7 Temmuz 2012 Cumartesi

Hırvatistan günlüğü #2 Zagreb

Hırvatistan'da geçen ikinci günümde de Zagreb'deydim. Biraz müze, biraz şehir gezip sonra akşama doğru Split'e doğru yol alacaktık. Zagreb'in popülaritesi biraz da başkent oluşundan geliyor. Şehir çok muazzam değil aslında.

Yol boyu gördüğümüz herşeyi Türkiye'deki bir şeyle eşleştirdik. Böylece hatırlamak ve anlamak daha kolay oluyordu. Herhangi bir sokak, Nişantaşı'na; bir bina, Ceylan Otel'e; bir satıcı, üniversite önlerinde bekleyen bıyıklı simidi hiç bitmeyen simitçiye benzeyebiliyordu.

Önce şehir merkezindeki "İstiklal Caddesi" boyunca yürüdük. Adı başka birşeydi ama bizim İstiklal'e benzeri bir konsepte sahipti. Farkı şu: metrekare başına düşen insan sayısı bizde 4'tür ama onlarda 1 kişiye 3 metrekare düşüyor. Yürüyorduk ama kıllanmadık da değil. Sokaklar neden bu kadar boştu? Tamam biz fazla kalabalığa alışkın olduğumuzdan, bize boş geliyor da olabilirdi ama bu boşluk öyle böyle değildi. Merak ettik sorduk: Tatilmiş. Gtiiğimiz ilk günlerde iki tane milli bayrama denk geldik. Tatil olunca hemen hemen her yer kapalı haliyle. Bizdeki bakkal Hayri abi yok ki oralarda nöbetçi kalsın...

Gitmeden sorduğum arkadaşlar dondurma tavsiyesinde bulunmuşlardı. 563,000 çeşit dondurması olan bir yere girdik. Ben, vişne&limon&çikolata istedim, arkadaşlar karam... Neyse bu detaya girmeyelim ama vişnenin onlarda da vişne olduğu detayını arada verelim... Yine Hırvatça'yla Türkçe kesişim kümesindeydik...

Dondurmaları biraz enteresan bizde maraş dondurmasını hızar ile zor kesersin ama onların dondurması daha yumuşak. Çabuk eriyor. Özetle bizim Sultanahmet'teki dondurmacı şakalarını yapamıyorlar. Öyle kalıbıyla alıp, hamur gibi atma işi yok oralarda.

Şehrin en güzel yanlarından biri ise Opera ve Tiyatro imkanları. Çok fazla sahne var, üstelik büyük. Beni bu noktada kazandı. Kazanan sadece Zagreb de değildi ayrıca. Tüm Hırvatistan'da büyük arz var bu sanatlara.

Çok fazla müze vardı ama biz tercihimizi yapmak zorundaydık. İki üç tane seçtik. Şu an adını hatırlayamadığım bir müzeye gittik. (Hatırladığımda yazacağım) Konsepti biraz farklıydı. Eski eşyalar vardı. Hırvatistan tarihinin ileri gelenlerinin eşyaları ama sıkıntı şu ki o vitrinlerin muadili babaannemde de var. Açıkçası beni kaybetti bu müze. Müzede ilgili çeken Türkçe&Hırvatça ortaklığı oldu.


Bir hayalkırıklığının ardından ikinci müzeye geçtik. Bu önceden çalışılmış bir pozisyondu ve nereye gideceğimizi, orada ne olduğunu biliyorduk. "Museum of Broken Relationship" linke tıklayıp ne olduğunu okuyabilirsiniz. Dünyanın dört bir yanından getirilmiş eşyalar ve onların hikayesi. Daha doğrusu o hikayedeki küçük semboller. Hikayeler ise çok sıradan değil. Sekteye uğrayan ilişkilerin hikayesi... Tabiri caizse tam bir kız müzesi. Ben, tek taklı o müzeye girip de içeride 2 saat geçirip, ağlayarak çıkacak onlarca kız tanıyorum. Kızsanız gidin, erkekseniz siz de gidin ama yanınızda kız arkadaşınız varsa götürmeyin derim. Hayır, sonra neden Zagreb'i gezemedik diye bana gelmeyin...

O gün milli bayram olunca sokakta da yöresel kıyafetleriyle gezen insanlar vardı. Halktan değil tabi, muhtemelen müzeler müdürlüğünün bir organizasyonuydu. Hırvatistan'ın Ege(!) yöresine ait kıyafetler giymiş bir kadın soprano çıkınca durup dinledik. İyi de yorulmuştuk zaten... Keşke şimdi de söylese de şu sıcakta dinlesek...


Akşam yemeği için kafamızdaki mekan "Boban" ın mekanıydı. Evet, Zagreb'de Zvonimir Boban'ın Resaturant'ı var ama... Gerçekten büyük hayal kırıklığı. Bir kere bomboş. Tamam muhtemelen biraz pahalı ama oranın da müşterisi olmalı. Geçtim pahalı ucuz oluşunu, içeride Boban'la ilgili bir şey yok. Duvarlarda fotoğraflar, formalar, hikayeler olsa fena mı olurdu? Küçükken sokak arasında Boban diye top koşturan bir çocuk için unutulmaz olurdu. "Otur, sıfır" dedim...

Bir sonraki yazı Split'e ait olacak...

Hiç yorum yok: