31 Ağustos 2014 Pazar

Manchester United - Burnley maçı


 
Manchester'ın ligin yeni takımı Burnley deplasmanında galibiyet alması bekleniyordu ama yine olmadı. Geride kalan 3 haftada takım henüz galibiyet göremedi. Üstelik sene başında kolay fikstür denilen dönemde.

Bazen üç maçta da galibiyet göremezsin ama Swansea'den Burnley maçına kadar gelişme görürsün. Ne yazık ki şu tabloda bundan da bahsetmek olası değil. Hatta Swansea maçının, Burnley maçından daha iyi olduğunu bile söyleyebilirim.

Öncelikle sık karşılaşılan ama bir türlü anlamlandıramadığım yerden başlayayım. "Bilmem ne kadar para harcandı ama ortadaki futbol bu". İngiliz ergenlerin Twitter hesaplarında da sıkça karşılaşıyorum bu muhabbete. Onların derdi geyik, açık yakalayıp oradan vurma derdindeler. Yer yer komik de oluyor, hatta bazen zihin açıyor. Onların yaptıkları amacına hizmet ediyor ama bir de bunu ciddi yazanlar, konuşanlar var. Ben bu kısma katılmıyorum. Burnley maçında yeni transfer Di Maria sahadaydı, o da 2 gün önce geldi zaten. Kaç antrenman yaptı bilmiyorum. Onun dışındaki yeni transferlerden Shaw, Rojo, Herrera, Blind yoktu. Yani para harcanan adamlar yoktu. Hal böyleyken para üzerinden eleştirilmek haksızlık.

Bu takımın oturması zaman alır. Sadece bu takımın değil, herhangi bir takımın da oturması zaman alır. Beklemek lazım, bir şeyler görmek için. Bekleyene kadar lig biter mi, bitebilir. Bugün Şampiyonluktan bahsetmek tuhaf olur. Hedef bu yıl Şampiyonlar Ligi olmalı zaten. Takım da yıllık değil, uzun vadeli kurulmalı, planlanmalı. Louis van Gaal'in de bunu hedeflediğini düşünüyorum. Biraz da temenni ediyorum.

 
Burnley maçındaki kötü futbolun ilk sebebi de takım kurgusuydu bana göre. Üçlü stoper, kanatlarda Young ve Valencia. Göbekte Fletcher. Önünde Di Maria ve Mata. Forvette RvP ve Rooney. Sıkıntı Fletcher'ın tek olmasıydı. Daha doğrusu oranın boş olmasıydı. Takımın en iyisi Di Maria görünürken, onun çıkması şaşırtıcı değildi zaten. Üstelik o çıkıp Anderson girdikten sonra takımın toparlanması da şaşırtıcı değildi. Anderson Fletcher'ın yanına geldi ve takım biraz olsun top çevirmeye, defanstan çıkmaya başladı. O bölgede iki oyuncu zaruri. Herrera, Carrick ikilisini bekleyeceğiz.

RvP henüz form tutailmiş değil. Türkiye'de olsa küskün diye adı çıkardı. Rooney hırslı ama top o bölgeye gelmiyor. Oraya getirecek oyuncular henüz dönmedi.

Takım tamamlandığında, alt sıra takımlarını yenecektir. Orta sıra takımlarını da geçer ama üst düzey takımlar karşısında henüz net konuşamıyorum. Bunun bir testi olmadı daha.

24 Ağustos 2014 Pazar

Manchester United 2014/2015

 
Geçtiğimiz sezonun başında Sir Alex'in emekliye ayrılmasının ardından takımın başına "The Chosen One" David Moyes gelmişti. Moyes'un gelişinde vatandaşı Sir Alex'in etkisinin az olduğunu düşünmek yanlış olur. İskoç teknik direktör Manchester'daki görevinde 1 sezon bile kalamadı. Bana kalırsa gelişi de, gidişi de hataydı. Gelişi belki kabullenilebilirdi ama gidişi Manchester geleneklerine tersti.

Moyes hakkında yazılacak, söylenecek çok şey var elbette ama bugünün Manchester'ını konuşurken ondan çok fazla söz etmek yersiz olur. Sir Alex'in adının daha çok anılması daha doğru olur, zira bugünkü takımda Alex Ferguson'un etkisi, Moyes'dan daha fazla.

