Milli Takım'daki kilit rolü ve en önemlisi Mourinho'nun beğenisini kazanması onu Santiago Barnebeu'ya taşıdı...


Aslında gelecek yıl için planlanan bir transferdi. Hem Barça, hem Real, hem de ManU Mesut ile ilgilendi. İspanyolların ilgisi daha ön plandaydı. İki dev de gelecen yıl bonservis bedeli ödemeden almanın planlarını yapıyordu. Kaka'nın sakatlığının da etkisiyle Real işi bu yıl bitirmek istedi ve gelecek yıl para kazanamamaktansa bu yıl 15 milyon'u cebine koymayı tercih eden Bremen onu Real'e verdi.

Mesut yaptığı açıklamada Dünya'nın en iyi hocasıyla Dünya'nın en iyi takımında oynamak istediği için Real'i tercih ettiğini söyledi. Transferde Moutinho'nun etkisi büyük. Mesut, transfer öncesi Portekizlinin kendisini aradığını ve ikna ettiğini detay vermeden açıkladı. Mourinho ise Mesut için "bir futbolcuyu almak için hiç bu kadar efor sarfetmemiştik" dedi.

Gelecek sene Mesut'u Real formasıyla izlemenin heyecanını şimdiden yaşıyorum. Yolun açık olsun Mesut...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Bir yolcu daha


Düne kadar mis gibi takımdı Marsilya. Önce Niang'ı Fenerbahçe'ye kaptırdı, üstelik Niang'ın yerine düşündüğü Luis Fabiano'yu alamadan ve sonrasında ilgilendikleri Rus oyuncu Pavluchenko'dan red yanıtı almışken.

Şimdi de Niang gibi gemileri yakan Ben Arfa'yı elden kaçırmak üzereler. Ben Arfa gitmek istediğini alenen söyledi. Talibi de var. AC Milan, genç Fransızı kadrosuna katmak; diğer taraftan da Huntelaar'ı elden çıkarmak istiyor. Marsilya'nın da forvet ihtiyacı, olası bir takası gündeme getiriyor. Lakin, Corriere dello Sport'un haberine göre bu iş yaş. İki tarafta elindekine sağlam para biçmiş ve almak istediği oyuncuyu ucuza kapatma derdinde.

Milan Ben Arfa için 7-8 milyon € öneriyor, Huntelaar için ise 15 milyon € istiyor. Marsilya ise Ben Arfa için 10 milyon isterken, Huntelaar'a 12'den fazlasını vermeyi düşünmüyor. Para konusunda anlaşmaları zor görünüyor.

AC Milan bu teklifte ısrar edeken, Mesut'u, Real'e kaptıran Werder Bremen Ben Arfa için 8 milyon € önerdi. Almanların, Ben Arfa'ya önerdiği para ise yıllık 4.5 milyon €. İyi para.
Olan güzelim Marsilya'ya oldu...

Bellamy giderken


Man City, Beşiktaş'a Bellamy'i önerdi haberlerini duyunca biraz etkilendim açıkçası. Takıma böyle bir oyuncunun gerekliliği konusunda ısrarcı değilim ama Dünya gözüyle bu güzel kardeşi Beşiktaş forması altında görmek de benim için tarifsiz olurdu...

Craig Bellamy'i Newcastle yıllarından beri izliyorum. Futbol stili, kalitesi bir kenara ben daha çok kişiliğini, hırçınlığını, asiliğini, hırsını seviyorum. Diğerlerinden farklı buluyorum Galli oyuncuyu. Yıllar öncesinde adı yine Beşiktaş ile anıldığında da benzer duyguları hissetmiştim ama o zaman Beşiktaş'ın üzerinde bir oyuncuydu ve çok da umutlandırmamıştı beni. Bugün ise tam tersi. Muhtemelen önerildi ve Beşiktaş kabul etmedi...

Craig ülkesinin takımlarından Cardiff ile anlaştı. 1 yıl kiralık olarak Championship Lig'de, Cardiff forması giyecek. Transfere sevindim. Sözgelimi Birmingham'da oynayacağına, kendi ülkesinin takımında oynasın, onu EPL'ye çıkarmak için uğraş versin.
Bellamy, gelecek sezon Chopra ve McPlail ile birlikte oynayacak. Cardiff'in Malezyalı yeni sahibi takımı EPL'ye çıkarmak için uğraşıyor. En son bu amaçla 2007-08 sezonunda Fowler, Hasselbaink ve Trevor Sinclair ile anlaşmışlardı ancak ligin sonunda hüsrana uğramışlardı.

