28 Kasım 2013 Perşembe

Brezilya formaları hazır

 
Yaza çok var ama her geçen günün bizi Dünya Kupası'na yaklaştırdığını bilmek güzel. Söz konusu Dünya Kupası olunca, onunla ilgili haberlere de duyarsız kalamıyor insan.

Brezilya turnuvada giyeceği formaları tanıttı. Hoş detaylar haricinde bildiğimiz Brezilya. İstisnaları çıkar, 10 yıl öncesinin formasını da koysa kimse yadırgamaz. Bence kötü de değil. Yeniliği severim ama bazı özel şeylerin de sabit kalması güzel oluyor.
 

25 Kasım 2013 Pazartesi

Oğuzhan Özyakup

 
Guti, Sergen, Fernandes gibi oyuncuları izlemek büyük zevk veriyor bana. Bu adamları özellikle çıplak gözle izlemek bir başka güzel. Seyirci geniş açıdan sahanın neresinde, kim boş görebiliyor ama bunu sahada gören, hatta seyircinin göremediğini gören birini izlemek heyecan verici. Guti, topu aldığında 60 metre öteye adrese teslim gönderdiğinde, ben de ruhumu teslim ediyordum her seferinde. Onun kıymetini bilemedik, Sergen’i çok daha uzun süre beyaz forma siyah şort ile izleyebilirdik, Fernandes’in yarını belli değil. En azından şimdilik tadını çıkaralım.
 
Bu kategoriye koyabileceğim bir başka oyuncu da Oğuzhan Özyakup. Oğuzhan’ı sahada görmek bile mutlu etmeye yeter. Üstelik bu yeteneğin henüz kariyerinin başında olduğunu bilmek daha da güzel. Oğuzhan’ın Beşiktaş  için önemi anlatmayla bitmez. Hazırlık paslarından, araya atılan öldürücü paslara; takımın dikine kaleye gitmesinden, oyunun sete dönüştürülmesine kadar özellikle hücum varyasyonlarında ona olan ihtiyacımız büyük. O da şu ana kadar bekleneni verdi. Hatta beklentilerimizi arttırdı.
 
Oğuzhan ligde, en iyi adam eksiltebilen oyunculardan biri. Kıvrak, bileği yumuşak ve topu kendinden çok da uzaklaştırmadan dribling yapıyor. Örneğin Gökhan Töre daha hızlı, daha çabuk ama Oğuzhan kadar kontrollü ilerlemiyor. Oğuzhan ilerlerken topun kontrolüne öncelik veriyor. Töre önceliği top kontrolü ve hız arasında paylaştırıyor. Fernandes ise kontrole fazla önem veriyor. Çalımladığını dönüp bir daha çalımlayabiliyor. Bunu Ozzy daha nadir yapıyor mesela. Bu özelliği takım için en faydalısı.

Bir başka ön plana çıkan özelliği ise ilerlerken arayı iyi görebilmesi. Örneğin Töre depara kalktığında, yanında bomba patlasa dönüp bakmaz. O, kafaya koyduğuna devam eder. Ancak Oğuzhan, ilerlerken çevresi de kontrol ediyor. Tam vuracak derken, koşu yoluna topu bırakıyor. Bir nevi topu koşturarak adam eksiltiyor.
 
Bugünkü Koya Torku maçında da yine sahnede o vardı. Takım onunla daha ritimli oynuyor. Olcay da, Töre de daha efektif olabiliyor. Almeida için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Onu Cristiano bile ritimli hale getiremiyor maalesef. Hareketli oyunu seven kanatlar, onun pasları için alıcılar açık oynuyor. Bu da onları sahada kılıyor. Öte yandan Fernandes’in yükünü de alıyor. Oğuzhan olmadığında orta sahada kreatif adam azlığından yük Portekizlinin omuzlarına biniyor. Onun çalım tutkusu da takımı tembelleştiriyor biraz. Oğuzhan olduğunda, takım daha hızlı çıkıyor hücuma.
 
Motta fena sayılmaz ama daha çok hücuma katkı veren bir sağ bekimiz ve hareketli bir forvetimiz olsa Oğuzhan’ı daha çok konuşurduk.
 
Oğuzhan’ın takım içi diyaloğu da çok iyi. Takımda saygı ve sevgi duyulan biri. Arsenal sayesinde vizyonunun da geniş olduğunu düşünüyorum. Biliç de onun için bir başka şans. Kısacası şartlar onun gelişimi için uygun. Umarım gelişimini sürdürür.
 
Seni Beşiktaş formasıyla izlemek ne güzel… Yüzün hep gülsün çocuk...

12 Kasım 2013 Salı

Avrasya Maratonu'nda AKUT Sizin Hayat Nefesiniz!


“HER ADIM BİR NEFES”

17 Kasım 2013 tarihinde düzenlenecek olan Avrasya Maratonunda AKUT, Adım Adım Oluşumu ile birlikte, “HER ADIM BİR NEFES” sloganı ile koşuyor.