Manchester lige iyi başlayamadı. Görece kolay bir fikstür olmasına rağmen 2 maçta 1 puan toplayabildi. İlk hafta Swansea'ye içeride 3 puan bıraktı. Şimdi de Sunderland deplasmanında 2 puan bıraktı. Sunderland maçının skoru hadi neyse kategorisine girer ama ilk maçın, skor olarak kabul edilmesi mümkün değil.

Bir üst paragraf oturmuş bir takım için geçerli. Chelsea, City, Liverpool için bunlar doğru ama Manchester için değil. Çünkü bu takım yeni kuruluyor. Üstelik Ağustos sonuna kadar, yeni malzeme de gelecek. Onların da adaptasyonu olacak ve süreç devam edecek. Ne zamana kadar? Eylül ayının sonunu rahat bulur diye düşünüyorum ve o zamana kadar saçma sapan puan kayıpları olacaktır. Tabi bu "iyi o zaman yenilelim" demek değil ama beklenti yüksek olmamalı.


Adaptasyon süreci sadece yeni gelen oyuncular ve mevcut oyuncularla hocanın iletişimine özgü değil. Van Gaal, ManU'da yeni bir sistem deniyor ve eldeki oyuncuların çok azı daha önce bu sisteme göre oynadı. Hollandalı 3-4-1-2'ye yakın bir sistem deniyor. Hazırlık maçları ve ligde geride kalan iki maç bunu gösterdi. Tüm transferler bittiğinde ve takım tamamıyla bu sisteme adapte olduğunda iş yapabilir bir sistem. İngiltere'de üçlü defansı harcarlar kısmına katılmıyorum. Liverpool bu sistemle oynadı ve çok da başarılı oldu. Üstelik Dünya Kupası bize üçlü defansın tekrar popüler olacağı sinyalini verdi.

Burada sistem analizi yapmayacağım ama iki iyi bekle üçlünün iş yapacağını özet bilgi olarak vereyim. Shaw ve Rafael/Valencia ile sistem tutabilir. Benim fikrim tutacağı yönünde. İçinde biraz da temenni var.

Üçlü savunma muhtemelen Jones, Rojo ve Smalling/Evans olacak. Bana kalırsa bu bölgeye bir transfer yapıp Smalling/Evans ikilisinin ikisini de kulübeye çekmek gerekir. Blind uzun süredir adı geçen bir oyuncu ancak henüz somut bir gelişme yok. Gelirse Shaw için de alternatif olur. Hummels ayarına çıkılamayacağı kesin artık. Vlaar ayarında bir oyuncu alınabilir.

Shaw gelene kadar Young'ı çekeceğe benziyoruz. Aston Villa'dan alındığı dönemde muazzamdı ancak her geçen gün daha da düştü. Sözleşmesi bitene kadar da satışı zor görünüyor. O maçı verecek kulüp bulunmaz. Bulunursa önümüzdeki yıl Nani'yi de vermek gerekir onlara.

 
Ortasaha Fletcher-Cleverley ikilisine teslimdi bugün. İkisi de ilk 11 planında değil ama Carrick, Herrera ve Fellaini'nin üçü de sakat. Mecburen bu ikili oynadı. Beşiktaş'ın Veli Atiba ikilisi daha iyi. Darren sakatlıktan sonra inanılmaz düştü. Eski haline gelmesi de zor görünüyor. Cleverley ise Ferguson'un prenslerindendi ama bir başka hocanın altında oldukça sıradan. Pas yüzdeleri fazla düşük. Scholes Carrick ikilisine alışmış takımda çok sırıtıyor. Oyun kurmak gerçek anlamda iş haline geldi takımda. Bu ikiliden birini kesip Kagawa'yı sahaya sürmek daha iyi olabilir. En azından pas yüzdesi yüksek olur ve oyun kurma ihtimali artar.

Ön taraf ise kale ile beraber takımın en iyi yeri. Mata üst düzey bir futbolcu. Rooney, RvP net golcüler. Yedeklerde Welbeck ve Hernandez var. Biri satılabilir. Mata'nın arkasına bekleyen Adnan da oldukça yetenekli ve uzun sezonda iş yapar. Zaten bu bölgeye alternatif Kagawa da var.

Tüm bunlara rağmen Di Maria'nın transfer edilmek istenişi kadro açısından bana anlamlı gelmiyor. Üstelik fırsat transferi de değil. Yüksek bir bonservis bedeli var. üçlü savunmada Arjantinliye yer de bulamıyorum ben. Mata, Rooney, RvP üçlüsünden birinin kesilmesi ihtimal dışı olmalı. Transfer reputasyon artırmak amaçlı olabilir. ManU'nun düştüğü dönemde kaliteyi artırmaya dönük bir transfer olarak düşünülüyor olabilir. Kısacası LvG'den çok Glazer transferi gibi görünüyor bana.

Orta alana transfer de yapılacak sanırım. Artık Vidal kalibresinde birinin alınması zor görünüyor. Bu bölgeye De Jong alınır büyük ihtimalle. Young'dan sonra bir sevimsiz daha alınmış olur.

Van Gaal büyük hoca. Ona sabretmek gerekir cümlesi bile gereksiz olur. Sakatların dönmesiyle takım toparlanacaktır. Şu andaki temel problem sistem ya da hocanın kötülüğü değil, oyuncu kalitesinin düşüklüğü. Sakatlar dönünce kalite yükselecek.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Viyana 2


 
Uzun süre öne Viyana yazısını Haus der Musik'de bırakmışım. Çoğu güzelim detayı unuttum tabi. Hatırladıklarımı yazacağım artık. Kronolojiye de fotoğraf albümüme bakarak karar vereceğim.

Haus der Musik gittiğim en iyi 2-3 müzeden biridir. Bu 2-3 yerden biri de Vatikan'dır mesela. Referansı oradan çekebilirsiniz. Müzenin konsepti muazzam olmuş. Yanılmıyorsam 4 katlı bir yer. Saat 5'ten sonra bedava. Cimrilik etmeyip tip kutusuna 2-3 Euro atarsanız teşekkür ederler. Atmazsanız, muhtemelen arkanızdan konuşurlar en fazla. Bu da sizi çok etkilemez doğrusu.

Girişte ünlü müzisyenlerin resimleri var. Modern sanatın içine almışlar ünlü bestecileri. Pek hoşlanmam normalde ama çok da rahatsız olmadım. İlk katta Otto Nicolai'ye adanmış bir oda var. Nicolai, Viyana Filarmoni'nin kurucusu olması sebebiyle el üstünde tutulmuş. Kat aralarında müzisyen resimlerine devam edilmiş.

Müzede genel olarak ses tanıtılıyor. Üniversitede titreşim akustik okuduysanız tam size göre bir yer. Okumadıysanız ama hakkında bir şeyler duyduysanız, bunu anlamlandırmanız için büyük fırsat. Titreşim akustik ne lan? diyorsanız, az biraz okuyun da öğrenin bir zahmet.

Sesin suda ve havada hareketini anlatan düzenekler var. Bunun yanı sıra farklı enstrümanlardan sesin nasıl çıktığı ve oluştuğu anlatılıyor. Enstrümanları tanımak için de büyük fırsat. Müzede gezdiğim bölümlerde çoğu zaman yalnızdım. Yalnızlık ve karanlık birleşince, bir de acayip sesler çıkınca insan biraz korkmuyor değil. Buradan onun da itirafını yapayım.

 
Bir üst katta Mozart'ın odası var. Resimler, enstrümanlar ve kısa bir Mozart hikayesi. Mozart'ın karşısına oturup onun müziklerini dinleyebilirsiniz. Ya da basit de olsa kendi müziğinizi yapabilirsiniz.

Sonrasında Beethoven. Benzer bir konsept de onun için hazırlanmış. Sıra sıra odalar ve benzer konseptler var. Beethoven sonrası Schubert, Strauss, Mahler ve Schönberg var. Ben Strauss II'yi çok sevdiğimden ona ayrı bir yer ayırdım. Orada biraz zaman harcadım doğrusu.

Müze size bir maestro olma fırsatı da sunuyor, müziği, sesi ve ritmi tanıma fırsatı da. Bu açıdan muazzam hoşuma gitti. Genelde interaktif şeyleri sevmem ama bunu sevdim. Müze çıkışında da elbette shop karşılıyor sizi. Bir kaç Euro masrafa girip çıkıyorsunuz.

Çıkınca orada bir cafe var. Dünya kupası mevsimiydi zaten. Bir sürü maç izledim orada. Maç izlerken bir yandan da "bu Avrupalılar ne güzelmiş ya" diyorsunuz tabi.

