31 Ekim 2009 Cumartesi

Beşiktaş:1 - Ankaragücü:0

Uzun süreden beri izlediğim en zevkli Beşiktaş maçıydı. İlk paragraftan genelde eleştirilerin odak noktası olan hakeme teşekkürlerimi sunayım. Verdiği hatalı ya da doğru kararlardan ziyade futbol oynanmasına müsade ettiği için teşekkür ediyorum. Halis Özkahya bugün EPL tadında bir maç oynanmasını sağladı...

Beşiktaş bugün benim kafamdaki ideale çok yakın bir 11 ile sahadaydı. Stoperler dönmüş. Sağ bekte Toraman sol bekte Köybaşı. Toraman savunmacı bek, Köybaşı hücumcu bek. İsmail Köybaşı, yıllardır böyle bir bekin özlemini çeken Beşitaşlılar için ilaç olacak cinsten. Münch'ten sonra gelen ilk hücumcu bek, en azından ben öyle hatırlıyorum. Tabi Ekrem'i saymıyorum zira kendisi bek orjinli değil...Bugün, Mustafa Hoca bilerek mi yaptı, tesadüfen mi oldu bilmiyorum ama Yusuf ile İsmail'in aynı kanadı paylaşması çok verimli oldu. Halı saha topçusu Yusuf'un ara pasları ve İsmail'in bindirmeleri takımın bol bol pozisyon üretmesini sağladı. Genç biraz yoruldu ama salıya kadar bol bol dinlenir...

Genel görüntüye geri dönecek olursak. Ülkenin en iyi savunma hattının Beşiktaş'ta olduğunu düşünüyorum. Dörtlü defansın önüne Ernst-Fink. Hem hücumda hem de savunmada çok iş yapıyorlar. Rıdvan Dilmen'in aksine Ernst'in oyun kurabilecek, ileriye top çıkarabilecek ve orta sahada rahatlıkla top çevirebilecek bir oyuncu olduğunu düşünüyorum ve iddia ediyorum. Bugün de Ernst çok iş yaptı ve ileriye sık sık top çıkardı. Fink, Ernst kadar ortalarda görünmedi ama ortasahada o da çok az hatayla oynadı. Orta sahanın ilerisine baktığımızda, Yusuf 90 dakika sahada kaldığına şaşırmıştır tabi. Yorgunluk problemi yaşamamasının sebebi savunma yapmamış olmasıdır. Tello takımın en kötü yabancısı. Nobre ise savunmaya fazla geliyor. Geldiğinde çok verimli oluyor ama önce kendi işini yapmalı diye düşünüyorum.

İlk gol gelene kadar Beşiktaş'ın 3 tane net gol pozisyonu var. Gol 70'te gelmiş olsa 70 dakika maç tek kale giderdi. 1-0'lık skor Eskişehirspor 1-0'ı değildi. Eskişehirspor maçının hakkı 0-0 ise bu maçın hakkı da 3-0'dı ama olmadı. Pozisyon vardı ama kaçtı. Forvetlere yüklenmenin manası yok, oyuna sonradan giren Tabata da 2 tane kaçırdı, Ekrem de 1 tane kaçırdı. Bu futbol gelecek adına da bugün adına da yüzleri güldürecek futboldur. Bu yapı ile oynarsa Beşiktaş Wolfsburg'u burada yener...

15 dakikalık futbolla 1-0 kazandı demek haksızlık olur. Bütün maç boyunca o tempoyla oynamak mümkün değil. Elbette tempo düşecektir. Önemli olan maçın kontrolünü elde tutmaktı, bunu da ufak zaman dilimleri haricinde gerçekleştirdi. Bekler çalıştı, gol pozisyonlarına girildi, araya toplar atıldı. Stoperler 1 kez arkaya adam kaçırdı, 88. dakika hariç puan kaybetme korkusu duyulmadı. Savunma zaten çok iyiydi, ortasaha rakibe top göstermedi, hücum bol pozisyon buldu tek gol atabildi. Maç sonunda Hikmet Hoca'nın bile söyleyecek sözü olmamalı...

Takım iyi yolda. Tabata ve Bobo, Wolfsburg için dinlendirildi. Bugünkü kadro çok iyiydi. Aman aman futbol yoktu belki ama kontrol tamaiyle Beşiktaş'taydı. Maç sonrası eleştirileri yanlı buluyorum...

Son paragraf Aydın için. Bugün Beşiktaş'ta olsa rotasyonda şans bulurdu. Ankaragücü'nde oynadığından fazlasını oynardı. Serdar'dan eksiği yok fazlası var...

FIFA WP of 2009 & Ballon d'Or

Ekim sonu itibariyle iki ödülün birden aday kadrosu açıklandı. Birisi FIFA yılın futbolcusu ödülü, bir diğeri Ballon d'Or...
Her ikisinin de adaylarının aynı anda açıklanmasını fırsat bilip iki ödülün birbirinden farkını, oylanma şeklini ve prestijini yazalım. E tabi adaylar hakkındaki değerlendirmemizi de ekleyelim sonuna.

Önce FIFA Yılın Futbolcusu ödülüyle başlayalım...

Michael Ballack (Chelsea & Germany) Gianluigi Buffon (Juventus & Italy) Iker Casillas (Real Madrid & Spain) Diego (Juventus & Brazil) Didier Drogba (Chelsea & Ivory Coast) Michael Essien (Chelsea & Ghana) Samuel Eto'o (Inter Milan & Cameroon) Steven Gerrard (Liverpool & England) Thierry Henry (Barcelona & France) Zlatan Ibrahimovic (Barcelona & Sweden) Andres Iniesta (Barcelona & Spain) Kaka (Real Madrid & Brazil) Frank Lampard (Chelsea & England) Luis Fabiano (FC Seville & Brazil) Lionel Messi (Barcelona & Argentina) Carles Puyol (Barcelona & Spain) Franck Ribery (Bayern Munich & France) Cristiano Ronaldo (Real Madrid & Portugal) Wayne Rooney (Manchester United & England) John Terry (Chelsea & England) Fernando Torres (Liverpool & Spain) David Villa (Valencia & Spain) Xavi (Barcelona and Spain)

Bu ödülün detaylarını linkten inceleyebilirsiniz ama yine de ben kısaca yazayım. Ödül Milli takım Hocaları ve Kaptanları tarafından oylanıyor. 3 oyuncu seçilebiliyor. Birincisine 5, ikincisine 3, üçüncüsüne 1 puan vermek koşuluyla. Hocalar ve Kaptanlar kendi Milli takımlarından oyuncu seçemiyorlar. Bu durumda İspanyol oyuncular nispeten şanssız görünüyor. Ödülün son sahibi Cristiano Ronaldo bu yıl ünvanı Messi'ye verir gibi...

Bir diğer ödül Ballon d'Or. Adaylar:
Andrei Arshavin (Russia and Arsenal) Karim Benzema (France and OL/Real Madrid) Iker Casillas (Spain and Real Madrid) Cristiano Ronaldo (Portugal and Manchester United/Real Madrid) Diego (Brazil and Werder Bremen/Juventus) Didier Drogba (Ivory Coast and Chelsea) Edin Dzeko (Bosnia and Wolfsburg) Samuel Eto'o (Cameroon and Barcelona/Inter Milan) Cesc Fabregas (Spain and Arsenal) Fernando Torres (Spain and Liverpool) Diego Forlan (Uruguay and Atletico Madrid) Steven Gerrard (England and Liverpool) Ryan Giggs (Wales and Manchester United) Yoann Gourcuff (France and Bordeaux) Thierry Henry (France and Barcelona) Zlatan Ibrahimovic (Sweden and Inter Milan/Barcelona) Andres Iniesta (Spain and Barcelona) Julio Cesar (Brazil and Inter Milan) Kaka' (Brazil and AC Milan/Real Madrid) Frank Lampard (England and Chelsea) Maicon (Brazil and Inter Milan) Lionel Messi (Argentina and Barcelona) Luis Fabiano (Brazil and FC Seville) Franck Ribery (France and Bayern Munich) Wayne Rooney (England and Manchester United) John Terry (England and Chelsea) Nemanja Vidic (Serbia and Manchester United) David Villa (Spain and Valencia) Xavi (Spain and Barcelona) Yaya Toure' (Ivory Coast and Barcelona)

Dünyanın en prestijli ödüllerinden biri de Ballon d'Or. Arada kısmi değişiklikler olsa da 1956'dan beri verilen bir ödül. Bu ödülün jürisi dünyanın dört bir yanındaki gazeteciler. Ödülün son sahibi yine Cristiano Ronaldo. Ödülün yeni adresi yine Messi gibi. Ne de olsa sağlam bir yıl geçirdi...

Her iki ödülün de birinci ve ikincisinden çok üçüncüsü merak konusu. Bu İspanya'nın şampiyonunu sorgulamak gibi birşey. Real&Barça ilk iki ama 3. kim? Eto'o, İbrahimoviç, Xavi, Terry, Lampard ödüle yakın duruyorlar...

Bu dönemde Messi&Ronaldo gölgesinde büyük futbolcu olmak istemezdim...

30 Ekim 2009 Cuma

Yapma Üstünel!


Bu konu hakkında yazmak istemiyordum ama Galatasaray'lı yönetici Haldun Üstünel'in açıklamalarından sonra kendimi tutamadım.

Üstünel, cezaların forma rengine göre verildiğini savunmuş...

Ben, Galatasaray ile Fenerbahçe yer değiştirmiş olsaydı cezaların daha farklı olacağını düşünmüyorum. Yani sarının yanında lacivert olmuş kırmızı olmuş farketmiyor. Ancak ikisinden biri Beşiktaş olsaydı işte o zaman cezalar değişirdi. Bunu 3. büyük diye mi bir kılıfa sokarız, yoksa lobisinin zayıflığıyla mı bağdaştırırız orası yoruma açık kalsın...

Bobo, İBB maçında rakip oyuncuya yumruk atınca 4 maç ceza alırken, Keita'nın Truva'daki Brad Pitt misali, Carlos'un ensesine sapladığı hançerin cezası 3 maç...

Üstünel, neyle karşılaştırıyor anlamıyorum...

29 Ekim 2009 Perşembe

Lejyonerlerimiz artmalı

Gökdeniz'in Barça'yı yıkan golü Gökdeniz'den çok Fatih ve Hasan'a yaramış gibi görünüyor. Fatih Terim milli takım aday kadrosunu kurarken Rusya'da oynayan oyuncuların da çağırılabileceğinin farkında olmadığı için bu üçlünün adını sanını uzun süredir duymaz olmuştuk. Neyse ki Gökdeniz hala var olduklarını hatırlattı bizlere...

Tekke Rusya'da oynayan Türkler arasında adına en aşina olduğum futbolcuydu, zira devre arasında Trabzon'a dönme durumu ciddi aşama kaydetmiş görünüyor. Camiaya yakın arkadaşlarım bu işin %100'e yakın olduğunu söylüyor. Tekke de bunu doğrular nitelikte konuştu ve Trabzon'a dönmek istediğini söyledi...

Gökdeniz ve Tekke'nin adı geçince basın bir de Kabze'ye uzatmış mikrofonu. O, bu aralar dönmeye niyetli görünmüyor. Takımından memnun, belli ki ülkeden de memnun, ee neden dönsün o halde? Yaşı da 27 olmuş bu arada. Halbuki gözümde hep genç Hasan Kabze'ydi...
Tekke'nin demecinden yola çıkarak konuya girelim yavaştan. Türk futbolcusunun yurtdışına çıkması gerektiğini söylemiş tecrübeli oyuncu. Elbette buna katılmamak elde değil. Bu yıllardır en büyük arzularımızdan birisi. Avrupa'nın büyük kulüplerinde oynayan Türk oyuncularımız olsun istiyoruz. Yabancı basında büyük takımların bizim oyuncularımızla ilgilendiği haberlerini okumak istiyoruz. Kulüplerimiz para kazansın istiyoruz. Ama bunlar istisnalar dışında hep istek aşamasında kalıyor...

Öncelikle şunu belirteyim ki bu yazıyı, özellikle bu kısmı yazarken kulüp değil futbolcu bazlı düşünüyorum. Türk futbolcusunun gelişimini hedef alarak yazıyorum. Mesela Arda Turan, Batuhan Karadeniz ya da Özer Hurmacı. Yetenek olarak muadillerinin gerisinde mi? Bence değil. Bence Arda Turan bugün EPL'de 4 büyükler dışında bir takımda ilk 11 oynar, 4 büyüklerde de ilk 18'e girer. 4 Büyüklerde ilk 11 oynayıp oynamayacağı tartışılabilir. Üstelik oynadıkça üstüne çok şey koyar. Benzeri Batuhan için de geçerli, benim gözümde Batuhan, Bendtner'den daha yeteneksiz değil. Kumaş kalitesi çok farklı değil ama bir kaç yıl sonra, bu gidiş devam ederse ikisinden bambaşka ürün çıkacaktır. Bu yüzden Batuhan da gitmeli...
Kulüplerimizi de anlıyorum. Galatasaray, Arda'yı bırakır ama değeri verilirse... Polat'ın kafasındaki değer ile taliplinin biçtiği değer tutmazsa bu transfer yatar, Arda Hasan Şaş olur kalır. Önümüzde bir Hasan Şaş örneği de varken, özellikle bu aşamada çok fazla naza çekmemek lazım. Rakamları tamamen atıyorum, Arda bugün 15 milyon € ediyor diyelim. Hırvat olsaydı 20 ederdi, Brezilyalı olsaydı 22 ederdi, Portekizli ya da İspanyol olsaydı 25 ederdi. Ama bugün Arda'yı değerinin altında satarsak yarın için yatırım yapmış oluruz. Çünkü bir sonraki transferde Türk futbolcusu Arda referansıyla gidiyor olacaktır. Bugün Tugay, Nihat, Tuncay olan örnekler yarın onlarcasını bulunca değeri artacaktır. Bir nevi ayak alışma hikayesi yani...

Tabi ayak alışacak diye değerinin de çok altında verilmesinden yana değilim. Onu 3'e 5'e verip daha kalitesizini 10'a almak da akıl karı değil. Ama aradaki o ince çizgiyi yakalamalıyız...

İtalyanlar Brezilya'ya


Dün İtalya postu sonrası aklıma geldi Vieri. Geçenlerde futbola ikinci kez veda etmişti. Son yıllarında, ilk yıllarındaki başarıyı gösteremeyince içinde uhde kalmış olma gerek bir türlü bırakamıyor. Bir türlü bu şekilde vedayı kabullenemiyor...

Dün İtalyanlar dışarıya fazla çıkmıyor dedik, Botafogo kulübü yöneticileri yazımı okumuş olsa gerek iki İtalyana birden kancayı takmış. Vieri bunlardan ilki. Daha önce öngörüşme bile yapmışlar. İtalyan Avrupa ya da İtalya'da oynayamam ama Brezilya neden olmasın demiş. Hatta maç kasetlerini bile izlemiş. Eski dost Ronaldo ile de görüşeceğim demiş.

"Everything's going fine, we already have a pre-agreement, which is going to become in an official contract. Some time ago I sent Bobo a DVD about Botafogo's history and their last games, so that he knows what is going to deal with".

Botafogo, Vieri ile yetinmemiş bir de adını unuttuğumuz, yine zamanında İspanya'da oynamış nadir İtalyanlardan Francesco Coco ile ilgileniyor. 2007 yılından beri topa vurmuş mudur? Sanmıyorum. Amaç Vieri'yi getirtebilmek için ona arkadaş bulmaksa çok yanlış tercih. Hatta Vieri'yi getirmeye çalışmak başlıbaşına yanlış bir tercih...

28 Ekim 2009 Çarşamba

İtalyan oyuncular, Serie A, İtalya Milli Takımı

Ülkemizde sık sık eleştiririz oyuncularımızın yurtdışına çıkmamasını ya da çıkamamasını. Afrika takımları hep örnek gösterilmiştir bu konuda. "Fildişi'nin kaç oyuncusu EPL'de bizim kaç oyuncumuz EPL'de?" diye cevabı bizim aleyhimize sorular gelmiştir. Gerçekten de öyle, bence de daha fazla futbolcu göndermeliyiz yurtdışına, hem oyuncularımızın diğer büyük lig tecrübelerinin artması ve kendilerini geliştirmeleri bakımından hem de dolaylı olarak Türk futbolunun gelişmesi bakımından...

Türkiye futbolcu ihracatında önde ülkelerden biri değil elbette. Hiç kimsede de böyle bir beklenti yok. Peki diğer büyük ülkelere baktığımızda durum nedir? Yıllardır İngiliz futbolcusunun yurtdışını tercih etmediğini söyleriz. Durum gerçekten de böyledir; Pek nadirdir bir İngiliz'in bir başka ligde top koşturması. Owen, McManaman, Beckham ile başlayan tek tük örnek verebiliriz buna. Buna EPL zaten kaliteli ve oyuncu haftalık parasını da alıyor, e neden çıksın yurtdışına diye bağlayabiliriz...

Peki ya İtalyan futbolcusu ve Serie A. İtalya milli takımına çağırılan futbolcuların neden hemen hemen hepsi Serie A'da oyayan oyuncu? Serie A'nın La Liga ve EPL'nin gerisinde olduğunu hepimiz kabul ediyoruz, buna rağmen İtalyan oyuncu hala İtalya'da. Gidenler de bir kaç yıl sonra soluğu tekrar İtalya'da alıyor...
Bugün İtalya milli takımına sadece Rossi İspanya'dan çağırılırken, geri kalanının tamamı İtalya'da oynayan oyunculardan seçildi. Liverpool'un Dossena ve Aquilani'si ile Munih'in Toni'si son aday kadroda kesik yese de Milli takıma çağırılma potansiyeli yüksek lejyonerlerden. Yani taş çatlasa 4 oyuncu...

Biraz geriye gidip Euro 2008 kadrosuna bakalım. Kadroda Lyon'dan Grosso şimdi Juventus'ta, Sevilla'lı De Sanctis Napoli'de, Real Madrid'li Cassano Sampdoria'da, Barça'lı Zambrotta Milan'da. Kadroda ülkesine dönmeyen tek oyuncu Toni. Onunda adı sık sık İtalyan kulüpler ile anılıyor. Hepsi köyün yolunu tutmuş görünüyor. Üstelik hiç birisi başarılıyken alınmadı. Yani eski takımının elinden kapılmadı...
Biraz daha geriye gidip 2006 Dünya Kupası kadrosuna baktığımızda oyuncuların tamamının o dönemde İtalyan takımlarında top koşturduğunu görürüz. 2004 Avrupa Şampiyonasında da durum farklı değil. Hoca bu sefer Trapattoni ama kadro yine tamamen Çizme'den. 2002 Dünya Kupasının da tek lejyoneri Barcelona'lı Coco. 2000'de Hoca Zoff, kadro yine tamamen İtalyan, 1998'de Baba Maldini'nin takımında Chelsea'den Di Matteo ve Atletico Madrid'den Vieri var...

İster İtalyan oyuncular yurtdışında yapamıyor diyelim, ister de gitmeyi tercih etmiyorlar diyelim; Bir gerçek var ki İtalya Milli takımının yolu yıllardır Serie A'dan geçiyor...

27 Ekim 2009 Salı

Afrika Uluslar Kupası Sıkıntısı


Futbolcu transferinde EPL'de önemli bir kriterdir futbolcunun Afrika Uluslar Kupası'na gidecek olup olmaması. Çoğu İngiliz takımı eşdeğer gördükleri oyuncu olduğunda Afrikalı olmayanı tercih eder. Tabi bazen de vazgeçilmeyecek Afrikalılar vardır. Onları almak zorundasınızdır...

Adebayor, Kanoute, Seydou Keita takımları için büyük kayıptır. Tabi bir de turnuvanın nerdeyse son gününe kadar Afrika'da kalması muhtemeller var. Drogba, Essien, Eto'o, Muntari... Bunlar daha büyük sıkıntıdır kulüpler için...

Türkiye'de 3 büyükler bu konuda çok da sıkıntılı değil. Beşiktaş ve Fenerbahçe Afrikalı bulundurmamanın avantajını yaşarken Galatasaray'da Keita dışında oyuncu göndermeyecek. Tabi Keita'nın takım için önemini ve Fildişi'nin kupayı kapatacak takımlardan biri olmasının kuvvetli muhtemel oluşu can sıkmak için yeterli sebep...

Chelsea'de Avrupa'da bu konuda sıkıntı yaşayan takımların başında geliyor. Essien ve Drogba bu yıl Afrika Uluslar Kupası'nda boy gösterecek. Üstelik turnuvanın son maçına kadar kalmaları olası. Bir de yerlerine geçici de olsa transfer yapamayacak olmaları Ancelotti'yi şimdiden düşündürüyor. Drogba da durumun farkında...

"As much as we want to go to Africa and represent our countries, we want to be back here soon and playing again with Chelsea. Michael's quality is unbelievable. In the squad we don't have another player like him and I don't think there is player like him in the world."

Bülent Kocabey & Formaya Saygı


Futbolcu olsam heralde maç sonuna doğru rakibin sevdiğim oyuncunun yanına gider maç sonrası ona denk gelmiş gibi formamı onunla değiştirirdim. Valladolid'in forvet oyuncusu olsam, maçın sonunda yavaştan Cristiano Ronaldo'ya yaklaşır hakemin düdüğünü beklemeye koyulurdum. Düşüncem çok amatörce olabilir; ancak bunu yapan futbolcunun da varlığına kalıbımı basarım...

Bir futbolcu için forma biriktirmek en güzel anılardan biri olsa gerek. Futbolcu olsaydım, eşim ne derdi bilmiyorum ama evimin bir odasını sırf bu hatıralara ayırırdım..

Düşünün ki altyapısından yetiştiğiniz takımla oynuyorsunuz. O dönemin şartları sizi başka takımlara yollamış, yollar ayrılmış, belki gönüller de... Maç sonrası eski takımınızın formasını almışsınız ve soyunma odasının yolunu tutmuşsunuz. Taraftarın gazına gelip o formayı atar mısınız?

Ben atmam. Bence kişilikli futbolcu da atmaz. Kimisi o formayı hiç almam deyip formayı almaz. Saygı duyarım ama formayı alıp atıyorsanız gösterebileceğim saygı yoktur. Kişiliğini yıllarca en fazla sorguladığım Tümer Metin bile atmazdı o formayı...

Bülent Kocabey. O formayı atarak ne kazandın? Taraftarın gönlünü mü?

Beşiktaş yıllar önce onu göndermekle çok doğru bir iş yapmış. Yetenekli olabilir -ki aman aman yetenekli, vazgeçilmeyecek biri değil- ama Bülent hiç bir zaman büyük futbolcu olamaz. Büyük futbolcu dediklerimizin hiç biri bunu yapmazdı...

26 Ekim 2009 Pazartesi

Yattara Hamama?


"Meydan Hamamı ile konuştuk. Yattara orada temizlenecek"

Benzer sözler bizim ülkemiz insanına özgü demiyorum. Zamanında İngiliz gazeteci de David Seaman için "Babası zamanında korunmuş olsaydı şu anda Dünya Kupası'nda yolumuza devam ediyorduk" dedi. Futbolun içinde böyle nükteler olmuyor değil. Kulağa da hoş geliyor tabi, eğlenceli geliyor, yıllar sonra bir başka muhabbette hatırlanıyor vs...

Her iki söylemde temelinde çok seviyeli değil. Seaman dava etti mi bilmiyorum ya da Yattara yöneticisi hakkında ne düşünüyor, söz konusu Yattara değil de Pascal Nouma olsaydı yönetici bir şekilde cevabını alırdı, ya da cevap yerine bir adet telefon hediye ederdi Pascal ona..

Bu tip açıklamaları bir gazeteci yapabilir, benzer şekilde ben de blogumda yazabilirim, bir başkası da köşe yazısında. Kimisi güler, kimisi kızar... Ama bir yönetici bu açıklamayı yapıyorsa haddini aşmış demektir. Ben blogda seviyemi bir limitte tutarım, çok da sorgulamam ama yöneticinin, hele hele Asbaşkanın bu tip açıklama öncesi bin düşünüp bir söylemesi lazım.

Yıllar önce Kevin Campbell'ı kaçırdığınız gibi kaçırmayın Yattara'yı...

Juande Ramos gitti


Büyük umutlarla gelmişti ama olmadı. CSKA yıl içinde 2. kez hoca değişikliğine gitti. Takımın başına geçen yıl Krylia Sovetov'u çalıştıran Slutsky geçirildi. İyi midir bilmiyorum...

O Ruslardan Moskova'da çok rahat puan alınabilirdi ama Denizli'nin kumarı tutmadı. Ramos döneminde aldıkları en eli yüzü düzgün skor bizden aldıkları 3 puan. Bu şans kaçırılmamalıydı...

Ramos için kariyer kötü gidiyor. Sevilla'daki iki kupasının kredileri bitmek üzere. Tottenham hüsranı sonrası, başarılı olmasına rağmen Real'den sepetlenmesi ve sonrasında 1 aylık CSKA macerası...

Ramos için işler yolunda değil, umarım CSKA'nın işler de yoluna girmez...

24 Ekim 2009 Cumartesi

Eskişehirspor :0 - Beşiktaş :1

Uzun süreden beri ilk kez kısmen daha rahat bir maç izledim. Eskişehirspor deplasmanının ne denli zorlu olduğunun bilincinde olmama rağmen içimde kazanacağımız hissi vardı. Bu hissi ne Antalyaspor maçında duymuştum ne de Gençlerbirliği...

Mustafa Denizli eldeki en iyi kadroyu çıkarmıştı. Kalede Rüştü gerçeğini bir kenara bırakalım, Ekrem-Kaş-Toraman-Üzülmez dörtlüsü eldeki en iyi dörtlüydü bu maç için. Eskişehirspor'da Burak'ın sağa yakın oynaması ileriye çok çıkan Köybaşı'nın oynamaması için yeterli sebepti. Kaş, her iki stoperin de olmadığı bir haftada oynayabilecek en iyi stoperdi. Maç içinde yine heyecanladırmayı ihmal etmedi tabi.

Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır. Diğer oyuncularınız ne kadar iyi olursa olsun -ki Beşiktaş'ın diğer oyuncuları o kadar da iyi değil- özellikle savunmanızda oynayan bir zayıf halka varsa her türlü skora razı olabilirsiniz. İbrahim Kaş'ın Gökhan Zan'dan ne fazlası var. Eksiği var fazlası yok. Eğer yedekye böyle bir adama ihtiyacın varsa o zaman Gökhan'ı gönderme. Bana kalırsa Gökhan'ın gitmesi iyi oldu çünkü hoca ona yedek gözüyle bakmıyordu. İlk 11'de Gökhan Zan'ın oynaması büyük tehlike. Aynı şey Kaş için de geçerli. Kaş, Beşiktaş ayarında bir oyuncu değil...

Kaş'a gerekli yüklenmeyi yaptıktan sonra ortasahaya geçelim. Fink-Uğur ortasahanın göbeğindeydi. Fink daha savunmacı Uğur daha hücumcu oynadı. Bugün Uğur'un ekstra oynadığını kabul etmek gerekir. Eskişehir'in ortasahası güçlü değil ama Uğur'un vasat olması o bölgede daha ciddi sıkıntılara sebep olabilirdi. Fink'i ben iyi buluyorum. Ernst ile birlikte iyi bir ikili oluşturduğunu ve ilk 11 için kesin aday olduğunu düşünüyorum. Özellikle Tabata oynayacaksa eğer Tabata'nın arkasını çift önlibero ile desteklemek en mantıklı iş olacaktır. Bu durumda Fink-Ernst ve Uğur Beşiktaş için yeterlidir. TSL'yi rahatlıkla kaldırabilecek durumdadır.

Mustafa Denizli'nin hücum hattını çözebilmek çok kolay değil. Tabata'nın yerini kabullendik artık ama hala Tello-Nihat ve Bobo'nun tam olarak nerede oynadığını söyleyemiyoruz. Genel olarak Tello solda, Nihat-Bobo çift forvet ama Bobo biraz daha solda bir görüntü var. Bu durumda hücum hattı sola kaymış görünüyor. Asimetrik bir dizilişten hoşlanmadığımdan olsa gerek bir türlü içime sindiremiyorum bu yapıyı.
İkinci yarı Erhan'ın girmesi taktiksel açıdan daha iyi oldu. Yapı biraz daha simetrik oldu en azından. Erhan sağ beke geçti, Ekrem sol açığa. Tello da ters ayak mantığının kurbanı oldu. Bir sağ açık gibi değildi ama sağa meyilli bir ortasaha görünümündeydi.

Ekrem bu takımda savunmanın göbeği hariç nerede oynamadı? Ortasahanın göbeğine çekilmediği sürece Mustafa Hoca'nın arkasındayım. Tam randımanlı değil belki ama her iki bek ve kanatta da oynuyor adam. 27'sinden sonra keşfedildi... Her yıl yeni yeni özellikleri keşfediliyor... Bu arada Ekrem'in gol öncesi sevinci de hoş bir anı olarak kalacak bence...
Bobo Nihat bugün verimli değillerdi belki ama bence ideal çift forvet için ideal ikilidir. Bobo ile Nobre maçına göre yer değiştirebilir. Holosko döndüğünde o da Nihat ile değiştirilebilir. Batuhan ise Nobre ya da Nihat Holosko ikilisinden biriyle verimli olabilir. Forvet zengin görünüyor ancak uyumu sağlamak zor. Denizli'nin Bobo-Nihat'ta ısrar etmesini destekliyorum. İdeal ikiliyi bulmak zorundayım. Form tutmak zorundayız. Nihat bugün yine kaçırmaması gerekenleri kaçırdı. Bunlar için çok kızmıyorum ancak bu aşırı özgüvenden biraz kaçınmalı. Yayı gördüğü yerden vurmamalı. Kaka bile bu kadar çok vurmuyor...

Bugün 3 puanı aman aman bir oyunla almadık. Hakkımız 1 puandı. Şans bugün bizden yanaydı. Bu gerçeği kabul etmeliyiz. Eskişehir deplasmanından iyi futbol beklemiyordum zaten. Olması gereken futbol belki biraz daha iyi olabilirdi, o kadar. Gelecek hafta Ankaragücü. Hikmet Karaman Hoca tribünde Beşiktaş'a bileniyordu. Ara ara notlarını da aldı. Gelecek hafta Ankaraspor-Ankaragücü karmasıyla karşı karşıyayız. Maç zor. Kazanmak şart. En azından bu hafta rahat uyuyacağız...

Parreira Güney Afrika'da


Dünya Kupası öncesi, kupaya katılan takımların hoca değiştirmesi çok mantıklı bir hareket değil haliyle. Elemelerde başarılı olmuş ve Dünya Kupası vizesi almış bir hocanın gönderilmesi mantıkla açıklanamayacağı gibi vefa ile de uzaktan yakından ilgili olmamanın göstergesidir...

Bütün bunlar bir istisna barındırır elbette. Güney Afrika. Kupaya ev sahibi kantenjanından doğrudan katılacak olmaları sebebiyle eski hocalarına vefa örneği gösterme zorunlulukları yoktur. Hocadan memnun değilse de -ki değil görünüyor- gayet tabi yol verebilir. Güney Afrika Joel Santana'dan boşalan koltuğa tanıdık bir ismi Carlos A. Parreira'yı getirdi.

1 yıl önce yollarını ayırdığın bir hocayı tekrar başa getirmek enteresan olmuş.Parreira da bu arada boş durmak yerine Fluminense'yi çalıştırmış. Güney Afrika için sağlam Dünya Kupası tecrübesi olan bir hocayı başa getirmek akıllıca bir seçim. Carlos Alberto nerdeyse bütün Dünya Kupalarında takım çalıştırmış bir hoca. Ondaki tecrübe bir başkasında yoktur.

McCarthy, Mokoena, Pienaar, Nomvethe takımın kalburüstü oyuncuları. EPL tecrübeli tek tük oyuncu ile gruptan çıkabilmesi için şanslı kura lazım...

Parreira'nın bu 6. Dünya Kupası kariyeri olacak. Evdeki bir madalyaya bir yenisini eklemek niyetinde değil. Tahminim Güney Afrikalı yöneticilerin gönlü kırılmasın diye geçmiştir başa. 42 yıllık hocalık kariyerine Dünya kupasıyla son vermek istemiş de olabilir tabi...

23 Ekim 2009 Cuma

AC Milan gaza gelince..


AC Milan'ı severim. Gözümde Juve gibi değildir ama Boban'ın küçümsenemez hatrı var üzerimde. Son dönemlerde adını futboluyla pek duymuyoruz. Sheva'dan sonra Kaka da gidince sıradanlaştı biraz. Takımın en büyük kozu emekli göbeğini salan Ronaldinho...

Berlusconi zeki adamdır. Almıyorsa bir bildiği var elbette. Az eleştirilmiyor onca parayı alıp, oyuncu almadığı için. Detaylı düşününce çok da haksız sayılmaz açıkçası. Transfer piyasasının durumu belli, elini attığın kalburüstü oyuncu için 20 milyondan açılıyor pazarlık kapısı. Silvio, para cepte piyasanın durulmasını bekliyor. Yıllarca başarı için 2 yıl dişini sıkıyor yani...(Bu söz bana başka şeyler hatırlattı...Neyse..)

Real Madrid galibiyeti oyunculara moral mi oldu, onları amaçsız gaza mı getirdi bilmiyorum ama şimdiden Brezilyalıların sesleri çıkmaya başladı.

Pato hedefinin UCL Şampiyonluğu, 2010 Dünya Kupası Şampiyonluğu ve 2010 Altın Ayakkabı ödülü olduğunu açıklamış. La Gazzetta, 2010 Pato'nun yılı mı olacak demeye başlamış şimdiden...

Ronaldinho ise almış gazı... Hala iyi bir oyuncu olduğumu gösterdim demiş. Kimse Ronaldinho için küçük diyemez ama eskisi kadar iyi diyebilmek için de bir maçtan fazlası lazım...

22 Ekim 2009 Perşembe

Wolfsburg - Beşiktaş

Uzun süreden sonra Beşiktaş'ı bu kadar iyi gördüm. Maç başında yine tanıdığım bldiğim Beşiktaş'tı ama özellikle 2. yarıda eski dostuma kavuşmuştum...

Öncelikle tercihlerden başlayalım. Dün Denizli takımla beklediğimden daha az oynadı. Her ne kadar dün olumsuz bir hareketi olmasa da Rüştü tercihini eleştiriyorum. Rüştü, van der Sar gibi ya da Kahn gibi yıllar geçtikçe üstüne koyan ve daha da iyi olan bir kaleci değil maalesef. Sebebi nedir bilemiyorum ama insani yönü ve profesyonelliği dışında Rüştü'nün hemen hemen bütün özellikleri düştü. Hakan şanssız da olsa şans verilmeli...
Ferrari dün harikaydı. Ferrari'yi ilk kez izleyen bir Wolfsburg taraftarı bu adamı almak lazımmış demiştir. Sivok da görevini yaptı. Üzülmez tercihi doğruydu; zira çok çıkan ve arkayı unutan Köybaşı'nın bu maçta oynaması kanat organizasyonunu iyi yapan Wolfsburg için önemli bir kaynak olabilirdi. İbrahim Kaş, beğenmediğim bir oyuncu ve yine maç içinde hiç bir varlık gösteremedi. Hücumda birşeyler yapması beklemiyorum ama en azından savunmayı düzgün yapabilse. Bütün ortaları onun kanadından yememiz tesadüf değildir sanırım. Tabi maç içinde en çok eleştirime maruz kalan oyuncunun maçtaki en kritik işi yapmış olması da ilginç oldu. Umarım Martins, Grafite'yi aratmaz...

Fink-Ernst oynadığı zaman takım daha kimlikli oluyor. Bunu sene başından beri yazıyoruz, söylüyoruz. Fink özellikle maç başında çok pas hatası yaptı ama haftalardır hocanın yanında oturan birinin o kadar da hakkı olsun. Özellikle 2. yarıda Ernst'in bütün ara toplarına Fink kaçtı ve çok defa ceza sahası içinde kaleye sırtı dönük topla buluştu. Üstelik Fink'in oynaması Ernst'in gücünü ekonomik kullanmasını sağlıyor ve 90 dakika aynı tempoda oynayabiliyor... Önlerindeki Tello tercihi de yanlış değildi. Tabata da tercih edilmiş olsa yine doğru derdim. Tello'nu haftalardır formsuz oluşu maç öncesi adını dahi unutturdu ama maç içindeki rolünü iyi oynadı. Ekstra değildi ama vasatın da üzerindeydi. Ben olsam yine de Tabata derdim...

Ekrem, Ömer Üründül tabiriyle iyi niyetli ama çok da yetenekli değil. Bobo-Tello-Nihat arasındaki pas trafiğinin benzerini Ekremli bir varyasyonda yaşayamıyoruz. Tek pası çok sevdiği söylenemez. Verdiği sert ve hızlı pas şut karışımlarını akla getirince ben de çok sevmiyorum açıkçası Ekrem tek paslarını...
Forvet ikilisi kimliğini buldu sanırım. Ne acı ki 2 maç üstüste aynı ikiliyle oynayınca kimliğini buldu diyoruz. Umarım haftasonu bambaşka bir ikili görmeyiz oralarda...

Maça taktiksel açıdan baktığımızda Wolfsburg'un B Planı'nın olmayışını görmek zor değil. Tek şey yapıyorlar onu da çok iyi yapıyorlar. Sol kanatta ters ayakla açılan ortalar ve Dzeko ile Grafite'den beklenen goller. Bu maç olmadı ama çok kez yüreğimizi ağzımıza getirdi. Savunmada ciddi gedik verdik. Gol yememiş olmamız bir şey değiştirmez, Dzeko o kadar çok kafa vurduysa bunda savunmanın da hatası büyüktür. Soldan gelen o kadar ortanın hiçbirine mi yetişemedi İbrahim Kaş? İbrahim Toraman daha mı kötü oynardı orada?

Bir de Bobo'nun biraz sola hapsedilmesine karşıyım. Elbette forvet oyuncusu bir kanada daha yakın oynayacaktır ama Bobo bir kanadın oynaması gereken yerde oynuyor. Daha içerde olması onu daha verimli kılacaktır. Nihat ise haftalar sonra bana eski Nihat'ı hatırlattı. Attığı gol onu açmış, kötü ruhları kovmuş...Yoksa bunları söylemek için çok mu erken?

Deplasmanda alınan 1 puan çok iyidir. 75'ten sonra saldırırız diye korktum, neyse ki daha dengeli oynadık. Mustafa Hoca'ya bir teşekkür gitsin buradan. 1 puan 0 puandan iyidir. Hele hele rakibin de 2 puan az alacaksa. Önemli olan içerdeki maçları vermemek. Wolfsburg ve CSKA ile içerde oynayacağız. ikisinden 6 puan almak çok zor değil. Bu oyunu oynarsak iki maçtan 6 puan alırız. Man Utd'ın maç EPL takvimi performansını ve oyuncu seçimini etkileyecektir. O yüzden 7 puan bizi çıkarır ya da çıkarmaz demek güç. Şans bu kez bizim yanımızda olsun...

21 Ekim 2009 Çarşamba

Larsson bırakırken


Yaşım sebebiyle Högaborg ve I. Helsingborg dönemlerini hatırlamıyorum. Hayal meyal Feyenoord dönemini biliyorum ama elbette ki gözlerimi kapadığımda yeşil-beyaz Celtic formasıyla görüyorum İsveçliyi...

Futbol kariyerimin sokak aralarında geçen dönemlerinde belki hiç Celtic formam olmadı ama Larsson olmuşluğum vardır. Sarı saçlı rasta olmadım da gol attığımda dil çıkardığımı hatırlıyorum. Boban'dan artakalan sürede, golcü kimliğimi ortaya koyduğum maçlarda kısaca Larsson diye isimlendirirdim kendimi...
İsveçliye olan sevgim Katalunya günlerinde biraz azaldı. E tabi bir de Mourinho'nun rakibi Barça'da oynayınca iyice fitil oldum ama sonrasında bir dönem de olsa Manu forması giyerek gönlümü almış olması güzeldi...

Bu sezon itibariyle zamanın sırma saçlı Larsson'u futbolculuk hayatına son noktayı koyuyor. Helsingborg kariyerini çok takip edemedim haliyle, Galatasaray'a karşı oynadığı maçı hatırlıyorum o kadar. İsveç günleri onun için hem bir vefa hem de biraz emeklilik hayatı gibiydi. Zaten son gördüğümde bıyık bırakmış, tam İsveç çiftçisi olmuştu...

Futbol piyasasından bir yıldız daha kayıyor. İskoçya liginde attığı toplam golü halı sahada atmak bile kasar. Biri bana söylesin Allah aşkına; o dizi kırıldıktan sonra nasıl toparladı da gollere devam etti...

20 Ekim 2009 Salı

Naptın Odom ???


Bildiğiniz gibi Lamar Odom Kim Kardashian'ın kardeşi Khloe Kardashian ile evlendi. Evlilik öncesi anlaşma yapmış çift ve böylece boşanma olursa Khloe'nin ne alacağı belirlenmiş. İşte Khloe'nin boşanma durumunda alacakları;

1. Evli kaldıkları yıl başına 500.000 Dolar
2. Her ay 25.000 Dolar genel destek
3. Yeni süper lüks evleri
4. Her kiralık lüks arabanın kira süresi bittiğinde yeni kiralık lüks araba.
5. Her ay alışveriş için 5.000 Dolar
6. Her ay güzellik bakımı için 1.000 Dolar
7. Kardashian ailesi için Lakers maçlarında saha kenarından bilet.

Aslında hesap olarak Odom'un verecekleri yıllık kazancının yarısından daha az yani normal şartlarda boşandığında %50 paylaşım olacağından kârlı olmuş Lamar için ama bu kadarda verilir mi arkadaş? Khloe'nin yanında Kim'i de mi verdiler acaba?

Polonya ve Türkiye'de hoca arayışı

Milli takıma hoca arayışı içinde olan tek ülke biz değiliz elbette. Polonya da yeni hoca arayışında. Slovakya ile Slovenya'nın ilk iki sırayı aldığı grupta ancak 5. olabildi. Aman aman bir kadroları yok ama çok da kötü olduklarını söylemeyiz...

Polonya basını bizim basından daha fazla abartmış. Çeşitli kaynaklara göre toplam 11 tane aday var. Paweł Janas, Franciszek Smuda, Maciej Skorża, Henryk Kasperczak, Piotr Nowak and Stefan Majewski ülkenin yerli hocaları. İsimlerin tanınmışlığına bakılırsa sırasıyla Polonya'nın Yılmaz Vural'ı, Güvenç Kurtar'ı, Hikmet Karaman'ı, Erdoğan Arıca'sı diye devam edebiliriz... Aralarında Şenol Güneş kalibresinde bile adam yok sanırım. Şenol Güneş'i küçümsemiyorum tabi ki, popülaritesinden bahsediyorum...

Yabancı adaylar elbette tanıdık. Avram Grant, Alberto Zaccheroni, Javier Aguirre, Lawrie Sanchez and Dan Petrescu. Zacc'ı getirmek çok komik olur heralde. Fatih Hoca'yla mücadele ettiği zamanları hatırlıyorum. Üzerine bir şey koymadıysa -ki sanmıyorum- sağlam bir aday olduğunu söylemek güç. Dan Petrescu ilginç bir aday olmuş haliyle. Chelsea'de top peşinde koştuğu yılları hatırlıyorum. Milli takım hocasının tecrübeli ve biraz da yaşlı olmasını savunan biri olarak, benim Yılmaz hocadan bir önceki adayım olur heralde...

