3 Ekim 2007 Porto, İnönü’ye geliyordu. Bosingwa, Bruno Alves, Assuncao, Meireles, Lucho, Lisandro ve Quresma’lı kadrosuyla Porto, her sezon olduğu gibi yeniden yapılanma (!) içine giren Beşiktaş’a konuk oluyordu. O yıllar Quaresma’nın ismini “Kuarezma” diye okuduğumuz yıllardı. Daha Portekizce bu diyarlara pek uğramamıştı.
Beşiktaş, hiç de fena oynamadığı maçı 90’da yediği golle
kaybetmişti. Taraftar maçtan sonra takımı alkışlıyordu. Takımla birlikte bir
kişi daha alkışlanıyordu: Ricardo Quaresma. O gün, 3 puanı Porto’ya götüren
golü atan adam.
Quaresma, o maçta büyülemişti Beşiktaş taraftarını. Öyle ki
şampiyon olunan sezon sonrası bile taraftar onun ismini sayıklayacaktı.
Kanattan bindirmeleri, seri çalışmları, o dönemler adını bilmediğimiz
trivelaları ile bu fuleli adamı izlemeye doyum olmuyordu. Fena mı olurdu
kapalının önünde koşsa, canlı canlı, doya doya izlesek bu adamı? Fena mı olurdu
Beşiktaş’ın çubuklu formasıyla görsek onu?... Sonu fena oldu...
Ricardo Quaresma bir sezon daha Porto’da kalıp, Mourinho’nun
Inter’inin yolunu tuttu. Inter’de pek isteneni veremedi. Devre arası Chelsea’ye
kiralandı. Ertesi sezon tekrar Inter’e döndü ve geçen 1 sezonun ardından
transfer listesindeydi. Portekizli, Inter’de olmamıştı. Yıllar önce
Barcelona’da da olmamıştı ama o zamanlar daha çok gençti. Inter kariyeri,
verimli olması gereken çağda bitiyordu.
Bu topraklarda da “Fenerbahçelileşmeye” çalışan bir Beşiktaş
vardı. Takımın kimyası umrunda olmayan ve yıldızları birer birer taraftarın
yüzüne çarpan bir başkan. “Yeter” nidaları, “yetmez”e dönmüştü bile. Başkan,
taraftarın zayıf noktasını biliyordu. Yıllar önce aşık olunan o adamı, o da
farketmişti. Inter’den kopma noktasına gelen Quaresma ile Beşiktaş
ilgileniyordu. Olacak, olmadı, vazgeçtik, ilgilenmiyoruz derken Quaresma
İstanbul’a geldi. Havaalanı dolup taşıyordu. Beşiktaş, tarihinin en kariyerli
futbolcularından birine kavuşuyordu.
Qauresma ve arkasından Guti geldi. Raul da neredeyse
geliyordu. Beşiktaş bir anda başka bir takım oldu. Sıkıcı futbol oynayan
Beşiktaş’a futbolun kitabını yazmış iki adam gelmişti. Tek başına rakip
devirebilecek Quaresma ve önündeki adamı zorla gol kralı yapabilecek Guti.
Aslında fena da başlamadılar. Avrupa kupası maçları başta olmak üzere ligin
özellikle ilk yarısında hiç de fena oynamadılar. Özellikle Quaresma ilk
geldiğinde muazzam futbol oynuyordu. Kapalı’da onu izlemek çok başkaydı. Guti
adrese teslim ediyor, o da önüne geleni geçip gidiyordu.
Bu sefer taraftar değil başkan “Yetmez!” dedi ve
Quaresma’nın ekürilerini getirdi. Fernandes, Almeida ve Simao. Bu transferlerin
detayına hiç girmeyelim ama sıradan bir transfer olmadığını da unutmayalım.
Sıradan olmayışı oyuncuların kalitesinden değil, “bayram değil, seyran değil
neden bu adamlar bir anda geldi?” sorusundan kaynaklanıyor.
Quaresma her geçen gün biraz daha düştü. İlk geldiği günle,
bugün arasında çok fark vardı. O da farkındaydı aslında. Sahada istediklerini
yapamıyordu. Çalımlar olmuyordu artık. Olmayınca sinirleniyordu. Onun siniri,
Beşiktaş’a patlıyordu. Tam düzeldi derken, eski formunu yakalamaya ramak
kalmışken yine sakatlanmıştı. Ülkesine gitti ve uzun bir süre oralardaydı.
Geldiğinde eksiği yok fazlası vardı. Televizyon onu şişman göstermiyorsa
sıkıntı büyüktü. Zaten istenildiği gibi dönemedi bir daha.
Q7’deki düşüşü anlamanın tek yolu Beşiktaş da değildi
üstelik. Portekiz milli takımıyla Avrupa Şampiyonası’na gitti ama Portekizliler
onu tanıyamadı. Öyle ki hazırlık maçlarında dahi ıslıklandı. Bu adam onun
formasını giymiş başka biriydi.
