6 Kasım 2013 Çarşamba

Nice – Fransa 1.gün

 
Üzerinden uzun süre geçse de Nice anlatılmaya değer bir şehir. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Hem turistik tatil olsun, hem de deniz, kum, güneş diyorsanız adres Güney Fransa. Nice de listenin başında.

THY’nin bagajımı İstanbul’da unutmasını ve söz verdiği günden 1 gün sonra göndermesini bir kenara bırakırsak Fransa’nın ilk günü güzel başladı. Eylül sonu olmasına rağmen hava güzeldi. Ulaşım kolaydı ve her şey tatil için elverişliydi.

Place Massena’ya giden yol İstiklal Caddesi’nin az kalabalık olanıydı. Hoş, hemen hemen her şehir hikâyesinde İstiklal Caddesi’ne benzetilen bir yer olur. O olmazsa olmazdır. Ben de bu fırsatı boş geçmeyeyim.

Place Massena öyle aman aman bir meydan değil. Daha doğrusu, çok şehirde görebileceğimiz, sıradan bir günde bir anlamı olmayan bir meydan. Muhtemelen özel günlerde çok daha alımlı ve şaşaalıdır. Benim açımdan en güzel yanı meydanı çevreleyen binalar ve pencerelerdeki çiçeklerdi.

Çiçek demişken Nice’in çiçek pazarlarına da değinmemek olmaz. Rengârenk çiçeklerin süslediği pazardan çiçek olmasa da, tohum almamak olmaz. Olmaz dedim ama ben almadım mesela. Sonra alırım dedim, sonra da unuttum. Çiçek her yerde çiçek nasıl olsa diye de kendimi avuttum.

Pazarın önünden geçtikten sonra yine bir meydana çıkılıyor. Ben gördüğüm geniş yeri meydan diye nitelendirdim ama aslında meydan değil. Geniş bir alan diyelim. Orada Afrika kökenli kardeşlerimiz gönüllerince eğleniyorlardı. Zaten kapı gıcırtısı olsun onlara hemen dans etmeye, ritim tutmaya başlarlar. Çoğunun üstünde yerel kıyafetleri vardı ama belli ki günlük kıyafetin üstüne, şov olun diye giymişlerdi. O beyaz eteğin altında bildiğin kumaş pantolon, kösele ayakkabı vardı.

 
Kardeş türkülerini dinledikten sonra sahile indik. Promenade des Anglais sahil yolu muazzam bir yer. Plajın ucu bucağı görünmüyor. Hatta görebilmek için şatoya çıktık. Evet, biz de çıkarken “vay anasını, şatoya çıkıyoruz” dedik ama hiç de öyle filmlerdeki gibi şato falan değil, bildiğin park alanı. Göçmen kardeşlerin fazlalığı oluşturduğu park alanında annemi gördüm. Bir sürü annemin aynısı kadın vardı orada. Tek farkla, saklama kabındaki kısır değildi.

Parkta ne Pogba’lar, ne Kondogbia’lar yetişiyor. Ergen dersin ama çocuğun boyu maşallah 1.80, fizik desen fit. Saç modeli yaşını ele veriyor tabi. Kenarları 3’e vurulmuş, jilet atılmış, üst taraf horoz ibibiği. Hepsi öyle olduğu için birbirlerini hiç yadırgamıyorlar.

Şehirde dikkatimi çeken bir başka şey de kaktüsler. Bir ömür görmediğim kaktüsü orada gördüm. Daha 10 yıl kaktüs görmesem, bana mısın demem. Kaktüs suyu sevmez diyenin ağzına somuncu küreğiyle vururum artık. Yıllarca bizi yemişler. Nem değeri %99, suyun dibi kaktüs coşmuş. Hatta o kadar büyük kaktüsler vardı ki, “ bilmem kim was here” mealinde onlarca yazı vardı üstünde.

 
Neyse kaktüse karşı bir düşmanlığım yok. Hareketsiz canlıdan çekinmem. Ona bulaşmadıkça, o da sana bulaşmaz nasıl olsa. Ben şehre döneyim. Şehrin en güzel yanlarından biri de dükkânların tabelaları. Bizdeki gibi Pepsi’nin, içi florasanlı plastik tabelasına “Keklikçi Gıda” yazmamış adam. Kendi fontunu, kendi yazı stilini bulmuş karizmasıyla yürümüş. En tırt dükkân bile adam olmuş böylece.

 
Ve antin kuntin adamın seveceği pazar yeri. Pazar deyince hemen aklınıza meyve sebze geldiyse Türk’sünüz. Pazar demeyelim de kitapçı diyelim o zaman, devletine vergisini de ödüyorsa sahaf diyelim. Palais de Justice önündeki alanda yaklaşık 1 saat geçirmişizdir. Dön dolaş bir daha gez. Eski kitap bakmak kadar zevkli bir şey yoktur herhalde. Popüler bir kitap bulsam alacaktım ama bulamadım. Hatıra olsun diye de bilmediğim kitap almadım. Bir de ağırlık anlamında yük tabi. Yük alıyorsan, değecek bir şey alacaksın. Kitap değil ama resim ya da fotoğraf alacaktım ancak tam istediğim gibi bir şey bulamadım. Bu iyiymiş dediklerim de hep çok pahalıydı. En azından beğendiğim şeyin değerli olması, bu konuda zevkli olduğumu gösterir diyerek konuyu değiştiriyorum.

Turistik amaçlı bir yazı olduğu için gecelerine çok fazla yer vermeyeceğim. Ancak Nice özelinde konuşacak olursak, öyle aman aman bir gece hayatı yok. Hatta çoğu yer 12 olmadan kapanıyor. “Baba sen bulamamışsındır” derseniz hak veririm. Nice’in gece hayatını çok araştırmadan gittim, orada da çok fazla kasmadım.

Nice’in birinci günü böyleydi. İkinci gün modern sanatlara doydum. Bir de futbola. Onu da ikinci yazıya saklayalım.

Hiç yorum yok: