Carling Cup finali sağlam hikayeli bir final aslında. Hikaye bugün tüylerimizi diken diken yapmaz ama bundan 5-6 yıl sonrası için aynı şeyleri söyleyemem. Bir tarafta Gerrard'in Liverpool'u, diğer tarafta Gerrard'lı Cardiff. Steven Gerrard'ın kuzeni Anthony Gerrard'ın bir gün hikayesi yazılırsa bu maça değinmeden geçilmez. İkisinin de penaltı kaçırdığı bir maç, kariyerine biri Liverpool'da diğeri Everton'da başlayan iki kuzen...
Bu hikaye yıllar sonrasına kalsın. Bugün tabloya baktığımda tek söyleyebileceğim şey: "Steven'ın kaldırdığı o kupa ellerine küçük gelmiş"
İnsan kötü niyetli olmak istemiyor ama maç içindeki tutumunu da göz önünde bulundurduğumda bu pozisyona da çok iyi niyetli bakamıyorum. Mike Dean'in haftasonu oynanan maçta Saha'nın golüne sevinci görülmeye değer.
"Bugün son dakikada Almeida kolay olanı yapıp da o topu içeri sokabilseydi başka şeyler yazıyor olurduk" diyorsak maçı doğru yorumlayamıyoruz demektir. Zira o gol olsa, son dakikaya kadar oynanan oyun değişmeyecekti. Olmadı, dönen topta Elmander daha zor pozisyonu gole çevirdi.
Türkiye derbilerine daha önce tanıklık etmemiş ve sadece maç öncesi atmosfere bakan biri bu maçı Galatasaray'ın çok rahat kazanacağını düşünürdü. Öyle ki bahis siteleri bile handikaplı oynatıyordu maçı. Galatasaray ağır favoriydi ya da öyle gösteriliyordu. Beşiktaş tarafında Fernandes'in cezalı oluşu oyun planlarını değiştiriyordu, daha da önemlisi Beşiktaş'ın en önemli hücum tehdidini ortadan kaldırıyordu. Duran toplar bazuka değil, silah olacaktı.
Maça beklendiği gibi Galatasaray baskılı başladı. Bu gün gibi ortadaydı. Aynı taktiği Fenerbahçe'ye karşı da uygulamışlar ve iş görmüştü. Beşiktaş'a karşı da böyle başladılar. Beşiktaş ise oyunu daha geride kabullenerek kanatlara atılacak uzun toplarda ya da Almeida'ya şişirilecek toplarda ekmeğini arayacaktı. Siyah beyazlılar dörtlü savunmanın önünde kalabalık ortasaha kurmuş ve Ernst-Necip-Veli üçlüsüyle kazanacağı topları Q7 ve Simao ile ileri taşımayı ve Almeida ile golü bulmayı planlamıştı. Galatasaray ise dörtlü savunmanın önünde Melo ve Selçuk ile ortasahada top kazanmaktan çok topla oynayan taraf olmayı, onların biraz önünde kanatlara da kısmen yakın Emre ve Engin ile topu 3. bölgeye taşımayı Elmander ve Necati ile de gol aramayı planlıyordu.
İlk gole kadar Galatasaray topa hükmeden taraftı. Beşiktaş ise Almeida'ya şişirilen topları kullanıyordu. Semih'in sarısı Beşiktaş'ın elini kuvvetlendirmişti üstelik. 15. dakikada Melo'nun uzun topunda hareketlenen Eboue defansın hatasından faydanalıp topu Elmander'e attı ve İsveçli oyuncu güzel bir golle Galatasaray'ı öne geçirdi.
Golden sonra oyun daha dengeli olmaya başladı. Hatta Beşiktaş daha fazla ileride göründü. Buna rağmen çok ciddi bir gol pozisyonuna da giremedi. 38. dakikada Egemen'in sakatlığı maçın birinci kırılma anıydı. Yerine girecek Sidnei savunma anlamında iyi olsa da ağır bir oyuncuydu. Bu Beşiktaş için handikaptı. Zaten Melo'nun attığı golde de aksayan oydu. Çok ağır kaldı. Dönene kadar Melo gol sevincine başlamıştı.
İkinci yarı hızlı başladı. Quaresma sağdan iyi getirdi, Toraman da orada hücuma iyi destek verdi ve Q7'nin ince çalımları sonrası Toraman boş kaleye yuvarladı. 1-1 oldu deidk 2-1 oldu. Selçuk'un -eğer çalışılmış değilse- Necati'ye pasında Necati durdu, Melo iyi kaçtı golü yaptı. Kaleye çekilen 2 şut ve 2 gol geldi.
Carvalhal'in Pektemek - Köybaşı değişikliği sağlam kumardı. Veli'yi Eboue'nin de olduğu sol beke çekmek riskti tuttu. Genç oyuncu aksamadı. Pektemek ise hücumda çok etkili olamadı. Daha doğrusu hep Almeida'ya takıldı. Önce bir korner vuruşu ve Almeida'nın ön direkte auta çıkan kafası -ki arkasında Pektemek vardı- ve sonrasında 90. dakikadaki pozisyon. Yine Pektemek arkasındaydı.
Galatasaray'da ise Necati'nin yerine Riera'nın girişi. Bu değişiklik sol kanadı güçlendirirken Baros'un direkt oyuna girmesini engelliyordu. Yabancıda Galatasaray'da limite ulaşmıştı. Bu değişikliklerden 5 dakika sonra Quaresma sağdan sert kesti Semih topa müdahale yaptı ve top ağlara gitti. Bu Terim'in beklemediği bir gelişmeydi. Oyuncu değişikliklerini skoru korumak üzerine yapmıştı.
Golden sonra Terim Melo ve Emre'yi oyundan alırken Baros ve Aydın oyuna girdi. Bu dakikadan sonra Galatasaray daha baskılı oynamaya başladı. Ve dramatik son. Almeida kaçırdı, dönen topta Elmander golü buldu.
Cenk'in yediği gollerde çok hatalı olduğunu düşünmüyorum. Güven veriyor mu? Hayır. Sabretmeye değer mi? Evet. Savunmada Sivok iyiydi. Sidnei ağır, Toraman ortalama, Köybaşı ortalama. Ernst, Veli iyi, Necip ortalama. Quaresma iyi, Simao vasat, Almeida ölü Pektemek şanssızdı.
Maç oldukça centilmen geçti.Bunda Beşiktaş'ın payı çok büyük. Carvalhal'in Eboue'yi sakinleştirmesi, Quaresma'nın içinden insan çıkması. Faulden sonra özür dilemesi. Diğer taraftan Galatasaray taraftarının "Gücüne güç katmaya geldik" tezahüratımızı küfürleştirerek bize sunmamaları. Futbol adına güzel şeylerdi. 3 boyutlu kareografi farklı ve beğeni topladı. Böyle değişik kareografilerin yapılması güzel ama benim pek de hoşuma gitmedi açıkçası. Ben o amatörce çarşafa yazılmış yazıları daha çok seviyorum.
Puan farkı 14. Böl ikiye 7. Çok. Şampiyonluktan söz etmemiz kolay değil. Galatasaray'ın şampiyon ilan edilmesi de doğru değil. Fenerbahçe deplasmanı var. Dahası play-off'ta en az 4 derbi var. Beşiktaş'tan 9, Fenerbahçe'den 14 puan önde olsa "Galatasaray şampi." derdim ama bugün demem. Fenerbahçe derbilerde çok farklı oynayan bir ekip. Beşiktaş için ise şampiyonluk için çok büyük şans lazım.
Bu yoğun tempoda tercih biraz değişebilir. Hedef Atletico Madrid maçı olmalı.
Alınan skora rağmen ilk maçın kadrosunu da yanlış bulmuştum. Beşiktaş'ın dün de yanlış kadro ile çıktığını düşünüyorum. Karşındaki Barcelona değil, Braga. Rakibi küçümsemiyorum ama Carvalhal kadar da büyütmüyorum gözümde. En azından takımı forvetsiz çıkaracak kadar iyi hücum hattına sahip olduklarını düşünmüyorum.
2-0 büyük avantajdı. Buradan kolay kolay da kimse maç vermezdi. Söz konusu Beşiktaş olunca insan "Acaba?" diyor işte. Geçmiş gözümüzün önüne geliyor, tesislerde Şifo Mehmet ile konuşan baba akla geliyor...
Beşiktaş maça Cenk, Toraman, Egemen, Sivok, Tanju, Ernst, Necip, Veli, Fernandes, Q7, Simao 11 ile çıktı. Diziliş şöyleydi diyecek babayiğit tanımıyorum. Cavalhal'in bile net bir dizilişle sahaya çıktığını düşünmüyorum. Kalabalık ortasaha ile rakibi orada bunaltmak ve top kazanmak Quaresma'nın driblinglerinden faydalanmak üzerine kurulmuş bir sistem. 10 yıl sonra biri bu maçın kadrosunu görse oyuncuları sahaya yerleştiremez.
Maça Braga daha istekli başladı. İstanbul'a 2-0 dezavantajlı gelince, beklenmedik bir durum değildi. Rakipte öne çıkan 3 oyuncu vardı. Alan, Lima ve Hugo Viana. Gol de bunlardan ikisinin işbirliği ile geldi. Alan sağdan girdi -ki savunmanın o bölgede oyuncuyu o kadar rahat bırakmaması gerekirdi- içeri çıkardı ve içeride Lima topu ağlara gönderdi. Golde aslan payı Cenk'indi. Yandan gelen topu alamayacaksan ön direğe gitmenin anlamı yok. Genç kaleci bu hatalardan ders çıkarmalı. Bugün hala "olacak" diyoruz ve bir süre daha devam edeceğiz buna ama Cenk'in de üzerine koyması gerekiyor.
Golden sonra Carvalhal takımın ileride top tutamadığı görmüş olacak ki çıkması gereken kadroya döndü. Necip ile Almeida değişti. Böylece Braga o kadar rahat ileri çıkamayacaktı. Forvetli oynamak sadece bu nedenle bile forvetsiz oynamaktan iyidir.
İlk yarının sonu ve ikinci yarının ortasına kadar geçen sürede Beşiktaş oyunda dengeyi sağladı. Özellikle Portekizlilerle iyi hücum organizasyonu geliştiriyordu. Quaresma lig maçlarındaki görüntüsünden uzaktı. Daha fazla mücadele ediyordu. Hucümda hala bir kaç ay öncesinin çok gerisinde.
Maçın özellikle son 15 dakikasında Braga gol için daha fazla öne çıkmaya başladı. Pozisyon da buldular ancak değerlendiremediler. Skorun da etkisiyle Beşiktaş iyice savunmaya kapandı. Bu süre zarfında Braga'nın atacağı gol turu Portekizlilere getirebilirdi. O moralsizlikle ve savunmacı kadrosuyla Beşiktaş turu zor getirirdi. Neyse ki olması ve maç 1-0 bitti.
Maç içinde Ernst yine bildiğimiz mücadeleci kimliğini gösterdi. Savunma hattı da ufak hatalara rağmen başarılıydı. Toraman savunma anlamında sorunsuzdu belki ama hücuma sıfır destek vermesi takımın hücum opsiyonlarını çok azaltıyor. Hilbert'i aramaya devam ediyoruz. Fernandes ise hala bu takımın maestrosu. Dün belki çok ön plana çıkmadı ama duran toplardaki iyi ortaları bile rakip için büyük tehdit.
Şimdi rakip Atletico Madrid. Biz Arda'lı Atletico Madrid'le mi oynayacağız yoksa onlar Simao'lu Beşiktaş ile mi oynayacak emin değilim. Diğer taraftan Arda'nın İstanbul'a gelişi mi yoksa Simao'nun Madrid'e gidişi mi daha önemli bilmiyorum.
Bunu Guiza kaçırsa dünyayı başına yıkarlardı. Hatta Deivid Fenerbahçe forması altında kaçırsa "içine Guiza kaçmış" derler laf yine bizim İspanyol'a giderdi.
İngilizlerin taktik sızdırma muhabbetleri ünlüdür. Geyik için iyi de malzeme çıkar onlara. Bizde hocalar taktiği kağıda yazar mı bilmiyorum. Tamam Van Gaal gibi yedek kulübesinde ödev yapar gibi her haltı not almalarını beklemiyorum ama ellerinde bir parça kağıt olsa da fena olmaz hani.
Napoli - Chelsea maçının taktik planı üzerinden geyiğin dibini vurmuşlar. Bu Torres için de üzülüyorum artık.
Beklendiği gibi Yıldırım Demirören, TFF Başkanlığına adaylığını koydu. Demirören'le birlikte 20 kişi daha vardı, bugün Kürşat Tüzmen çekildiğini açıkladı ve toplam aday sayısı 20'ye indi. Diğer adaylar arasında tanıdık simalar var, adını ilk kez duyduklarımız var. Zaten oyunun 3. perdesi için başrol oynayacak kişi bellidir. Biz de izleyip göreceğiz.
Yıldırım Demirören. Beşiktaşlıların sevmediği başkanı. Tüm Beşiktaşlılar mı sevmiyor bu adamı? Hayır, seven elbette vardır. Yaptıklarını alkışlayan, onu destekleyen ve başarılı bulan bir sürü insan vardır muhakkak. Ama bunların azınlık olduğu aşikar. Tabi kongre üyelerinden bahsetmiyorum. Zira Beşiktaş kimliğini doğru yansıtmayan, Beşiktaş taraftar profilinin çoğunluğunu oluşturmayan bir kongre üyesi profili var. Onlar başkandan memnunlar. Yönetim kurulunda ise başkan sevgisi daha da fazla. Üçgenin tepesine çıktıkça sevgi oranı artıyor. Acaba neden? Siz biliyorsunuz zaten...
Yıldırım Demirören başkan adayı oldu ama kulüp başkanlığından istifa etmedi. Mete Düren'in açıklamalarını okurken iğrendim. Başkan seçilmezse geri dönecekmiş. Beşiktaş başkanlığına devam edecekmiş. Hangi yüzle?
Bir de o kadar üzülmüşler ki sormayın. Şeref Yalçın bugün "Bizi öksüz bıraktı" demiş. Daha kötüsü bir başkası çıkıp "Beşiktaş'a Demirören gibisi gelmez" diyebiliyor. Gerçekten gelmez, gelmesin de... Bu adamları anlamak mümkün değil. Her okuduğumda şok oluyorum. Yazık diyorum. Gerçekten böyle düşünüyor olmalarına yazık diyorum.
Hala çıkıp "Quaresma'yı al dediler aldı, Guti'yi al dediler aldı, Türkiye Kupasını kazandı basketbolda ama hala eleştiriliyor" diyorlar. Taraftar der, sen taraftara göre değil ihtiyaca göre transfer yapmak zorundasın. Buradan ben de derim şunu al bunu al diye ama oturur hocanla konuşursun makulse alırsın. O oyuncuyu alırsın ama taraftar dedi diye değil, hoca istedi diye. Demirören daha bunun ayrımını yapamamış ki. Kupa konusu daha vahim. Türkiye kupasının kazanılmasında aslan payı net olarak Serhat Çetin'indir. Bu adam takımdan ayrılsın diye diretilen ve ayrılmayı kabul etmediği için noter getirtilerek, sabahın köründe zorla antrenman yaptırılan adam. Sen daha kupadan mı bahsediyorsun bana? Utanmıyor musunuz?
Ben Demirören'in TFF başkanı olmasını istemem çünkü bu görev için doğru kişi değildir. Bunu söylemeye dahi gerek yok. Beşiktaşlılar haricinde isteyen kaç kişi var? İsteyen de belki bizi düşürmez diye istiyordur. Beşiktaşlılar da gitsin diye istiyor. Türk futbolunun bugünü ve yarını için TFF başkanı olmasını istemem ama Beşiktaş'ın ufacık bir kurtulma ihtimali varsa, olsun...
Demirören'e sorarım. Bugün Beşiktaş kulüp Başkanı için Beşiktaş'tan daha önemli bir şey olabilir mi? Peki o zaman bugün kulübü neden yarı yolda bırakıyorsun? Türk futbolu için mi? Senin öncelikli görevin Türk futbolu değil Beşiktaş, otur işini düzgün yap. Beşiktaş için mi? Küme düşmesini engellemek için mi? E sen bu kulübü küme düşecek duruma getirdiysen zaten burada işin yokmuş senin.
Eskiden başkan için "İyi bir Beşiktaşlı ama başkanlık için doğru adam değil" derdim. Yanılmışım. İyi Beşiktaşlı değilmiş. Hiç biri değilmiş. İyi Beşiktaşlılık kulübe zor gününde para veren onu da kara kaplı deftere yazan değildir. O zor güne getirmemek için gece gündüz çabalayandır. Yıldız oyuncu alan değil, bu takımın başka branşlarında bu kutsal forma için ter dökenlerin hakettiği parasını zamanında ödeyendir. Bunların hiçbiri iyi Beşiktaşlı değil dostlar. Hiçbiri iyi Fenerbahçeli de değil, Galatasaraylı da... Bu takımları hiçbiri benden, senden çok sevmiyor...
Beşiktaş için tamamen önemsiz bir maç değildi ama çok fazla da önemi yoktu açıkçası. Sadece umutları bir sonraki maça taşıyan bir maçtı. Umudumuz da "Hayat varsa umut vardır" kadar işte... Rakipler Galatasaray ve Fenerbahçe kazanmış; Alttan Trabzon sağlam geliyor. Baskı büyüktü...
İnönü'de Egemensiz çıkılacak bir maçtı. Savunmanın ideal dörtlüsünü oluşturan Hilbert ve Köybaşı zaten yoktu. Sivok idealin tek savunucusu olarak maça başladı. Sağda Ekrem, solda Tanju, Sivok'un yanında da Ersan. Bugün savunmanın en fazla aksayanı Ersan. Sakatlıktan yeni dönen ve hala çekingen oynayan Ersan. Canımdır, hata yapmaya hakkı var bugün.
Ortada Ernst, Necip, Fernandes, Veli, Quaresma vardı. Sağlam basabilecek bir ortasaha ve kanadın birinden hücum geliştirebilecek bir Quaresma. Kağıt üzerinde fena durmuyordu ama sahada o kadar iyi durmadı. İlerde de tek forvet Almeida. Almeida yerine Pektemek olsa eyvallah derdim.
İlk yarıyı izlerken sık sık şunu dedim: "Biz nasıl gol atacağız?" Gerçekten gole çok uzak oynuyoruz. Gençlerbirliği golünden önce de sonra da gole uzaktık. Top Beşiktaş'taydı ama ölü bölgelerde. Kazanmak için birşeyler yapmak gerekiyordu. Carvalhal de yaptı ve maçı çevirdi.Benim kafamda Veli Pektemek değişikliği vardı ancak Portekizli Simao-Necip değişikliğine gitti. İyi de oldu aslında.
Gençlerbirliğinin ilk golü Ersan'ın hatası, ikinci golü de Cenk'in. Ersan'a bugün kızmıyorum. Sakatlıktan döndü ve toparlanması zaman alacaktır ve oynayarak toparlanacaktır. Cenk'e kızgınım. Bu hataları yapmamalı. Kalede güven vermiyor. Bugün akıllarda Trabzon'un kalecisi Onur varsa Cenk'in bunu sorgulaması lazım.
İkinci yarıya Beşiktaş çok hızlı başladı. Kaleyi çok kez yoklayan Q7 savunmaya da çarpan topla golü buldu. 1-1 sonrası 2-1 geçikmedi. Ekrem'in ortasında Hugo Almeida golü buldu. Azofeifa'nın moral bozan golü sonrası Fernandes'in golünün erken gelmesi takımı yeniden rahatlattı. Beşiktaş gollerin dışında da çok pozisyon buldu ancak değerlendiremedi.
Bugün "Canlı Gool" programında hakemlerin topla oynamak isteyen oyunculara karşı tavırlarından bahsetmiştim. Bugün yine benzerini taşadık. Fernandes'i yine çıldırttılar ve o da yine dayanamadı. Ardarda yapılan iki faul ve sonrasında çıkmayan kart Portekizliyi yine çıldırttı ve rakibinin üzerine yürüyen Fernandes sarı kart gördü. Haftaya Galatasaray maçında yok. Beşiktaş'ın en iyi 2-3 adamından biri, yine bir derbide yok. Fernandes'in kendini biraz dizginlemesi lazım. Ancak üzerinde daha çok çalışması gerekenler hakemler. Bu konuda tek mağdur Fernandes değil. Zamanında Lincoln de çok çekti, Quaresma da çekiyor, Fernandes de..
Haftaya Galatasaray maçı var. Puan tablosu çok da umrumda değil. Bugün için daha önemlisi derbinin skoru. Daha da önemlisi Braga maçı.
“Premier Lig, Noel’den sonra başlar”. Sir Alex’in bu sözü, devre arası transferlerinin ne kadar önemli olabileceğini ortaya koyuyor aslında. Özellikle takıma sezon başında gelmiş hocalar için iyi bir rötuş ve sakatlık problemi yaşayanlar için de iyi bir fırsat niteliğindedir. Diğer taraftan İngiltere’de birçok kulübün başvurduğu kiralama politikası da devre arasında oldukça fazla rağbet görmektedir. Özellikle alt lig takımları, EPL’de kadroya giremeyen genç oyuncuları kiralamaktadır. Bu yöntem iki kulüp için de, oyuncu için de faydalı olmaktadır.
MANCHESTER CITY Bu devre arasında transfere en az ihtiyacı olan takım Manchester City gibi görünüyordu. Mancini’nin elinde oldukça geniş ve kaliteli bir kadro var. Savunmada derinlik az olsa da, City kadrosunda, hücumda 3 tane üst düzey takım çıkarabilecek kalitede oyuncu barındırıyor. Eksiği az fazlası çok olan City, kadrosuna tek oyuncu takviye ederken 8 oyuncu ile de yolları ayırdı. Kadrosuna kattığı isim David Pizarro. İyi transfer olduğunu kabul etmek gerekir. 32 yaşındaki Şilili sezon sonuna kadar City forması giyecek. Mancini, hem Yaya’yı yedeklemek için, hem de Afrika Kupası’nın verdiği zararı en aza indirebilmek için bu sezon Roma’da kulübede kalan eski oyuncusunu İngiltere’ye getirdi. Öte yandan bir dönem İngiltere’nin en iyi beklerinden kabul edilen Wayne Bridge Sunderland’e kiralandı. City bazı oyuncularını yüksek haftalıkları yüzünden elden çıkaramazken, kiralamayı tercih ediyor. Bridge de bunlara örnek. Önümüzdeki dönemde City forması ile göremeyeceğimiz diğer oyuncuların çoğu kiralık olarak gönderilen genç oyuncular. Dikkat çekmek gereken son isim ise Nedum Onuoha. Hughes’un City’den öğrencisi olan Onuoha önümüzdeki dönem QPR forması giyecek. Transferin hızlı takımı QPR, Onuoha ile 4.5 yıllık sözleşme imzaladı. City için durgun bir transfer sezonu geçti diyebiliriz. Takımın zayıf halkası: Stoperin yedeksiz oluşu. O bölgede bir problem yaşamazlarsa diğer bölgeler daha güvenilir gibi duruyor.
MANCHESTER UNITED Manchester’ın diğer tarafı da transferde çok hareketli değildi. Manchester dışından oyuncu getirmediler. Eski oyuncusu Scholes emekliliğe ara vererek takıma döndü. Özellikle sakatlıktan çok çeken Fergie, eski öğrencisini tekrar takıma çağırdı. İşin ilginç tarafı yaz tatilinde bile 5-6 kilo alan oyuncuları görürken, İngiliz oyuncunun geçen 6-7 aya rağmen hala fit oluşu ve eski formundan çok uzak olmayışı. Buna disiplin adını vermek istemiyorum, bu bambaşka bir şey olsa gerek. Paul’un gelişi özellikle orta sahada rotasyona ihtiyacı olan Manchester için bulunmaz fırsat. Diğer taraftan takıma katılan ikinci oyuncu genç bir isim. Man City forması giyen Frederic Veseli, artık kırmızı forma giyecek. Sir Alex’in isteği üzerine alındığını duyunca insan acaba demeden geçemiyor. Devre arası takımdan ayrılan isim sayısı ise 9. Bunların da çoğu kiralık olarak gitti. Hannover’a kiralanan Mame Biram Diouf, sezon sonuna kadar Hull City’e giden Joshua King, QPR’ın kiraladığı Macheda ManU’nun önümüzdeki yıllarda faydalanacağı isimler. Gibson ise artık Everton forması giyecek. Eski Manchester’lının lig maçında Everton formasıyla City’e gol atması ve maçı Everton’ın 1-0 kazanması enteresan oldu. Gibson, ManU formasıyla veremediğini gittikten sonra verdi.
TOTTENHAM HOTSPURS Şampiyonluk yolunda Manchester ekiplerinin gerisinde kalsa da, şampiyonluğa diğer takımlardan daha yakın olan Tottenham da devre arası transferinde Manchester ekiplerine benzer bir strateji izledi. Londra ekibi kadrosuna 3 oyuncu kattı. Juve’nin genç İspanyolu Yago Falque satın alındı ve Southampton’a kiralandı. Zaten transfer bu yıldan çok geleceğe yatırımdı. Diğer iki isim daha tecrübeli. Blackburn’de bu sezon kadroya giremeyen savunmacı Ryan Nelsen ve Everton’un golden uzak forveti Louis Saha artık Spurs forması giyecek. Giden oyuncu listesi ise oldukça kabarık. Kadroya giremeyen genç oyuncuların yanı sıra, bu sezon kadrodaki yerini kaybeden görece tecrübeli isimler de kiralandı ya da satıldı. Bassong Wolves’a, Galatasaray’ın da gündemine gelen Corluka Leverkusen’e, Pienaar Everton’a kiralandı. Rus golcü(!) Pavlyuchenko ise sonunda evine döndü. Rus oyuncu artık Lokomotif Moskova forması giyecek. Harry Redknapp ilk 11’i etkileyecek transfer yapmadı. Rotasyona girebilecek birkaç oyuncuyu kiralarken, iki de oyuncu kattı takıma.
CHELSEA Geçelim artık hedefi Şampiyonlar Ligi’ne katılmak olanlara. Şampiyonluk yolundakilerden çok bu takımlar için transfer önemliydi. Zirvedeki üç için de önemliydi transfer ancak bir kademe alttaki takımlar bazı bölgelerde çok ciddi problem yaşıyordu ve toparlanmak için bir değişime ihtiyaç vardı. Chelsea’den başlayalım. David Luiz olmadı. Portekiz’de iyi performans sergilemişti ancak geçen sene de soru işaretleri bırakıyordu. Bu sene Villas Boas ile toparlanır mı dedik ama olmadı. Portekizli hoca da ona derman olamadı, o da Chelsea savunmasına. Boas’ın ilk aldığı oyuncu Gary Cahill oldu. Çok da para vermediler aslında 7 milyon Pound’a iş bitti. Cahill orayı biraz olsun toparlar. Cahill dışında iki genç oyuncu takviyesi yapan Londra ekibi Kevin de Bruyne ve Patrick Bamford’u renklerine kattı. İngilizler genç oyuncu takviyesini ihmal etmez. Giden listesi ise Spurs örneğinde olduğu gibi kalabalık. Savunmada artık iyice gözden düşen Alex, yeni takım kuran PSG’ye gitti. Bonservis ise 5 milyon € civarındaydı. Daha önce Shanghai Shenhua ile anlaşan Anelka da resmi olarak kulüpten ayrıldı. Bunun dışında aralarında Kakuta, van Aanholt gibi isimlerin de olduğu 9 genç kiralandı. Savunma takviyesi Chelsea için önemli bir adımdı ancak hala forvette ihtiyaç var. Mourinho’nun bıraktığı takım, bir kademe üste çıkarılamadığı gibi sürekli cepten yedi. O takım artık yaşlı ve yerleri doldurulacak oyuncular takviye edilemedi ya da gelen gideni arattı.
LIVERPOOL Liverpool ise rakiplerinin aksine ilk 11'de mücadele edebilecek tek oyuncu dahi almadı. Jordan Ibe ve Joao Teixeira gibi genç oyuncuları kadrosuna katarken, reserve takımın kalecisi Hansen ile yolları ayırdı ve Wilson'ı kiraladı. Aslında Kırmızılar'ın transfere ihtiyacı vardı. Özellikle Lucas'ın ilk yarının ortalarında sakatlanması o bölgeyi çok zayıflatmıştı. Şu anda o bölgede oynayacak oyuncusu yok. En azından içine sinerek koyabileceğin oyuncu yok. Ancak Kenny Dalglish bu bölgeye transferi gerek görmedi. Diğer taraftan forvet de zayıf. Luis Suarez eyvallah ama Carroll'un formsuzluğu uzarsa sıkıntı büyür. Savunmada da opsiyon çok az. Kısacası şampiyonluk için elden geçmesi gereken bir ekip ama devre arası transfere gerek görülmedi. Liverpool ikinci yarıya UCL hedefiyle çıkacak.
ARSENAL Arsenal de transfere çok fazla ilgi göstermeyen ekiplerden. Henry'nin kiralanması psikolojik açıdan önemli olsa da 2 ayda ne verebileceği şüpheli -ki 2 ayda göz açıp kapayıncaya kadar geçti-. Wenger'in diğer transferi ise 19'luk Eisfeld. Dortmund'un genç oyuncusu artık Gunners. Geleceğe yatırım diyemeyeceğim Wenger yarın 11'de çıkarabilir. Takımdan ayrılan oyuncu sayısı ise oldukça fazla. Frimpong, Hoyte, Miyaichi gibi oyuncuların da aralarında bulunduğu 8 oyuncu kiralandı. RVP durmazsa Şampiyonlar Ligi yolunda şansları devam eder ama Hollandalı sakatlanırsa, Wenger üzerine bir bardak su içer.
NEWCASTLE UNITED Büyüklerin arasında görmeye başladığımız Newcastle United da transferin sessiz ekiplerinden. Siyah Beyazlılar EPL'nin en akılcı transferini yapan takımlardan biri. Bu devre arasında Papiss Cisse Newcastle'lı oldu. Sene başında aldıkları Demba Ba'dan büyük verim alan Newcastle ekibi, Ba'nın milli takımdaki partneri ile de anlaştı. Gidenler arasında ise tanıdık bir isim var. Zamanında Leeds United'ın efsane kadrosunun golcüsüydü ama kariyerinin ilerleyen bölümlerinde daha geride oynamaya başladı. Alan Smith MK Dons takımına kiralandı. Smith, hakkında çok şey yazılabilecek bir oyuncu. İlerleyen haftalarda onun hakkında da bir yazı yazmayı düşünüyorum.
EVERTON Everton transferin hızlı takımlarından. Belki 4 oyuncu kattı kadrosuna ama hepsi de ilk 11'i zorlayabilecek isimler. Donovan tekrar Everton forması giyecek. Benzer şekilde Pienaar da formasına tekrar kavuşacak. Diğer iki transferi ise Jelavic ve Gibson. Everton için olumlu transferler. Moyes takımı daha yukarıya taşımalı. Beklenti o yönde. Diniyar Bilyaletdinov ve Louis Saha da takımdan ayrılan isimler. Rus oyuncu bekleneni veremedi ve sonunda takımdan ayrıldı. Tim Cahill de form tutarsa daha eli yüzü düzgün bir kadroyla tekrar eski günlerine dönebilirler.
ASTON VILLA Aston Villa düşüşte. Kadro kalitesi biraz olsun düştü. Bugün üst sıralar için daha kaliteli oyunculara ve daha da önemlisi iyi bir teknik direktöre ihtiyaçları var. McLeish için çok iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Robbie Keane'in gelişi hücum hattında Villa'yı bir adım yukarı çıkaracaktır. Kısa bir süreliğine tabi. McLeish'in istediği Enda Stevens'ın ise ne verebileceğini tahmin edemiyorum. Villa diğer taraftan Delfouneso, Delph gibi gelecekte büyük beklentileri olan oyuncuları kiraladı.
BLACKBURN ROVERS Blackburn Rovers. Durumları Aston Villa'dan da kötü. Düşme hattındalar. Takımın ciddi eksikleri var. Hemen hemen her bölgede oyuncuya ihtiyaçları var. Hatta oyuncu kalitesi diğerlerinin çok üzerinde olmak zorunda zira Steve Kean gibi biri var kenarda. Kadroya iyi takviye yaptılar. Yeter mi? Yetmez ama daha iyi. Modeste kiralandı, Olsson'a ikinci bir Olsson eklendi. QPR'ın savunmacısı Orr ve genç Payne kadroya katıldı. Gidenler de kâğıt üzerinde fena sayılmaz aslında. Keith Andrews, Ryan Nelsen ve ülkemize bir türlü getirilemeyen Jason Roberts. Rovers taraftarına şimdiden sabır diliyorum.
BOLTON WANDERERS Ligde kötü günler geçiren bir başka EPL ekibi ise Bolton. Kiraladıkları Boyata iş yapabilir. Miyaichi'den beklentim yok. Ream belki, Sordell yarının transferi. Gidenlerden Cahill özlenir, aranır. Owen Coyle da muhtemelen satmak istememiştir ama bazen oyuncuları tutamazsınız. Chelsea istiyorsa ve devre arasıysa yapacak birşey yok. Bu arada EPL'ye kar geldi. Owen Coyle maçlara hala o şortla çıkarsa üşür.
FULHAM EPL'ye yakışan bir başka takım Fulham. Fulham artık bu ligin daimi takımları arasında diyebilirim. Genç oyuncular Grimmer, Christensen ve Ryan Willams'ı bir kenara bırakırsan Pegrobnyak transferi için büyük bir alkışı hak ettiler. Martin Jol'un Almanya'dan tanıdığı Rus golcü iş yapabilir. Giden oyuncu ise forvet hattından. Bobby Zamora bir başka EPL ekibi QPR forması giyecek. Fulham zaten belli bir standardı olan takım ve bu transfer dönemi onları olumsuz etkilemez, Rus golcünün performansı ise katkı sağlayabilir.
QUEENS PARK RANGERS Ve transferin en hareketli takımı: QPR. İlk 11'de mücadele edebilecek potansiyelde ciddi transferlere imza attılar. Djibril Cisse en büyük bombasıydı. 5 milyon € karşılığında Fransız golcüyü tekrar İngiltere'ye getirdiler. Forvete bir diğer transfer ise az önce bahsettiğim Zamora. Hatta bu ikisi de yetmemiş gibi Macheda'yı da kiraladılar. Maşallah diyerek savunmaya dönüyoruz. Taye Taiwo. Milan'ın sezon başında transfer ettiği Taiwo, ligin ikinci yarısında QPR forması giyecek. Milan'ın Taiwo'yu kiralaması da ilginç tabi. Son iki transferi ise City'de forma şansı bulamayan Denum Onuoha ve kiralanan Samba Diakite. Uyum sorunu çekmezse sağlam transferlerle daha iyi bir QPR izleyeceğimizi düşünüyorum.
SUNDERLAND Sunderland, Martin O'Neil’in gelişiyle muazzam bir seri yakaladı. Hatta O'Neil geldiğinden beri ligin en çok puan toplayan takımı Sunderland. Zaten bu adamın herhangi bir takım tarafından alınmamasına şaşırmak lazım. EPL'nin en iyi hocalarından biridir. Wayne Bridge ve Sotiris Krygiakos transferlerine kötü demek mümkün değil. Bridge eski Bridge değil ama yine de Sunderland'de oynayabilecek kapasitede. Yunan savunmacı ise bu ayarda bir takım için iyi bir alternatif. Black Cats'in yükselişi devam edecektir.
NORWICH – STOKE CITY- SWANSEA – WIGAN – WBA Norwich'in transferlerinden biri üzmedi değil. Leeds United'ın kaptanı Jonny Howson, Kanaryalarla anlaştı. Norwich'e katkı vereceğini düşünüyorum. Howson dışında Norwich'in bu transfer sezonundan bir fayda sağladığını düşünmüyorum. Beni en az uğraştıran ise sağolsun Stoke City oldu. Transfer yapmadılar, kafaları rahat. Genç oyuncuları ise kiraladılar. Swansea ise iyi işleri devam ettirecek gibi görünüyor. Sigurdsson'u kiralamaları müthiş bir iş. İkinci yarıda müthiş bir oyuncu izleme fırsatı bulacağız. Wrexham'dan alınan genç oyuncu Curtis Obeng için de iyi şeyler okudum. Man City Akademisinden yetişen bek izlenmesi gerekenler arasında. WBA'ın Ridgwell transferi de ciddiye alınabilecek bir başka transfer. Birmingham'ın başarılı savunmacısını renklerine kattılar. Wigan'ın Beausejour transferi ile Wolves'un Bassong transferi de fayda sağlar.
Ligin ikinci yarısında izlemeyi en çok arzuladığım isimler ise Robbie Keane, Gary Cahill, Papiss Cisse, Djibril Cisse, Taye Taiwo ve Gylfi Sigurdsson. Gözleriniz üzerlerinde olsun. Özellikle Papiss Cisse ve Sigurdsson'u iyi takip edin.
Michael J Fox parkinson olduğunu açıkladığında ben de diğer birçok hayranı gibi şok olmuştum. Üstelik bunu 7 yıl gibi uzun bir süre herkesten saklaması şoku bir derece daha arttırıyordu. Geleceğe dönüş serisini anlatmaya gerek yok. Tam bir klasik ve ne kadar izlenirse izlensin tekrar izlenebilen filmlerdendir.
Kitaba gelirsek, okuduğum en güzel otobiyografi diyebilirim kesinlikle.Çocukluğu, Hollywood dünyasının tüm yönleri, ailesi, parkinson olduğu zamanı ve buna rağmen hayata nasıl tutunuşunun tasviri çok etkileyici. Zaman zaman çok eğlendirip güldüren ama zaman zaman da oldukça hüzünlendiren bir kitap.
Kitap ile ilgili çok şey anlatmak istemiyorum zira okuyup görmeniz çok daha iyi. Ancak birşeyden bahsetmek istiyorum; Bilenler vardır tabi ama Michael J Fox'daki j harfini sonradan kendisinin eklemesi. Nedeni ise oyuncular birliğinin iki aynı üye adını kabul etmemesi. Daha önceden Michael Fox diye bir oyuncu kayıt yaptırmış olduğu için isminde bir değişiklik yapmak zorunda kalmış.J harfini seçmesinin nedeni ise Bonnie ve Clyde'da saf suç ortağı rolünü oynayan Michael J Pollard'ın en sevdiği oyunculardan biri olmasıymış.
.
Luis Suarez & Evra olayının üzerinden neredeyse bir hafta geçti. Hatırlayacağınız gibi Suarez, ırkçı söylemler sebebiyle ceza almıştı. Cezasının bittiği 2. maçta da Evra ile rakipti ve maç öncesi Fransız oyuncunun elini sıkmadan geçtiği için yine tepki toplamıştı. Sadece Man Utd taraftarı değil, bir çok futbol otoritesi Suarez'in hareketini yanlış bulmuştu.
Bu diyarlarda da uzun süre izlediğimiz Lugano vatandaşına sahip çıkmış. Lugano'dan farklı bir şey beklenir miydi? Hayır. "Demokrasi var, Suarez ister elini sıkar, ister sıkmaz" demiş. Zeki işte. Devamı da şöyle: "Aylarca futboldan uzak kaldı. İngiltere tarihsel olarak kolonik bir ülke ve ırkçılık konusu orada hassas. Fakat Evra ile Suarez arasındaki olay için yapacak bi şey yok."
Lugano'dan aklı başında şeyler beklemediğim için şaşırmadım. Milliyetçiliği, ırkçılığın önüne geçmiş görünüyor.
Aston Villa eski görüntüsünden uzak. Hatta çok uzak. Birmingham ekibi futbol kalitesi olarak geçmişi aratmıyor dersek yalan olur. Bunda Alex McLeish'in de etkisinin olduğunu söylemek gerekir. 4 yıllık Martin O'Neill döneminde başarıyı yakalayan Villa, Houllier ile istediğini bulamadı ve şimdi de McLeish ile tatsız.