Sadece koşmayan, koşarken başkalarına da yardım etmeyi ilke edinmiş gönüllülerden oluşan Adım Adım, Türkiye’nin ilk yardımseverlik koşu grubudur.

AKUT, Arama Kurtarma Derneği, gönüllülük, karşılıksız yardımseverlik, insan hayatına değer vermek, dürüstlük ve güvenilirlik ilkeleri ile Türkiye’nin yanı sıra, dünyanın büyük afetlerinde de ülkemizi temsil etmiş ve Birleşmiş Milletler’in dünya afetleriyle mücadele gücüne dâhil edilerek Türkiye’nin Birleşmiş Milletler tarafından akredite edilmiş ilk ve tek, gönüllülerden oluşan arama kurtarma ekibi olmuştur. 1996 yılında kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği 1.434 operasyonda, 1.812 insanın hayatını kurtarmıştır. Yaşamı kutsal ve en değerli olarak kabul eden AKUT gönüllüleri, aynı zamanda 111 operasyonda 225 hayvanın da kurtarılmasını sağlamıştır.

Doğal afetlerde, enkazda, doğada, karda, kışta, gece gündüz demeden zor durumda kalan herkese hatta tüm canlılara yardımcı olan AKUT, Adım Adım’la Avrasya Maratonu’na katılarak zor durumda kalan daha çok yaşama nefes aldırabilmek, daha fazla hayat kurtarabilmek için duyarlı vatandaşlarımızı bağış yapmaya davet ediyor.

“HER ADIM BİR NEFES” sloganı ile koşacak - yürüyecek olan gönüllüler, doğal afetler sonucu binlerce insanımızı yitirdiğimiz felaketlerde AKUT için destek oluşturacaklar. Elde edilecek bağışlar, arama ve kurtarma çalışmalarında kullanılan araçlar, tıbbi ve teknik malzeme gibi önemli operasyonel lojistik ihtiyaçların karşılanmasını sağlayacaktır.

Siz de, Adım Adım ile AKUT için “HER ADIM BİR NEFES” projesini destekleyin, nice hayatlar kurtarılmasına yardımcı olun, küçük bir destekle bir hayat da siz kurtarın...

Desteğin için gerekli banka hesap detayı:

Banka Havalesi:

AKUT Arama Kurtarma Derneği

Türkiye İş Bankası

Şube : Gayrettepe Şubesi (1080)
Hesap no : 801384
İban no : TR47 0006 4000 0011 0800 8013 84
Kredi Kartı : http://www.akut.org.tr/bagis-yap
Açıklama : AA/AdınızSoyadınız/BağışcıAdSoyadı

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Nice – Fransa 1.gün

 
Üzerinden uzun süre geçse de Nice anlatılmaya değer bir şehir. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Hem turistik tatil olsun, hem de deniz, kum, güneş diyorsanız adres Güney Fransa. Nice de listenin başında.

THY’nin bagajımı İstanbul’da unutmasını ve söz verdiği günden 1 gün sonra göndermesini bir kenara bırakırsak Fransa’nın ilk günü güzel başladı. Eylül sonu olmasına rağmen hava güzeldi. Ulaşım kolaydı ve her şey tatil için elverişliydi.

Place Massena’ya giden yol İstiklal Caddesi’nin az kalabalık olanıydı. Hoş, hemen hemen her şehir hikâyesinde İstiklal Caddesi’ne benzetilen bir yer olur. O olmazsa olmazdır. Ben de bu fırsatı boş geçmeyeyim.

Place Massena öyle aman aman bir meydan değil. Daha doğrusu, çok şehirde görebileceğimiz, sıradan bir günde bir anlamı olmayan bir meydan. Muhtemelen özel günlerde çok daha alımlı ve şaşaalıdır. Benim açımdan en güzel yanı meydanı çevreleyen binalar ve pencerelerdeki çiçeklerdi.

Çiçek demişken Nice’in çiçek pazarlarına da değinmemek olmaz. Rengârenk çiçeklerin süslediği pazardan çiçek olmasa da, tohum almamak olmaz. Olmaz dedim ama ben almadım mesela. Sonra alırım dedim, sonra da unuttum. Çiçek her yerde çiçek nasıl olsa diye de kendimi avuttum.

Pazarın önünden geçtikten sonra yine bir meydana çıkılıyor. Ben gördüğüm geniş yeri meydan diye nitelendirdim ama aslında meydan değil. Geniş bir alan diyelim. Orada Afrika kökenli kardeşlerimiz gönüllerince eğleniyorlardı. Zaten kapı gıcırtısı olsun onlara hemen dans etmeye, ritim tutmaya başlarlar. Çoğunun üstünde yerel kıyafetleri vardı ama belli ki günlük kıyafetin üstüne, şov olun diye giymişlerdi. O beyaz eteğin altında bildiğin kumaş pantolon, kösele ayakkabı vardı.