Gönlüm Bellamy ve Cardiff'ten yana. Bellamy'e, Galler Milli takımından sonra Cardiff'te de kaptanlık yakışır. Adam olsunlar, versinler...

17 Ağustos 2010 Salı

Beşiktaş 2 - 0 HJK Helsinki


Hafta arası saat 19.00'da olmasına rağmen maça ilgi fena değildi. Yeni açık tribünün üst kısmı boşa yakındı, diğer tribünlerde ise yer yer boşluklar vardı...

Plzen kadar etkili olacağını düşünmediğim bir rakipti HJK. Schuster de çok fazla çekinmemiş olacak ki son haftalarda kullandığı Ernst-Necip ikilisini bozarak Ernst'i tek oynatmayı tercih etti. Guti, Ernst'e yakın, Tabata onların önündeydi. Solda Quaresma, sağda Hilbert ile çıktı maça. Belli ki bu maçlar Schuster'in gözünde hala birer hazırlık maçı. Alman hoca hala oyuncu deniyor.

Maça iyi başlayan Beşiktaş bir süre sonra ilk hızını kaybetti ve rölantide gitti. Golle birlikte biraz daha canlandı. İkinci yarıya sönük başladı ancak yine golle birlikte tekrar ateşlenerek maçı bu şekilde bitirdi. Özetlersek inişli çıkışlı bir performans gösterdi. Maçın hiç bir anında HJK etkili değildi. Plzen, bu bağlamda çok daha tehlikeli bir takımdı.

Sağda Ekrem ve önünde Hilbert'i denedi. Hilbert'in bugün standartlarının üzerinde bir performans gösterdiğini düşünüyorum. Hem savunmada hem hücumda etkiliydi. Attığı gol bir kenara mücadelesi ve içeriye kaçışları olması gerektiği gibiydi. Savunma yönü olunca arkasında hücumu ön plana çıkan bir bek oyuncusunun oynaması savunma açısından sıkıntı vermedi. Sağ tarafın her maç etkili olabilmesi için Hilbert'ten her maç bu performası görmemiz gerekir. Bu da zor bir ihtimal görünüyor. O yüzden bu maçı baz alarak sağ bekte sorun yok Ekrem de kapatır o açığı diyemeyiz...

Solda da Quaresma'nın arkasında İsmail'in oynaması savunma güvenliği açısından büyük sıkıntı idi. Örneğin İBB maçında solda bu ikili olursa Beşiktaş kalesi büyük problem yaşar. Üzülmez, bu yılki maçlarda oynadığı gibi oynarsa İsmail yedek kulübesinde oturur. Quaresma çok yetenekli, seyirciyi coşturuyor, rakiplere kırıcı çalımlar atıyor ancak kapatılması güç gediklerini de gözardı etmemek lazım. Savunma konusunda takıma nerdeyse hiç yardımcı olmuyor. Topla oynamayı sevmesinin de etkisiyle pas konusunda da oldukça seçici davranıyor. Attığı gole de değinmeden geçmemek gerekir. Müthiş bir şut çıkardı ve köşeyi iyi gördü. Beklenmedik anlarda bu tip golleri bu yıl daha fazla izleyeceğiz.


Tabata önde oynayınca Guti daha geride kaldı. Bu da takımın hücum gücünü oldukça fazla etkiledi. Maça Guti ve arkalarında Necip&Ernst ile başlanmış olsaydı -ki ideal kadro bu şekilde olacaktır- takım çok daha fazla pozisyon bulurdu. Tabata hem fizik olarak zayıf kalıyor, hem de o bölgede çok fazla üretken olamıyor. Guti, Quaresma ve Bobo'yu araya kaçırarak hücumu zenginleştirecektir.

2-0 tur için büyük bir avantaj. Deplasmanda atılacak bir gol rakibi 4 gole atmak zorunda bırakacatır. Bu da zor bir ihtimal görünüyor. Bir süre daha değişken bir kadro izleyeceğimizi düşünüyorum. Bu maçta 18'de olmayan Degado haftasonu ilk 11 çıkarsa çok fazla şaşırmam...

UEFA Futbol Ödülleri - 12 Aday


Dün UEFA'nın sitesinde 2010 yılı futbol ödülleri için 12 kişilik aday listesi yayınlandı. Listede üçer tane kaleci, defans, ortasaha ve forvet oyuncusu bulunuyor. Ödül sahipleri, 26 Agustos'ta Şampiyonlar Ligi Kura çelimi sırasında Monaco'da açıklanacak.

Goalkeeper of the Year :
J.Cesar (Inter Milan), Lloris (OL), V.Valdes (Barcelona)
Defender of the Year :
Lucio (Inter Milan), Maicon (Inter), Pique' (Barcelona)
Midfielder of the Year :
Robben (Bayern Munich), Sneijder (Inter Milan), Xavi (Barcelona)
Forward of the Year :
Messi (Barcelona), D.Milito (Inter Milan), Rooney (Manchester United)

Liste bu şekilde. Geçtiğimiz yıl en iyi kaleci ödülünü van der Sar, en iyi defans ödülünü Terry, en iyi ortasaha ödülünü Xavi ve en iyi forvet ile en iyi oyuncu ödülünü Messi kazanmıştı.



Ödüller 98 yılından beri veriliyor. Tüm yılın performansı değerlendirilse de Şampiyonlar Ligi performansı ön plana çıkıyor. Zaten yılın futbolcusu ödülü 1998 ve 2003 dışında hep Şampiyonlar Ligi'ni alan takımın oyuncusuna gitmiş. İstisnalar 98'de Real Madrid'in şampiyonluğuna rağmen Inter forması giyen Ronaldo ve 2003'te Milan'ın şampiyonluğuna rağmen Juventus forması giyen Buffon.

Ödülü en çok alan kaleci 4 kez ile Kahn, Alman kaleciyi 3 kez ödüle layık görülen Cech izliyor. En çok kazanan defans oyuncusu son iki yılla birlikte ödül sayısını 3'e çıkaran Terry. Ortasaha oyuncuları arasında Valencia'nın şaaşalı döneminin yıldızı Mendieta ve ödülü iki farklı takımla kazanma başarısı gösteren Deco ön plana çıkıyor. Forvet oyuncuları arasında da üç yıl üstüste ödülü kazana Raul Gonzales birinci sırada.

2006 yılına kadar en iyi hoca seçimi de yapılıyordu fakat o tarihten itibaren bu ödül kaldırıldı. O ödülde de durum çok farklı değildi. Zaten verilen son 4 ödül UCL şampiyonu ve UEFA kupası şampiyonu hocalar arasında paylaştırılmış. Önceki ödüller de ilki haricinde Şampiyonlar Ligi şampiyonuna verilmiş. Tek istisna 98'de ödülü alan Juventus'un hocası Lippi.


Bu yılki değerlendirmede de UCL ön plana çıkacaktır. Adaylar arasında Inter ve Barçalı oyuncuların fazlalığı da bu durumun habercisi.

Son olarak ödülü alacağını tahmin ettiklerim: Julio Cesar, Maicon, Robben ve Messi. Bir de gönülden geçenler listesi yapalım: Julio Cesar, Lucio, Sneijder, Milito. Lucio ve Milito gibi yaşlı kurtlara 30'undan sonra da olsa bu ödüller yakışır...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Bucaspor maçı & Yabancı sıkıntısı


Biraz geç de olsa Beşiktaş'ı ve Bucaspor karşısındaki futbolu değerlendirelim...

Fikstür çekimlerinde en son isteyeceğim şey ilk hafta lige yeni çıkan bir takım ile oynamaktır. Hangi takım olduğu çok mühim değil, lige yeni çıkmış takımlar ilk maçın heyecanıyla beklenenin üzerinde performans gösterir genelde. Gerçi bu genellemeyi Bucaspor için yapmak ne derece doğru olur bilmiyorum. Zira geçen seneden bu yıla değişen çok şey oldu Bucaspor'da. Hatta değişmeyen çok az şey kaldı bile diyebiliriz...

Schuster ve iptal olan maç öncesi kamplar eminim ki bu yıl çok konuşulacak. Geçen sezon Rijkaard iyi giderken sözü edilmedi ama takım tökezlemeye başladığında ilk sorgulanan nokta o oldu. Türk futbolcusu ve kamp alışkanlığı üzerine ayrı bir yazı yazmak gerekir...

Olaya iyi taraflarından bakarsak, İzmir'in sıcağında, lige yeni çıkmış bir takımı, üstelik Bülent Uygun'un takımını yenerek sezona galibiyetle başlamak çok önemliydi ve gerçekleşti. Lakin bu eksiklerin ve gediklerin görünmesini engellememeli, ertelememeli...


Beşiktaş'ın bugün hala ciddi problemleri vardır. Bunların başında da yabancı sorunu gelmektedir. Ferrari, Sivok, Zapo, Ernst, Fink, Holosko, Delgado, Tabata, Hilbert, Bobo, Quaresma ve Guti... Sivok'un sözleşmesi sezon ortasına kadar donduruldu ve böylece Schuster biraz daha zaman kazanmış oldu. Bu, eğer iyi değerlendirilirse olumlu bir durum. Schuster bu süre zarfında tahminen 20'nin üzerinde resmi maçta oyuncuları izleme fırsatı bulacak ve takıma katkısı az olan veya ihtiyacı olmayan oyuncuyu kestirebilecek.

Sözleşmesi dondurulmuş Fink ile de yollar muhtemelen ayrılacak. Yanlış olduğunu düşünsem de, kalanlar arasında ilk gidecek yabancı Fink olacak gibi...

Beşiktaş'ın forvet oyuncusu arayışlarının devam ettiğini medyada çıkan haberlerden biliyoruz. Hatta Adebayor ile ilgilendiklerini yabancı basın da yazıyor artık. Adebayor ya da bir başkası ama Beşiktaş forvet arayışı içinde. Peki ihtiyaç var mı?

Olaya Adebayor ile bakarsak ihtiyaç var. Rio Ferdinand gelecekse defansa da, Essien gelecekse ortasahaya da ihtiyaç var.

Yabancı, yerli hesabına girmeden düşünürsek takımın öncelikle sağ beke ihtiyacı var. Ancak sağ beke gelebilecek muhtemel yabancıyı, statü kaldıramayacağı için bu iş imkansız gibi görünüyor. Toraman ya da Erhan bu bölgede değerlendirilecektir. Toraman oynarsa sorun yok ama Erhan ile ciddi problem yaşıyoruz.


Bu takımın yeni bir yabancı oyuncuya ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü gelecek bir yabancı bir başka mevkideki yabancıdan feragat edileceği anlamına geliyor ve böyle bir mevkii de maalesef şu anda yok...

Sivok ve Fink'i dışarıya aldığımızda...

Savunmada Ferrari-Zapo, ortasahada Ernst, Guti, Quaresma ve forvette Bobo'nun yabancı kontenjanını dolduracağını tahmin ediyorum. Bu varyasyondan farklı olarak savunmanın göbeğine Toraman çekilirse, boşalacak yabancı kontenjanı Holosko ya da Hilbert'e forma şansı verecektir.

Peki yapılması gereken nedir?

Bence Fink'in yerine Delgado takımdan gönderilmelidir. Bu takımda Delgado'ya biçebileceğim bir pozisyon yok maalesef. Zapo-Ferrari savunmada ya beraber oynar ya da birbirinin yedeği olur. Ernst-Guti-Quaresma ve Bobo kesinlikle oynamalı. Savunmada kullanılan yabancıya göre de Hilbert ya da Holosko'ya şans verilmeli. Fink, Ernst'in; Tabata'da Guti'nin yedeği olmalı. Ara dönemde Sivok geldiği takdirde Hilbert ya da Holosko gönderilebilir...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

30 yaş


Amauri ve Wes Brown... Her ikisi de 30 yaşında. Birisi İtalya milli takımıyla ilk milli maçına çıkacak diğeri ise hazırlık maçı kadrosuna dahil edilmesine rağmen milli takımı bıraktığını açıkladı.

Amauri'nin hikayesini az çok biliyoruz. Hem Brezilya, hem İtalya pasaportlu. Kalitesi ortada ama her iki milli takım için de bugüne kadar tercih edilmedi. Son Dünya Kupası'nda her ikisinin de kadrosunda olabilirdi. Hatta İtalya'da ilk 11 bile oynardı. Juventuslu oyuncu her iki ülkeye de kapıyı kapatmış değildi. Politik açıklamalar yaptı, durdu. Seçildiği milli takımı öveceği belliydi ki öyle de oldu. "Brezilya'da doğdum ama 10 yıldır bu topraklardayım ve kalbim de bu ülke için atıyor" dedi. Neyse inanmış olalım...

Diğer taraftan Wes Brown, İngiltere Milli takımını bıraktığını açıkladı. "30 yaşındayım ve artık bu formayı gençlere teslim etmem gerektiğini düşünüyorum. Bundan sonra sadece kendi takımımın başarısına odaklanmak istiyorum." Wes Brown ile birlikte Milli takımı bırakan bir başka isim ise Robinson. Kaleci kıtlığı varken, İngilizler için pek de hayırlı bir haber görünmüyor bu.