Gitmişken bir de opera izleyeyim derseniz. Royal Opera zaten gözünüzün önünde. Biletler iyi para tabi. Gerçi kafanız rahat olsun bulamıyorsunuz bilet falan. Çok önceden almanız gerekir. Vay efendim ben ta Viyanalara sanatın peşine gittim. Ömürde bir kere oluyor, gidip de opera izlemeden mi döneceğiz derseniz iki opsiyon sunayım siz sanatsever okurlara. Birinci opsiyon özel operalar. Ben o işe hiç girmedim. Çünkü sahne sanatının kötüsü çekilmiyor. Özel operanın da kötü çıkma ihtimali maalesef yüksek. Ha buna karar verirken referansı Türkiye'den almam beni hataya sürüklemiş olabilir tabi. İkinci opsiyon ise State Opera binasından yapılan canlı yayın. Binanın önüne oturuyorsunuz, operayı canlı kanlı izliyorsunuz, tabi ekrandan. Orası bile tıklık tıklım olduğundan iyi bir motivasyonunuz oluyor.

Schönbrunn sarayı gitmeye değer bir yer. Ben içine giremedim vaktim yoktu. Bu da bana ikinci kez gitmenin yolunu açtı tabi. Onun dışında zamanınız varsa Hofburg'a da gidin derim.

Konferans sebebiyle gittiğimden akşamları vakit ayırabildim gezmelere tozmalara. O da kısıtlı oluyor tabi. Bir de bazen konferansta tanıştıklarının yanında vakit geçirmen gerekiyor. Tam otele dönerken "akşam buluşalım, gelsene" denince gidiyorsun. Gitmeyince seni otelde yattı sanıyor. Asosyal damgası vuruyor sana. Maç falan da izlemiyordu adamlar zaten. İtalyan çocuktan umutluydum ama o da fos çıktı. Pek ilgilenmem dedi. Ben de ona inat Uruguay İtalya maçında Uruguay'a dilendim. Ertesi gün şok oldu tabi. Üzüldü kırıldı ama geçmiş olsun. İspanyol'un "futbolla ilgilenmiyorum" demesine şaşırmadım. Ben de 5 yesem ben de ilgilenmezdim. Kanadalı ve  Amerikalılar zaten futboldan anlamıyor. Adamlar soccer diyor.

 
Bir akşam konferansın resepsiyonu vardı. Normalde giremeyeceğim, sarayın bir odasında verildi resepsiyon. Ortam çok iyiydi. Piyano falan, oldukça elit bir ortam vardı. Amerikalılarla konuşurken konu futbola geldi nereden geldiyse. Tabi soccer dedi. Sensin sucker diyesin geldi ama sustum. Adamlar gerçekten şaka. Tüm dünyanın futbol dediği şeye başka bir şey diyor ve uyduruk sporuna futbol diyor. Filoloji'ye daha fazla yüklenmeyeyim, burada keseyim.

Tabi resepsiyon odasının her yerinde resimler. Genelde de Avusturya'nın eski bürokratlarının resimleri. Tabi ben Türkiye'de inci kültürünü yeterince aldığım için hepsine kafamda bir caps yapıp gülüyorum. Adamlarla da paylaşamıyorum. Bir kere paylaşacak oldum. Amerikalı çocuk "hı hı hıh" diye güldü. Çocuğun gülme efekti bu şekildeydi.  Her halta böyle gülüyor. Bbazen bir şey diyecek oluyorum, der gibi yapıp son anda demiyorum yine aynı şekilde gülüyor. O gülüşün beyniyle gerçekleşmediği aşikar. refleks olmuş artık. Tabi yavan yavan gülünce samimi gelmiyor ve diğer capsleri paylaşası gelmiyor insanın. Adamların espri anlayışları ağır güdük. İğrenç espriye 72 millet bir olmuş gülüyorlar. Arada çıkıntılık yapmayayım diye gülümsüyorum. Akşam otele döndüğümde yanaklarım açıyordu, yalan mimikten.

Son gün Wachau bölgesine gittik. Üzüm bağları falan vardı. Haliyle şarap mahzenleri. Domuzsuz mezeler başarılıydı. Doya doya doğa fotoğrafı çektik. Gördüğümüz her yeşilliği, her suyu çektik. Arkadaştan öğrendiğim bir iki fotoğraf triğini sattım.

Hatırladığım kadarıyla hepsi bu kadardı. Bir tek Figlmüller'den bahsetmeyi unuttum sanırım. Şinitzelin memleketinde şinitzel yenir. Çok başarılıydı. Aynı zamanda doyurucuydu da. Doya doya, ayıla bayıla yedim. Döndüğümden beri de hiç yemedim. Yiyene kadar, tadını unuturum umarım.