Özellikle son maçta City karşısındaki ezik futbolu büyük eleştiri aldı. Sahaya çıkan kadro çok savunmacı olmasa da takım oyunu sürekli geride kabul etti. City karşısında cesur oynamak kolay değil ama küme düşmüş takım görüntüsü de Aston Villa'ya yakışmadı.
İngilizler geyiğini yapmışlar. McLeish'in oyun planı var fotoğrafta. Bent ilerde, gerisi geride.
Almaya 2012 Avrupa şampiyonası formalarını açıkladı. Elbette Adidas giyiyorlar. Zaten Dünya üzerinde Adidas ambleminin en çok yakıştığı forma da Almanya forması. Ayrıca formaları da en iyi milli takım formalarından biri.
Almanlar bu kez biraz stil değiştirmiş görünüyorlar. Bilindik çizgilerinni dışına çıkmışlar. Forma, Almanya bayrağının içerdiği reknlerin aksine yeşil. Bir efsaneye göre bu yeşili İrlanda'dan aldıkları söyleniyor. Hikaye de şöyle. 2. Dünya avaşı sonunda Almanya ilk maçını İrlanda ile yapıyor ve İrlandalıların rengini alıyor.
Tabi bu sadece bir efsane. Oysa resmi kayılat böyle demiyor. Bir kere hikayenin başında yer alan 2. Dünya savaşı sonrası ilk maçını İrlanda ile yapıyor kısmı doğru değil. Almanlar ilk maçlarını İsviçre ile yapıyor. Dolayısıyla yeşil forma kısmı bir hikayeden ibaret. Peki nereden çıktı bu yeşil? Almanların geçmişte de yeşil forma ile mücadele ettiği biliniyor. Almanya Futbol Federasyonunun logosu da yeşil zaten.
Dolayısıyla her ne kadar benzese de İrlanda ile alakası yok. Diğer taraftan forma çok hoş. Hatta çok hoştan da fazla övgü hakediyor.
İlk yarıda Liverpool - Man Utd maçında Evra'ya ırkçı söylemlerde bulunan Suarez ırkçılıkla cezalandırılmış ve uzun süre sahalardan uzak kalmıştı. Suarez'in cezası bir önceki maç bitmişti ve 2. maç yine bir Man Utd maçıydı. Dün oynanan maçta maçın skorundan çok Suarez ve Evra merak ediliyordu.
Daha maç başlamadan malzeme çıkmaya başlamıştı. Seremoni sonrası Suarez, Evra'nın elini sıkmak istemedi ve elini uzatmadı. Ardından Evra buna tepki verdi. Suarez, De Gea'nın elini sıktıktan sonra elini Rio'ya uzattı ancak bu sefer de Rio, Evra'nın elini sıkmayan Suarez'e elini uzatmadı. Ve son olarak maç sonrası Evra'nın gereksiz sevinç gösterileri.
Maç öncesinden başlayalım. Öncelikle Suarez'in, neden Evra'nın elini sıkmak istemediğini anlamıyorum. Bu hareketiyle hangi mesaj vermek istemiş olabilir. Evra, elini sıkmayı reddetse "ben ırkçı birine elimi uzatmam" mesajını verebilirdi ancak durum tam tersi. Acaba Suarez "Ben tam ırkçıyım, siyah biriyle el sıkışmam" mı demek istedi? ya da "Beni ispiyonladın" mı demek istedi? Olayı Suarez kabul etmemiş olsa, Uruguaylı, Fransız oyuncunun yalan söylediğini düşündüğü için elini uzatmadı diyeceğim ama öyle de değil. Suarez, o sözleri söylediğini kabul etmişti. Suarez'in mantığının nasıl çalıştığını bilmiyorum. Bu olayda da çözemedim açıkçası. Diğer taraftan Evra'nın tepkisini de çok anlamlı bulmuyorum. Elini sıkmadı mı? Bırak ne hali varsa görsün. Evra biraz yaşının da verdiği olgunlukla "el sıkışmak gerekir" düşüncesindeydi. Ben olsam tepki göstermezdim.
Suarez'e tokat vuracak kişi 3. sıradaki Rio Ferdinand'dı. Ferdinand, ani bür refleksle 1 saniyede karar verdi ve elini uzatmadı. Rio için bu olay çok da sıradan değil. Evra yıllardır beraber oynadığı bir arkadaşı, İngiltere ne yazık ki bu tip olayların çok yaşandığı bir ülke ve benzer olaylara Ferdinand da çok kez şahit olmuştur ve son olarak kardeşi Anton da çok uzak sayılmayacak bir zamanda benzer bir olay yaşadı. Tüm bunları düşününce Rio'nun tepkisini çok iyi anlıyorum. "Adamsın Rio".
Ve maç sonu. Evrasevinci abartıp Surez'in önünden geçiyor. Bile bile önünden geçiyor. Bir süre de o civarlarda dolanıyor. Suarez tepki göstermiyor ve soyunma odasına doğru ilerliyor. Önce hakem, sonra Reina geliyor. Evra'ya tepki gösteriyor. Suarez bu aşamada beni şaşırttı doğrusu. Ben Evra'ya vurmasını beklerdim. Bir iki de ırkçı küfür savurmasını. Evra ise o olgunluktan 10 yaşındaki çocuğa döndü.
Maç sonrası Kenny Dalglish "Aa öyle mi oldu, görmedim" ayaklarındaydı. Sir Alex ise sertti. "Liverpool, onu bir daha oynatmamalı" dedi.
Benim birçok Liverpool'lu arkadaşım Suarez'den nefret ediyor. Ben de olsam ben de nefret ederdim. Liverpool gibi işçi sınıfı, liman takımı söylemleri olan bir kulübün ırkçılığı bu kadar bariz yapan birini -ki bu adam saha içinde de oldukça karaktersiz- oynatması kulübün kimyasıyla uyuşmuyor. İyi futbolcu mu? Evet iyi futbolcu. Ancak iyi futbolcu olmak yetmiyor bazen.
Fabio Capello, İngiltere milli takımından ayrıldı. Rota Inter olacak diyorlar. Aslında Inter dedikodusundan önce söylenmesi gereken şeyler var. Bunu bir başka yazıya bırakacağım. Şimdi yerine düşünülen en büyük aday Harry Redknapp. Hatta çoğu milli futbolcular bile açık açık Redknapp'ı istediklerini söylüyor artık.
Söz konusu Redknapp olunca İngilizler geyik yapmadan edemezler. Harry'nin yazı konusundaki sıkıntısı iyi malzeme oluyor. Redknapp'tan federasyona açık mektup.
Perşembe saat 18.00, hava -3 derece, zemin yer yer balçık. Saha ve hava koşulları futbol oynamak için oldukça elverişsizdi. Merak ediyorum biz bu ligi neden oynatıyoruz? Neden o adamlar sahada bu soğukta, yüksek sakatlanma riski altında oynuyorlar? "Dünya para kazanıyorlar, oynayacaklar tabi" mi diyeceksiniz? Derim, ben de derim ama sorunun cevabı için bu argüman yeterli değil. Sahadaki oyuncuyu geçtim, kenarda kim var? Statta kaç kişi vardı mesela? Net rakamı bilmiyorum, yaklaşık rakamı da bilmiyorum. Neden bilmiyorum? Çünkü sahanın en iyi savunma oyuncusunu taraftara seçtiren LigTV bunu seyirciyle paylaşmıyor. Neyse bu da başka konu. Tribünleri, görebildiğim kadarıyla doluydu demek iddialı olur. Dolu falan değildi. Kızmam da. Bu soğukta maça gitmeyene tek kelime etmem. Bu zeminde maç izlemek istemeyene saygı duyarım.
Berbat şartlar altında bize maç izletiyorlar. Yani işin seyirci boyutunu geçiyorum. Şov tarafını sil at. Bu maç sadece puan tablosunda iki takım eksik maçlı kalmasın diye oynatıldı. Bu şartlarda oynatılan ilk maç da değil üstelik. Avrupa'nın 6. ligi olduğunu iddia ettiğimiz ligin yöneticileri seyir zevkini umursamıyor. Söyleyecek sözüm yok.
Spiker ilk yarıda 3 kere "Zeminin azizliğine uğradı" dedi. Zemin bu kadar azizliğe uğratıyorsa sıkıntı büyük demektir. Ha bir de seken topun hız kazanması var ki, diyen herkes ortaokul fizik terk...
Gelelim maça. İki takım da iyi mücadele etti demekten başka birşey duymazsınız, emin olun. Çünkü bu şartlarda "zemine ve rakibe karşı" iyi mücadele edilebilir en fazla. Calvalhal'in çıkardığı kadro büyük ölçüde doğruydu. Kalede Cenk, stoperlerde Sivok ve Egemen, bekler Toraman ve Tanju. Veli, Necip, Ernst, Fernandes, Holosko ve Pektemek. Toraman'a bir soru işareti koy. Holosko'ya da yarım soru işareti koy. Gerisi tamamdır benim için. Minimum Portekizli -ki oynaması gereken tek adam sahadaydı- ile ve olabildiğince Alman ile oynamak en doğrusuydu. Lig maçının doğru kadrosu bence budur.
Beşiktaş maça iyi de başladı. Pektemek oynatıldığında daha da iyi olacak. Bugün de sahanın en iyisiydi. Maçın başında Holosko'ya indirdi önce, sonrasında da Veli'ye müthiş bir pas çıkardı. Gol gelmeyince hanesine asist yazamadık o ayrı. Ama kenara da not ettik. İlk Sivas yarı sahasında geçti. Gole kadar da bir kez çizgiden çıktı top, bir kez de girmesine ramak kaldı. Eminim her Beşiktaşlı , "İnşallah bunları aramayız" demiştir. Aradık.
Gol bu sene ilk kez karşılaşmadığımız cinsten. Fernandes ortası, Sivok kafası. İlk yarı böyle bitti. İkinci yarı roller biraz değişti. İlk yarıda yarı sahayı geçmekte zorlanan Sivas, ikinci yarıda daha fazla geliyordu. Grosicki'nin şutunu Cenk iyi çıkardı. Ceza sahası içine düşen topu Rajnoch kaleye gönderemedi. 64'te Sivas bunu kaçırdı ama gol 84'te geldi. Erman Kılıç'ın sert ve düzgün şutu skoru 1-1'e getirdi. Golde Cenk'i suçlamıyorum. Kısa kaleci öyle goller yiyebilir. Daha uzun olsaydı demek de realist bir istek olmasa gerek.
Beşiktaş ikinci yarının ikinci bölümünde hepten geriye yaslandı. Peki neden? Futbolcu psikolojisi. Evet olabilir ama bunu engellemesi için kenarda biri var. Carvalhal bunu engelleyebilirdi. Gerekirse oyuncu değişiklikleriyle. Oyuncu değişiklikleri de yaptı ama savunma iyice yaslansın diye yaptı sanki. Dakika 73'te Holosko çıktı Ekrem girdi. Yani Pektemek'i orda yalnız bırakırken, takımı da iyice geriye çekiyorsun. Diğer taraftan skoru etkilediğini iddia etmediğim ama yanlış olduğunu düşündüğüm iki değişiklik. Veli çıktı Ersan girdi. Necip çıktı Mehmet Akyüz girdi. Ersan sakatlıktan yeni dönmüş bir adam ve Sivas'ın iğrenç saha şartlarında sahaya sürüyorsun. Diğer taraftan Mehmet Akyüz bu takımda hiç olmaması gereken bir adam.
Carvalhal'e kin kusmak yersiz. Bugün gitsin diyen yarın bana istikrardan bahsetmesin. Şampiyonluk bekleyen taraftar için tutunulacak tek dal ise Play off.
Fernandes soyunma odasının kapısını tekmelediği için cezasının iki maça çıkması, Mersin İdman Yurdu maçında giden 3 puanın yanında Hilbert ve İsmail'in de gitmesi. Onlar da yetmiyormuş gibi Quaresma'nın kendine yakışır kırmızı kartı... Beşiktaş cephesinden derbi bunlarla başladı. Beşiktaş sahaya Cenk-Tanju-Sivok-Egemen-Ersan-Toraman-Veli-Ernst-Simao-Holosko-Pektemek onbiriyle çıktı. Diğer taraftan Fenerbahçe ideal 11'i ile sahadaydı. Hatta yeni gelen Sow da ilk 11'de başladı maça.
Tüm eksiklere rağmen hava Beşiktaş havasıydı. Fenerbahçe'nin kazanması benim için sürpriz oldu. Eğer tam kadro çıksaydık kazanma umudum olmazdı ama bu kadroyla vardı. Çünkü bu kadro Beşiktaş kadrosuydu, o değil...
Fenerbahçe topa sahip olan taraftı ama pozisyonları Beşiktaş buluyordu. Holosko ile çok iyi iki tane kontra yakaladı Beşiktaş ancak Holosko topu iyi değerlendiremedi. Aslında pozisyonlar çok da zor değildi. Hatta kısmen zor kısmını başarı ile tamamlamıştı Slovak oyuncu. Ancak son pası oldukça kötü verdi ve pozisyon harcandı. Fenerbahçe'nin en büyük tehdidi Stoch ise etkiliydi. Fenerbahçe özellikle ilk yarıda Stoch ile hücum ediyordu, Stoch da vatandaşının aksine iyi iş çıkarıyordu. Karşısındaki Tanju'yu ilk yarıda çok rahat geçti.
Ancak gol Stoch'lu bir organizasyondan gelmedi. Alex'in kullandığı korner vuruşunda altı pas içinde boş kalan Yobo topu ağlara gönderdi. Sivok kademe hatası yapmıştı. İlk yarının geri kalanında da Fenerbahçe topa daha fazla sahip olan takımdı. Sağ kanadı nerdeyse hiç kullanmazken soldan geliyordu. Alex durgundu, Stoch hareketliydi, Emre her zamanki gibi pislikti, Sow topla dahi buluşamıyordu, Yobo harikaydı. Beşiktaş ise tek umudunu kontralara bağlamıştı. İyi çıktığı bir iki pozisyonda da savunmaya takıldı. Belki en kritik eşleşme görünen Toraman-Alex eşleşmesinde de Toraman galipti.
İkinci yarı bambaşka bir Beşiktaş izledik. Beşiktaş'ın etkili olmasını Emre-Selçuk değişikliğine bağlayanlardan değilim. Emre'nin sahada futbol namına rolü yoktu. Ona buna dalaşıyor, kendisine faul yapıldığında köpürüyor, kendisi yaptığında da hiç oralı dahi olmuyordu. Türk futbolunun çirkin ismi hala iş başındaydı. Emre'den kurtulup maça tekrar döneyim. Maçın kırılma anı 62. dakikada yaşandı. Beşiktaş2ın Fenerbahçe kalesini ablukaya aldığı dakikalarda Pektemek arayı çok iyi gördü kaleciyle karşı karşıya kalan Ernst'ti ancak Alman oyuncu topu auta attı. Roller değişmiş olsaydı Pektemek'in güzel golünden bahsediyor olabilirdik. Bu pozisyon Kartal'ı daha da canlandırdı. Maç tek kaleye dönmüştü. Stoch ise Tanju engeline takılmıştı. Genç Tanju 2. yarıda Stoch'a müthiş bir üstünlük kurdu. İlk yarıdaki Slovak gitmişti. Tanju çoğu pozisyondan galip ayrılandı. Gol yakındı. Gelecekti. Aykut Kocaman hiç birşey yapmıyordu. Oyuna tek müdahalesi dahi yoktu. Sadece izliyordu. Onun yapamadığını Carvalhal yaptı. Tanju Ekrem değişikliği. Eğer yorgunluk ya da sakatlık yoksa çok anlamsız bir değişiklikti.
Ernst'in gelişine vuruşu ise maçın ikinci kırılma anıydı. Alman oyuncunun sert şutu direkten dışarı çıktı. O maç ikinci kez kırılmıyordu. Son 15 dakikaya girilirken Portekizli hoca tüm kozlarını sürdü sahaya Necip ve Edu sahadaydı. Kocaman ise Alex'i oyundan alıyordu, yerine Caner giriyordu.
