27 Haziran 2014 Cuma

Viyana 1


 
Arada sanırım Marakeş'i yazmadım ama hazır tazeyken Viyana'yı öne alayım. Bırakınca kalıyor, güzelim detaylar kuş olup uçuyor.

Pazartesiden perşembeye kadar konferans vardı. Pazar sabah 8 uçağıyla gittim. kabaca iki buçuk saatlik yolculuğun ardından 9.30 gibi orada oldum. Bu cümlenin ardından okuyucunun aradaki 1 saatlik saat farkını anlamasını umuyorum. Anlamayan için de açıklamış oldum.

Uçakta mis gibi "muppet" izledim. İzlemeyen izlesin, hem biraz çocukluğa götürüyor, hem de müzikleri çok başarılı. Neyse Viyana'ya varayım artık.

Uçaktan indim, her zamanki gibi bagaj falan vermemiştim. En son Nice'e giderken Kotil ve çetesi bagajımı İstanbul'da unuttuğu için büyük mağduriyet yaşamıştım. O gün bugündür bagajım elimde giderim.

Tourist Info'ya sordum, gideceğim otobüse bindim. Bindiğimde bir kadına daha sordum. O da şans eseri aynı yere gidiyormuş. Kadınla indik, yürürken de biraz konuştuk. Avrupa'da genelde İngilizce biliyor musun sorusuna biraz derler, sonra senden benden iyi konuşurlar. Kullanmayı akıl edemediğim ama onlar kullanınca "harbiden çok doğru kelime kullandı" dediğim kelimeleri cümlelerin içine serpiştirirler. Kadınla metroya gittik. Yolda tanıştık ettik, Türk olmam pek ilgisini çekmemiştir diye tahmin ediyorum, zira etrafındaki beş kişiden biri Türk neredeyse.

Sonra bana inmem gereken yeri gösterdi. İndim, kolayca oteli buldum. Resepsiyondaki kız, giriş çıkış günlerimi duyunca önündeki ekrana baktı ve yüzünü ekşitti. O yüz ifadesini görünce kıllan! İşler yolunda gitmiyor demektir. Ya sana tırt oda verir ya da çarşamba günü seni şu odaya alalım falan der. Genelde kötü bir şey olur yani. Çok nadiren iyi bir şey de olabilir. Tek kişilik oda yoktur, hatanın kendinde olduğunu da bilir ve sana mis gibi oda verir. Daha pahalıdır ama yediği haltı bildiğinden tek kişilik oda parası alır. Benimkinde nasıl bir problem oldu bilmiyorum. Belki de o an karıştırdı ama hata yapılmamıştı. Gayet normal bir odada kaldım. Ne daha tırt, ne de süper. En güzel yanı birinci katta olmasıydı. İnternete ne kadar yakın, o kadar iyi.

Bu arada o kızı merak edenler için hemen söyleyeyim. Booking.com'a girdiğinizde Johann Strauss Hotel'e bakın. Orada müşteri gibi fotoğraf çektiren kız var ya, resepsiyondaki kız işte o.

Odaya yerleştim. Az biraz dinlendim. At gibi 2 saat falan yattım işte. Sonra açtım Google map ile elimdeki haritayı. Eşleştirdim, bir plan yaptım, çıktım. Belvedere'ye gittim önce. Tek gezmeyi pek sevmem normalde. Sıkılıyorum tek gezmekten çoğu zaman. Sarayın bahçesini gezdim önce. Fotoğraf çektim bol bol. İş yerindeki bir arkadaştan öğrendiğim teknikleri uygulama fırsatı buldum. Arkayı buğulandırmalar, ışıkta yansımalar. Şov üstüne şov yaptım. Dışarıdan bakan biri "adam anlıyor bu işten" demiştir kesin. Millet dan dun çekerken, ben ince eledim sık dokudum, açı kastım, bazen kasıyormuş gibi yaptım çektim. Arada bir iki Japon da çektim. Kendi kameramla değil tabi. Beni çeker misin deyip, o güleç yüzünü takınan Japonları. Hayatım boyunca çektiğim fotoğraflardan (başkası için) %80'i Uzakdoğulu kardeşlerime aittir muhtemelen.