 
Kardeş türkülerini dinledikten sonra sahile indik. Promenade des Anglais sahil yolu muazzam bir yer. Plajın ucu bucağı görünmüyor. Hatta görebilmek için şatoya çıktık. Evet, biz de çıkarken “vay anasını, şatoya çıkıyoruz” dedik ama hiç de öyle filmlerdeki gibi şato falan değil, bildiğin park alanı. Göçmen kardeşlerin fazlalığı oluşturduğu park alanında annemi gördüm. Bir sürü annemin aynısı kadın vardı orada. Tek farkla, saklama kabındaki kısır değildi.

Parkta ne Pogba’lar, ne Kondogbia’lar yetişiyor. Ergen dersin ama çocuğun boyu maşallah 1.80, fizik desen fit. Saç modeli yaşını ele veriyor tabi. Kenarları 3’e vurulmuş, jilet atılmış, üst taraf horoz ibibiği. Hepsi öyle olduğu için birbirlerini hiç yadırgamıyorlar.

Şehirde dikkatimi çeken bir başka şey de kaktüsler. Bir ömür görmediğim kaktüsü orada gördüm. Daha 10 yıl kaktüs görmesem, bana mısın demem. Kaktüs suyu sevmez diyenin ağzına somuncu küreğiyle vururum artık. Yıllarca bizi yemişler. Nem değeri %99, suyun dibi kaktüs coşmuş. Hatta o kadar büyük kaktüsler vardı ki, “ bilmem kim was here” mealinde onlarca yazı vardı üstünde.

 
Neyse kaktüse karşı bir düşmanlığım yok. Hareketsiz canlıdan çekinmem. Ona bulaşmadıkça, o da sana bulaşmaz nasıl olsa. Ben şehre döneyim. Şehrin en güzel yanlarından biri de dükkânların tabelaları. Bizdeki gibi Pepsi’nin, içi florasanlı plastik tabelasına “Keklikçi Gıda” yazmamış adam. Kendi fontunu, kendi yazı stilini bulmuş karizmasıyla yürümüş. En tırt dükkân bile adam olmuş böylece.

 
Ve antin kuntin adamın seveceği pazar yeri. Pazar deyince hemen aklınıza meyve sebze geldiyse Türk’sünüz. Pazar demeyelim de kitapçı diyelim o zaman, devletine vergisini de ödüyorsa sahaf diyelim. Palais de Justice önündeki alanda yaklaşık 1 saat geçirmişizdir. Dön dolaş bir daha gez. Eski kitap bakmak kadar zevkli bir şey yoktur herhalde. Popüler bir kitap bulsam alacaktım ama bulamadım. Hatıra olsun diye de bilmediğim kitap almadım. Bir de ağırlık anlamında yük tabi. Yük alıyorsan, değecek bir şey alacaksın. Kitap değil ama resim ya da fotoğraf alacaktım ancak tam istediğim gibi bir şey bulamadım. Bu iyiymiş dediklerim de hep çok pahalıydı. En azından beğendiğim şeyin değerli olması, bu konuda zevkli olduğumu gösterir diyerek konuyu değiştiriyorum.

Turistik amaçlı bir yazı olduğu için gecelerine çok fazla yer vermeyeceğim. Ancak Nice özelinde konuşacak olursak, öyle aman aman bir gece hayatı yok. Hatta çoğu yer 12 olmadan kapanıyor. “Baba sen bulamamışsındır” derseniz hak veririm. Nice’in gece hayatını çok araştırmadan gittim, orada da çok fazla kasmadım.

Nice’in birinci günü böyleydi. İkinci gün modern sanatlara doydum. Bir de futbola. Onu da ikinci yazıya saklayalım.

Kediye, Civcive, Bebeğe Gülmüyorsan Aranan İnsansın!



Yavru kedi videolarını komik bulmuyor musunuz? Hapşıran panda videosu gördüğünüzde "Dislike" butonuna basanlardan mısınız? Beğeni seviyeniz yüksek mi? İzlediğiniz videoların izlenme oranlarından etkilenmeyip, dislike verebilir misiniz? Cevabınız evetse, Viplay'in Sahibi sizi arıyor olabilir.

Viplay'i yüksek zevklere hitap eden video içerikleriyle beslemek istediklerini söyleyen Viplay'in Sahibi, geçen hafta kısa bir film ile Viplay ekibinin başına geçecek bir kişiyi işe almak istediğini söyledi. Film çekimi sırasında eğitimli köpeklerini yanından ayırmayan iş adamı, çekim bittikten sonra prodüksiyon ekibine binayı terk etmeleri için 10 saniye tanıdı ve üzerlerine köpeklerini saldı :)



Alınacak kişiye rüya gibi bir teklif ve ayrıcalıklı bir hayat sunulacağından bahseden filmi izlemek ve başvurmak isteyenlere: http://bit.ly/16SrOaF

Bir bumads advertorial içeriğidir.