Beşiktaş'ın gol çabaları sonuçsuz kaldı. Son dakikada Stoch ile gelişen Fenerbahçe akınında, Caner'in harika pasında Sow boş kaleye topu yuvarladı. Tek maçla oyuncu değerlendirilmez. Üstelik iyi referansları olan bir oyuncu. Ancak topu kontrol edişi, ofsayttan kaçışı çok iyiydi demek de anlamsız. Boş kaleye atarken de kontrol et bir zahmet. O pozisyonda ofsayta takılmış olsaydı da devlet nişanı verilirdi zaten.
Beşiktaş 2 haftadır ilk kez mutlu etti. Evet kaybettik ama mutlu etti. Çünkü mücadele etti takım. Kazanmak istedi. Ernst maç sonunda kaçırdığım gol yüzünden uyuyamayacağım bu gece dedi. Sonra biz neden seviyoruz bu adamı. Neden sevmeyelim? O sevmediklerimiz böyle mi düşünüyor? Onlar da böyle düşünmüş olsaydı keşke.
Ernst'in dediği gibi "Beşiktaş mücadeledir". Beşiktaş bugün kazanmak istedi. Fenerbahçe iyi savunma yaptı yemedi, Beşiktaş kazanamadı. Umrumda değil. Ben biliyorum ki Veli, Ernst, Pektemek, Sivok, Egemen, Tanju ve diğerleri o formayı sırılsıklam etti. Benim istediğim kupa falan değil, tam da bu işte...
Son olarak tribünler. Her tarafı telle çevrili tribüne biber gazı sıkılıyor. Anlamak mümkün değil. Çok yazık. Hepsine helal olsun...
Eto'o bitmiş diyolaa... Juninho Aslan'a mesaj yolladı... Maicon Kartal oluyor... Trabzon aradığı golcüyü buldu: Doumbia... Bu haberlere çok rastladık. Hatta ben bir ara staja giderken her sabah Fotospor alırdım. Dünya'nın en geyik hikayeleri orada oluyordu. Fenerbahçe için aynı sayfada 5 tane hoca adayı sunup en altta köşede "Şu olmazsa bu gelecek, o da olmazsa öbürü, eşini ikna edemezse diğeri, hiç biri gelmezse de Zico plase" haberi yapıp sonra Zico geldiğinde manşetten "Biz demiştik" diyen gazete işte. Hatta Galatasaray için aynı sayfada 9 tane yabancı oyuncu yazdıklarını da iyi hatırlarım. Yabancı sınırı 6'ydı o zamanlar...
Fotospor hikayem bol. Sırf onun için bir yazı dizisi bile yazabilirim. Dünyaca ünlü yıldızları her gün getirirlerdi. Fenerbahçe için adını hatırlamadığım ama Hüseyin Çimşir'den hallice birini yazıyorlardı. O olmazsa Lass Diarra cepte yazmışlardı. Ulan cepteki Lass'sa o gelsin. O nasıl cep. Üstelik ceptekinin, cepte olmayandan çok daha iyi olması da enteresan olmuş tabi.
Bir başka hikayede Şilili Lucero. Bu kim demeyin bilmiyorum. Hatta o zaman FM'yi açıp bakmıştım bu kim diye; çünkü interenette bulamamıştım böyle birini. İşin garip yanı FM'de de bulamamıştım. Sonra Güney Amerika database'ini large açıp incelemiştim. Bir tane Lucero bulmuştum özellikleri tutan. Bu Lucero'yu o zamanlar forvet arayışı olan Galatasaray için yazmışlardı. Özelliği de solak olmasıydı. O dönem gazete çalışanları Galatasaray'ın sol ayaklı bir forvete ihtiyacı olduğunu düşünüyorlardı. Onları bu düşünceye sevk eden neydi bilmiyorum ama bunu bir kaç gün üst üste söylediklerini hatırlıyorum. Lucero için "sağ ayağı raket, sol ayağı roket" tabiri kullanmışlardı. Foto moto yoktu sanırım. Muhtemelen bulamamışlardır. Peki bu adamı nerden buldular. Tahminim çalışanlardan biri FM oynarken denk geldi. Adam da golcü falan çıktı heralde oyunda.
Son hikayemi anlatıp konuya geçiyorum. Matias Delgado Beşiktaş'a gelmişti. Delgado için "Süper solak" diyorlardı. Adamın ilk maçını izliyoruz arkadaşla. Frikik oldu. Delgado topun başına geçti ve sağ ayağıyla kesti topu. 10 numara adam ya, salla anasını satayım.
Gelelim konuya. İngilizler bu palavracıları afişe etmiş. Kim ne kadar tutturmuş, kim yalancı açıklamışlar. Durum içler acısı. Gaazetelerden sayı olarak en fazla tutturan "The Mirror" ama o da sürümden kazanmış. Oran düşük %12,68. Yüzde olarak en fazla tutturan da "Telegraph". %40 fena bir oran değil. Metro başta olmak üzere -ki 30'u aşkın deneme var- The People, Independent ve Daily Record sıfır çekmiş. Kendilerini tebrik ediyorum. Güvenilir gazete Guardian da üçte birini tuttrabilmiş.
Web sitelerinin hali içler acısı. Tabi sitede sallama daha kolay. Sky Sports tutturmayı başaran tek yayın organı. Diğerleri sıfır çekmiş. Bunun dışında tutturan site vardır heralde. Temennim o yönde yani.
Bu devre arasında en fazla Tevez ile ilgili haber çıkmış. Arjantinli için 17 farklı senaryo yazılmış. Senarist çokmuş. Ravel Morrison için ise 5 farklı kulübü denemişler. QPR da takımlar bazında lider. 26 futbolcunun adı geçmiş. Para harcayacakları belliydi, lider olması şaşırtıcı değil. Bir de artık City için herkesi yazamıyorlar. Adamlar daha seçici olmaya başladı. QPR için kimi yazsan yedirirsin. Talk Sport da 37 hikaye yazıp sıfır çekerek kendi dalında lider olmuş.
Beşiktaş, yıllar sonra evinde Mersin İdman Yurdu'na kaybetti. Keşke Beşiktaş'ın tek problemi bu olsaydı.
Bugünkü maç hakkında ne yazılır bilemedim. Sahada futbol adına tek şey yoktu. Sakatlanan iki bek, üstelik biri Hilbert. Gole uzak hücum hattı ve isteksiz takım. Edu ve Almeida sahada gole en uzak iki kişiydi.Hatta bu maç bir bakıma Almeida & Sehiç maçıydı. Sehiç golü çok arzulamasına rağmen Almeida bir türlü beceremedi. Edu da farksızdı. Simao bu yıl oldukça formsuz. Zaten başka da hücum oyuncusu yok.
Maç 0-0 bitebilirdi tabi Toraman olmasa. Toraman'ın oynadığı maçlarda rakipler gol sıkıntısı çekmiyor çok şükür. Bu maçta da Mersin İdman Yurdu beklemediği golü buldu. Nurullah Sağlam, 1 puan için gelmişti ve 2 puan daha attı cebe.
Ernst, Veli ve Necip üçlüsü ortasahada iyi ama üretken değil. Fernandes lazım bu takıma. Çünkü alternatifi yok. Kanatlar alternatif olabilir ama Quaresma ve Simao güven vermiyor. Tüm bunlar üst üste gelince puan kaybı kaçınılmaz oldu. Mersin İdman Yurdu'ndan hiç bahsetmiyorsun? Evet bahsetmiyorum çünkü gerçekten çok zayıf. Hani bu maçta puanlar adil dağıtılsaydı 1 puan Mersin'e, 0 puan Beşiktaş'a giderdi.
Gelelim gecenin adamı Quaresma'ya. Hareketi bence kırmızı değildi ama Beşiktaşlılık damarım da tutmuş olabilir. Yaptığı hareket sertti ama sakatlayacak bir hareket değildi. Vurmadı, ayaklarını sıkıştırıp indirdi. Kartı tartışmayı bir kenara bırakırsak, hareket oldukça gereksizdi ve terbiyesizceydi. Beşiktaş'ın kaptanı(!) bunu yapmamalı. Sinirlerine hakim olmalı. Bu ukalalıktır. Dİğerlerinin emeğine haksızlıktır. Ernst için, Sivok, Hilbert, Necip için üzülüyorum. Hatta kenarda oturan Muhammed için...
Demirören konusuna gireceğim ama başka bir başlık altında. Maç yazısı bu kadar kalsın, zaten bu bile fazla.