Sonra sıra geldi sarayın içine. Klasik müze çelişkimi yaşadım. Müzeler için genelleme yapacak olursak. Girmediğinde "ta buraya kadar geldim gireyim" diyorsun, girdiğinde overrated olduğu hissine kapılıyorsun. Hepsi için demiyorum ama çoğu böyle maalesef. Hele hele modern sanat müzesiyse kaç. Arkana bile bakma. Dünyanın en uyduruk şeyi modern döneme ait resim. Bu kadar overrated olur ancak. Neyse buna geleceğim.

3 müze vardı. İkisine bilet aldım. Hem girmemiş olmam, hem keşke girmeseydim demem, hem de zamanı çarçur etmem. Gezdim güzeldi. Bir önceki konuya geleyim. Özellikle resim konusuna geleyim. Gotik döneme, Rönesans dönemine, Barok döneme eyvallah. Ama 20. yy'dan sonrası bana abartı geliyor. Bunu sanat eleştiriyormuş gibi söylemiyorum. Haddime değil ama çizimler vasat. Biraz bana "lan daha gerçekçi çizim yapamayız, zaten daha gerçekçi olsa fotoğraf çektirir insanlar, bari değişik bir şeyler yapalım" demişler gibi geliyor. Bunu da insanlığa "sanata saygı" diye diye itelemişler. Ben bile şurada eleştirirken iki büklüm oldum. Ezildim büzüldüm. Arabeski eleştirecek olsam bam bam vururdum oysa ama resim ile ilgili eleştiri yaparken kelimeleri özenle seçiyorum, utanıyorum, sıkılıyorum. Derdimi anlattığımı umuyorum. Chagall efendi sözüm sana. Munch, Marc size de. Picasso'yu sizden ayırıyorum. Onunkiler enteresan geliyor bana. Güzel çizdiğinden değil de, farklı diye bir şekilde yedirmiş. Performansını ödüllendirebilirim. Özetim, resim dersinden kalırdınız hepiniz oğlum.

Neyse gezdim gördüm resimleri. Gustav Klimt'e hakkını verdim üstelik. Bastım parayı resmine. Çerçeveletir asarım evime. Güzel resim. İyi çizmiş çakal.

Resimle ilişkimi yukarıda yazdıklarımla değerlendirmeyin. Onlar modern sanata olan sinirimin dışa yansıması. 20. yy öncesine ses etmem.

Belvedere'den çıktım. Tramvaya atladım. Avrupalıların, özellikle gençlerin fazla rahatlığı beni rahatsız ediyor. Rahatlık, enteresan boyutta aslında. Kırmızıda bekleyen, bomboş yolda yeşil yanmadan yola adımını atmayan genç, tramvayda karşı koltuğa ayağını uzatıyor. Bu müthiş çelişkiyi ben çözemedim valla. Disiplinli misin, rahat mısın? İnsan oturacak oraya evladım. İlkokul öğretmeni örneğimle gelirim: "Tuvaletten çıktığın ayaklarınla oraya basarsan olur mu?"

Tramvayda ben insan gibi oturdum. Koltuğa basmadan, edebimle oturdum. Zaten ineceğim durağı kaçırmamanın telaşıyla oturuyordum. O gerginlikte ayağımı karşı koltuğa uzatamazdım. Durağa geldik, indim. Şöyle mal gibi bir tur atayım dedim. Elimdeki haritadan da yolları takip ediyordum. Oyunda sen gittikçe açılan bölgeler olur ya. İşte öyle oluyor benim geziler. O bölge açılıyor bende. Gezerken acıktım da. Bir iki kafe falan gördüm ama girmedim. Daha iyisini bulurum umudu vardı. Sonra, Türkiye'deki arkadaşlardan birinin önerdiği bir kafeye rastladım. Onu cebe koydum. Bir iki tur daha attım. Sonra baktım aynı yerlerde dolaşıyorum. Hayır soygun moygun olsa, güvenlik kameraları görüntüleriyle, polis ilk benden şüphelenecek. Aynı sokaktan 5 kere geçen bir tip.

Haus der Musik müzesini gördüm. Zaten planımda da vardı. Hemen girdim. Şans işte beleşmiş o gün. Beleşliğinden midir, yoksa gerçekten mi sevdim bilmiyorum ama gittiğim en iyi 2-3 müzeden biridir. Yazıyı burada bitireyim. İkincisine saklayayım gerisini. Çok uzun olunca, ben bunu sonra okurum diye favorilere ekleyip okumuyorsunuz.

2 yorum:

Eduardo dedi ki...

At gibi uyumak nasıl oluyor? Ayakta mı uyudun? :))

YK dedi ki...

At ayakta mı uyur yahu :)