Polonya'dan bizim milli takıma bir pas atalım. Türk getirilmeyeceğini düşünüyorum. Hoş Türk Hoca da yok piyasada. Yılmazgiller hakkındaki fikirlerimi yazının önceki kısımlarında yeterince açıkladığımı düşünüyorum. Onun dışında Şenol Güneş 2. kez getirilmez, Ersun Yanal da aynı sebepten dışarda kalır. Mustafa Denizli 2. kez getirilmek istenebilir ama işin ucunda Beşiktaş var. Ertuğrul milli takım için genç, Tolunay Kafkas, Rıza Çalımbay, Bülent Uygun yetersiz...

Hedef yabancı olmalı. Mümkünse kimlikli bir yabancı olsun istiyorum. İyi ya da kötü bizim milli takımımızın da bir kimliği olsun isterim. Yunanistan Rehhagel ile nasıl bir kimliğe kavuştuysa ya da Rusya Hiddink ile nasıl bir kimlik kazandıysa biz de birileriyle öyle bir kimlik kazanalım. Tecrübeli biri olsun. Gaz ile değil sistem ile bir şeyler yapsın. Ver gazı oynamasın oyuncularımız, maça savaş gözüyle bakmasın...

Takımda hiç kimseye karşı önyargılı olmasın. Ferguson'un hem Rooney'i hem Ronaldo'yu birlikte kazandığı gibi kazansın tüm oyuncuları. Milli havuzu iyi kullansın...

Aklıma gelen ilk aday Lucescu'dur. Böyle her muhabbette ilk akla gelen hocanın Lucescu olması sıktı ama yapacak birşey yok. İkinci akla gelen yok şu anda. Hiddink gelsin isterim ama vergiyi %25 seviyelerine çekmeden onu ülke sınırlarından içeri sokmak zor. Lippi'nin ismi bizim basında milli takımla anılırken İtalyanlar Juve'ye genel koordinatör sıfatıyla düşünüyorlar. Bakalım ilerde yeni bir aday çıkar belki...

14 Ekim 2009 Çarşamba

Notts Co. hoca arayışında


Daha önce Notts. Co. ile ilgili yazmıştım blogda. Mazisiyle değil ama bugünkü stratejisiyle biraz bir zamanların Etimesgut Şekerspor'unu anımsatıyordu bize. Hocaları Ian McParland'ın ayrılışıyla yeni hoca arayışına girdiler. Direktör Seven-Goran Eriksson olunca, eski öğrencisi Mancini'yi düşünmek zor olmadı. Zamanında Lazio'da Sampdoria'da birlikte çalışmış iki insanı bir araya getirmek akla çok yatkın geldi...

Ancak durum sanıldığı kadar kolay değil elbette. Evet Mancini bugün gitse iyi para kazanır ama ya yarın? Inter Milan kariyeri sonrası Notts Co. kariyeri biraz komik kaçmaz mı? Hatta kariyer olarak düşünebilir miyiz bunu bile sorgulamak lazım...

Mancini'nin menajeri Maurizio De Giorgis konuyla ilgili olarak olması gereken açıklamayı yapmış:

"There has never been any contact. He might have spoken to Sven since he joined Notts County, but that is not unusual because they are good friends."

Notts'da hedef şimdi de Wycombe'den ayrılan Peter Taylor ya da eski U21 hocaları David Platt...

League Two'daki takım için bu kadar masraf yapmaya değer mi bilmiyorum ama bizdeki gibi uyanıklık yapıp üstligdeki bir takımla isimleri değiştirmeyi denemiyorlar en azından...

13 Ekim 2009 Salı

Golden Foot 2009 Ronaldinho'nun


Golden Foot 2009 ödülü Ronaldinho'ya gitmiş. Enteresan olmuş tabi. Seçim kriterleri arasında 29 yaşını doldurmuş olmak var öncelikle. Hal böyle olunca Messi-Ronaldo-Kaka-Ibra'yı ıskalıyor ödül...

Ödülün kime gideceğine jüri ve halk karar veriyor. Sempatik olmak ödülü almak için sağlam bir avantaj. Geçen sene Roberto Carlos almıştı; Öncesi de Del Piero, Ronaldo, Sheva diye gidiyor... Ronaldinho geçtiğimiz sene ne yaptı? Hemen hemen kocaman bir sıfır var 2009 kariyerinde ama eski günlerin hatrına biraz da evine götürmüş ödülü...

Kime verilebilirdi diye düşündüğümde aklıma ilk gelen isim Giggs oldu. Sonra bunun Totti'si var, Henry'si var, Raul'u var, Buffon'u var...Pek doğru bir seçim olmamış bence...

Kırmızı Forma


Dün "Yenilsen de Yensen de" Programının ardından ilginç bir gelişme yaşandı. Program sırasında ya da sonrasında gelen bir telefon var. Arayan Beşiktaş yönetiminden biri. Kim olduğunu bilmiyorum...

Öncelikle programı izliyor olmalarına sevindim tabi. Geri dönüş yapacak kadar ciddiye alıyor olmaları da mutlu edici... "Program çok güzeldi beyler, ağzınıza sağlık, bizim de bahsettiğimiz buydu" demelerini beklemiyordum ama gelen tepki fazlasıyla şaşırttı bizi...

EkşiBeşiktaş'tan Yuki the Zorba programa kırmızı forma ile katılmıştı. Zamanında parasını basıp aldığı, sonuna kadar orjinal, parası hala ya Beşiktaş kasasında ya da Gaziantepspor kaasında olan forma. Yönetim bir daha kırmızı formanın giyilmemesini istiyormuş...

Neden???

Eski olduğu için olsa eyvallah; "sizler göz önündesiniz bu yılın ürünlerini giyin, hem de yeni ürünlerin reklamı yapılmış olur" denseydi anlardım... Reklamlarla ilgili bir problem olsa o bile anlayışla karşılanabilir. Puma ve Beko değil artık sponsorumuz deseler, burun kıvırırız ama neyse der geçeriz...

Fakat problem bu değil. Problem o formanın kırmızı oluşu. Yeni sezonda kırmızı forma çıkarılmaması ile doğrudan bağlantılı bir mesele. Nedir bu yönetimi kırmızıdan soğutan hatta nefret ettiren? Beşiktaş'ın renkleri Siyah-Beyaz diye kırmızıdan nefret ediyor değildir heralde. Ben şahsen kırmızı formayı seviyorum ve Beşiktaş'a da çok yakıştığına inanıyorum. Üstelik bu renkler de bizim renklerimiz...
Aklıma gelen ama biraz zoraki gelen bir nokta o forma ile Leeds Utd'dan 6 yememiz...Acaba bunu mu içine sindiremiyor yönetimimiz. E ama beyaz formayla da Liverpool'dan 8 yedik. Bu senenin pençeli forması da gayet beyaz forma. Üstelik dün giyilen beyaz formaya tepki gelmedi...
Bu tepki bence çok anlamsız. Yeni kırmızı forma çıkarılmamasına tepkim bir yere kadar olur ama eski kırmızı formaların da giyilmesine karşı çıkılması komik olur...

12 Ekim 2009 Pazartesi

Igor Akinfeev


Akinfeev Akinfeev dedik suyu bulandırdık. Rus basını bu sene sonunda CSKA'nın genç file bekçisinin gidebileceğini yazıyor. Kaleci iyi olunca transfer dedikoduları normal tabi, bu haberler ilk kez bu sene çıkıyor da değil ama bu sene artık CSKA'daki miladını doldurduğu düşünülüyor...

Fiyatı Ruslara göre 10 milyon €. Bu fiyata koparabileceklerini hiç zannetmiyorum. Tabi yıl sonu transfer piyasası ne olur onu da şimdiden kestirmek zor. Man City ilk 4 istiyorsa bu fırsatı kaçırmamalı; tabi müşteri City olunca o fiyat da biraz artar haliyle. Tek müşteri de City olmaz. Komşu Manu da genç kalecisinin bu yılki performansına bağlı olarak ilgilenebilir. Fena da olmaz...

Olan bize olacak. FM'de gelecek sene yeni bir kaleci bulmak zorunda kalacağız...

3 Ekim 2009 Cumartesi

Beşiktaş ve sistemsizlik


Olaya düz mantıkla yaklaşırsak forvetler kötü takım gol atamıyor sonucuna varabiliriz ancak bu yaklaşım son derece yanlış olur. Bobo, Nobre, Holosko, Nihat ve Batuhan gibi kalitesini ispatlamış oyuncular varken forvet hattı kötü demek cesaret ister. Maç içerisinde beceriksizliklerini görmüyor değiliz ancak her şeye rağmen formsuz da olsalar yeteneksiz değiller. Yetersiz hiç değiller...

Sorun forvet oyuncularında değilse peki nerde? Takımın savunmasında Ferrari-Sivok ikilisi benim gözümde ligin en kaliteli ikilisi. Bekler her maç değiştiği için onlar hakkında net bir yorumda bulunmak doğru olmaz. İbrahim Kaş'ı bir kenara koyalım; Ekrem, İbrahim Üzülmez, İsmail Köybaşı ve döndüğü zaman İbrahim Toraman vasatın üzerindeki bekler. Hiç biri bir Gökhan Gönül değil ama Beşiktaş'ın kalitesinin de çok altında da değil. Savunmaya da 4'lü olarak baktığımızda kötü değil...

Ortasaha'ya baktığımızda her maç değişkenlik gösterdiği için herhangi bir sistemden bahsedemeyeceğim. Ernst dışındaki hiç bir oyuncunun garantisi yok. Forvetten devşirme kanat oyuncularını burada değerlendirmek doğru olmaz diye düşünüyorum. Nihat'ı sağ kanat düşünüp kötü dersek, Nihat'a haksızlık etmiş oluruz. Aynı şey Holosko için de geçerli. Hem ortasaha olup hem de ortasahada oynayan oyunculardan Tello-Tabata-Yusuf-Serdar Özkan-Fink maç içerisinde inişli çıkışlı grafik çiziyor. Hiçbiri çok istikrarlı değil. Tello milli takım dönüşleri kayboluyordu; yine öyle oldu. Yusuf 90 dakika çıkaramıyor. Tabata, panik, Serdar iyi niyetimle şanssız diyorum, Fink benim beğendiğim ama bir çoklarının beğenmediği bir oyuncu...

Takımı bölge bölge incelediğimizde ciddi bir problem yok. Eksik var, Galatasaray ya da Fenerbahçe'ye göre daha zayıf ama ligdeki konumunun da çok üstünde olması gereken bir kadro yapısına sahip. Peki sorun ne?

Sorun takımın savunma ve hücum hattının birbirine bağlı olmaması ve sistem belirsizliği. Ortasahanın yükü tek başına Ernst'in omuzlarında. Tek önlibero ile başarı yakalamanın mümkün olmadığı bir zamanda Ernst'i bu kadar yormanın manası yok. Yanında Fink (burada bir başka ortasaha oyuncusu da olabilir ama elde yok) oynadığı zaman daha başarılı olduğu gün gibi ortadayken ısrarla Ernst'i yalnız bırakmak niye? Bugün Fink-Ernst birlikteydi, Beşiktaş oyunu domine edemedi ama ikili iyi oynadı. Fink oldukça istekli ve hem savunmaya hem de hucüma yardım ediyor. Top kaybı yapmıyor değil ama adamdan da Xabi Alonso performansı beklemek doğru olmaz...

Bak çift önlibero oynadık kazandık demek gülünç olur ama Beşiktaş bugün çift önlibero ile doğru bir tercih yaptı. Bu sistemle ortasahada top kazancı sağlanıyor ve topu kullanan takım Beşiktaş oluyor. Topu kullanan gole daha yakın olandır her zaman...

Beşiktaş sistemsiz oynuyor. Bunun için herhangi bir kanıt aramaya gerek yok. Hiç kimse Beşiktaş'a dair en ufak bir sistemden bahsedemez. Maç içerisinde ileriye şişirilen uzun toplardan başka en ufak bir organizasyon olmuyor. Kanatlardan gelen ortalara orta demeye bin şahit gerek. Serdar içeriye iyi dribling yapıyor bazen ama orta açma konusunda çok yetersiz. Yusuf için de aynı şeyler geçerli. İbrahim Üzülmez bugün çok kötü değildi ama onun da default hali bel seviyesinde orta. Ekrem ise ortasahanın az ilerisinden deniyor ortaları...Binde bir gelen ortalarda da içerde kimsecikler olmuyor. Orda olması gereken Nobre ortasahada top kapma savaşından kurtulup gelene kadar kale önünde iklim değişiyor..

Kapalı savunmaları göbekten açmak zordur. Üstelik göbekten açmak için tekniği sağlam oyunculara ihtiyaç vardır. Kısa paslarda tekniği zayıf oyuncuların top kaybetme ihtimali oldukça yüksek. Üstelik bu kayıplar kontra atak olarak bize armağan edilebilir. Bu sebeple maç 0-0 iken ya da takım mağlup iken göbekten maç çözmek zordur. Çözülmez mi? Çözülür... Tabata ya da Yusuf alır iki çalım atar araya iyi bir top atar defansın arkasına sarkan forvet oyuncusu kaleciyle karşı karşıyadır...Ama bu maç içinde ikiden fazla olmaz...

Kanat organizasyonu yok. Göbekten hucüm da yok. Peki ne var? İleriye şişirilen uzun toplar. Uzun topun tek bir açıklaması vardır. Sistemimiz yok, yapacak bir şey yok. Topu ileriye atalım bari orda oynansın. Belki savunma hata yapar...

Bugün alınan galibiyet hiç bir şeyi değiştirmez. Gelecek hafta bu hafta yapılan doğrunun da yapılacağı şüpheli. Takımla çok oynanıyor. Sistem zaten yok. Ben gelecek görmüyorum. Bugün 5-0 yenseydik bile bu oyunla bu mantaliteyle gelecek hafta kazanırız diyemem...

Takımın kurtuluşu yine Mustafa Denizli'nin ellerinde. Hoca değişikliği bugün için çare değildir. Bir kaçıştır. Mustafa Denizli fantazisinden uzaklaşırsa takım başarılı olur. Yönetim değişikliği ise zaten kaçınılmazdı. Bugünü kurtarmak için değil, geleceğimizi kurtarmak için Demirören'den kurtulmalıyız...