Bu sezon başı Beşiktaş ekonomik olarak ne durumda olduğunu
farkedince muslukların ağzını kısmaya başladı. Avrupa Kupası’ndan bile ihraç
edilen bir takım için bundan daha doğalı olamazdı zaten. Takımın en çok
kazananını göndermek istedi. Zaten verim de alamıyordu.
Bu noktada Beşiktaş’ın, hataları da olmadı değil. Samet
Aybaba’nın gelir gelmez Quaresma’yı istemiyorum demesi oldukça hatalıydı.
Satmak istediğin bir oyuncuya, bu şekilde muamele yaparsan satışı da
zorlaştırırsın. Elin zayıflar. Herşey bir kenara hala sözleşmeli futbolcun olan
bir adam hakkında böyle konuşmak bile yakışık almaz. Bilemeyiz, yarın kadroya alırsın,
yüzüne bakarsın. Burası Beşiktaş, böyle şeyleri çok gördük buralarda.Diğer taraftan “FEDA” kampanyası dahilinde Quaresma’dan da indirim istendi ama olmadı. Portekizli, oldukça profesyonel bakıyordu. Bu fiyata anlaştık ve bu fiyata oynarım diyordu. Burada da suçlayamam onu. 2 yıl önce bu şekilde imza attın ve adamın artık hakkı. Haketmiyor mu bu parayı? Onu imza atarken düşüneceksin.
Taraftar ise ikiye bölünmüş durumda. Ligin ilk haftası Quaresma diye tezahürat edenler ve onun takıma yük olduğunu düşünenler. Bir kere bugünkü maaşıyla Beşiktaş’ın maaş politikasının kesinlikle dışında kalıyor. Şu an takımın en çok kazananı olan Fernandes’in 2 katına yakın maaşı var. Bu kabul edilebilir bir para değil. Bunun savunması şu olabilir: “Bir tane oyuncun da bu sınıfın dışında kalsın, özel olsun.” Bu tartışılır ama kabul edilebilir bir gerekçe. Diyelim ki kabul ettik bunu ve bugünkü maaşıyla Quaresma takıma döndü. Peki o bizim özlediğimiz Quaresma mı?
Bugün için Quaresma’nın takıma dönmesi Beşiktaş’ın kazancı olmayacaktır.
Bu şekilde bekletilmesi de Beşiktaş’ın yararına olmayacaktır elbette. İşin
içinde Mendes olunca transferi konusunda sağlıklı şeyler söyleyemiyorum. Onu 24
saat içinde istediği maaşla, makul bir takıma pazarlayabilecek bir adamın neden
sessiz beklediğini bilmiyorum. Elbette bir bildiği vardır ama bunu biz
bilmiyoruz.
Quaresma ilk geldiği günden çok uzak. Bunu en son Avrupa
Şampiyonası hazırlık maçlarında ve ligin son maçlarında gördük. Yeteneklerini
elbette kaybetmemiştir ama tekrar eski formuna dönmesi de pek kolay görünmüyor.
Bir kere, kafa olarak bu noktadan çok uzak şu anda. O noktaya gelirken de
kaybeden kim olur emin değilim. Beşiktaş’ın bugünkü durumu, onu tekrar hayata
kazandırma riskini alabilecek vaziyette değil.
Quaresma’yı ben çok seviyorum. Porto’dayken de seviyordum,
Inter’deyken de. Oyun stilini de, apaçi şapkasını da, uzun şortlarını da çok
seviyorum. Beşiktaş forması altında izlerken de çok mutlu olmuştum. Mesela
takasla ya da başka bir şekilde Türkiye’de bir başka takımın formasını
giymesini istemem. Bu sevgimden kaynaklanıyor. Ancak şunu da biliyorum ki artık
Beşiktaş’a kazanç sağlayamaz.
Milyonlarca taraftar var ve milyonlarca fikir var. Kimseyi
fikirlerinden dolayı eleştirmiyorum. Quaresma’yı isteyen onun için tezahürat
yapsın, şarkılar bestelesin ama unutmayalım ki şunun onda biri Ernst için
yapılmadı. Bu bile tek başına üzücü bir durum.
Quaresma 5 yıl önce başlayan bir aşktı. İnönü sakinleri onu
geç buldu ve erken kaybediyor. Biliyorum, böyle bitmemeliydi ama benzer
durumlara taviz verilirse yarın elimizde Beşiktaş olmayabilir. Desteğimizi
keşke Quaresma’ya değil de Oğuzhan’a, İsmail’e, Veli’ye, Cenk’e versek. Bu
takımı yarına taşıyacak birileri varsa, bunlar onlardır...