9 Kasım 2011 Çarşamba

Hırvatistan

2012 Avrupa Şampiyonası'na katılabilmek için geçmemiz gereken engel: Hırvatistan. Söz konusu eski Yugoslavya ülkesi olunca 50 yıl öncesine kadar gidemiyoruz. 1990'dan beri Hırvatistan adıyla futbol sahnesindeler. Bu onları ekol olarak görmeyeceğimiz manasına gelmeyecek tabi ki. Hırvatlar, futbol dünyası için bir ekoldür ve hiç de küçümsenmemesi gereken bir ekoldür.



93 yılında UEFA ve FIFA üyeliğini aldıktan 5 yıl sonra Dünya Kupası finallerinde mücadele etme başarısı gösterdiler. Bu kadar kısa sürede, böylesine bir başarı göstermiş olmaları bile Hırvatların genlerinde futbol olduğunu ispatlamaktadır.



98 Dünya Kupası ve Hırvatistan'ın bende ayrı bir yeri vardır. Nedenini hala bilmemekle birlikte o dönemde Hırvatların sürpriz yapacağını düşünmüştüm. Mantıkla açıklanabilir tek nedenim dahi yoktu. O yüzden bir saptama olarak kabul etmiyorum. Tamamen sallamaydı, tuttu. Tabi, turnuva başında böyle bir şey söyleyince tüm turnuva boyunca dikkatle takip etmiş oldum. Kısa zamanda harika bir jenerasyon çıkaran Hırvatlar turnuvaya Stimac, Asanovic, Prosinecki, Boban, Jarni, Simic, Stimac, Suker, Tudor ve Vloavic gibi yıldızlarla gidiyordu. Öyle ki takımın en büyük yıldızı Suker turnuvayı gol kralı olarak tamamlayacaktı. Blazevic'in talebeleri Arjantin ile birlikte gruptan çıkacak ve sonrasında sırasıyla Romanya ve Almanya'yı eleyecekti. Yarı finalde rakipleri olan Fransa, finalde Brezilya'yı geçerek kupaya uzanacaktı. Hırvatlar ise 3. maçında Hollanda ile karşılaşacak ve 2-1'lik galibiyetle müthiş bir başarıya imza atacaktı. Hırvatların bu hızlı yükseliği dikkat çekmiş ve "Yılın en çok gelişme gösteren takımı" ünvanına biri 94 biri 98'de olmak üzere iki kez layık görülmüştü. beri verilen bu ödüle iki kez layık görülen tek takım Hırvatistan'dır.




Aslında bu bahsettiğimiz "Altın Jenerasyon" un ilk turnuvası Fransa 98 değildi. Bizim Alpay & Vloavic ile hatırlayacağımız İngiltere 96'da sinyal vermeye başlamışlardı. Portekiz, Türkiye ve Danimarka'nın bulunduğu gruptan 2 galibiyetle çıkmışlar ancak çeyrek finalde kupayı kazanacak olan Almanlara boyun eğmişlerdi. Suker, Vloavic, Boban, Jarni, Asanovic, Bilic, Stanic, Prosinecki gibi isimler bu turnuvayla birlikte piyasaya çıkmışlardı.

96'da piyasaya çıkan 98'de zirve yapan Altın jenerasyon, 2000 yılını boş geçtikten sonra, 2002 Dünya Kupası elemelerinde namağlup olarak kupaya katıldı. Elemelerdeki performansının aksine gruplara Meksika mağlubiyeti ile başladı. Sonrasında İtalya karşısında alınan 2-1'lik galibiyet acaba mı dedirtti ancak Ekvator maçında alınan mağlubiyet tüm soru işaretlerini silmeye yetti. Hırvatlar yine üzülüyordu.




Euro 2004 öncesi bu jenerasyon bitiyor ve yeni oyuncular kadroda yer bulmaya başlıyordu. Simunic, Kovac, Olic, Prso, Srna, Rapaic gibi isimler Hırvatların yeni yüzü olmuştu. Ancak her zaman olduğu gibi o Altın jenerasyonun gölgesinde kalmıştı.



2006 yılından sonra Hırvatistan Futbol Federasyonu yeni bir yapılanmaya giderek takımın başına Slaven Biliç'i getirdi. Önceki hoca Niko Kranjcar'ın babası Zlatko Kranjcar ile yolar ayrılmıştı. Bilic, aday kadroya genç oyuncuları davet ediyordu. Hırvatlar için yeni bir jenerasyon doğuyordu. 2008 elemelerinde grubu zirvede bitiren Hırvatlar, Avrupa Şampiyonası'na doğrudan katılıyordu. Artık Suker, Prosinecki, Stimac yoktu belki ama Corluka, Srna, Modric, Kranjcar, Olic, Eduardo, Rakitic, Petric gibi yetenekler sahadaydı. İngiltere düşmanlığı kazanmasının dışında çok başarılı bir eleme grubu performansı çıkarmışlardı. Bilic'in talebeleri 2008 Avrupa Şampiyonası'na da iyi başladılar. Almanya'nın da olduğu B grubunu 1. sırada tamamladılar ancak şanssızlıkları, bizim şansımızdı. Bu maçın hikayesini anlatmaya gerek yok...


Hırvatlar, bizim gibi 2010 Dünya Kupası finallerine katılamamıştı. Belki de 2008 elemelerinde kazandıkları İngiltere düşmanlığı onlara pahalıya patlamıştı. Capello'nun talebeleri, "intikam" maçlarından 4-1 ve 5-1 ile ayrılmıştı. Hırvatlar grubu İngiltere ve Ukrayna'nın ardından 3. sırada tamamladı ve finalleri evden izlemek zorunda kaldı.



2012 Avrupa Şampiyonası elemelerinde bizim kadar şanssız bir grup çekmedi. 1. torbadan Yunanistan'ı çektiler, diğer rakipleri ise İsrail, Letonya, Malta ve Gürcistan'dı. Görece basit bir gruptan Yunanistan'ın arkasında 2. olarak ayrıldı ve bizim gibi play-off'lara katıldı.



Takımın bugüne gelişi bu şekilde. Peki şimdi ne durumdalar? Biliç'in kadrosu nasıl? Neresi güçlü? Neresi zayıf? Hırvatlar tarihin her döneminde iyi kaleci çıkarmayı başarmıştır. Eski Yugoslav ülkelerinin iyi kaleci çıkardığı aşikar. Hırvatlar da bu ülkelerin tipik bir örneğidir. Uzun yıllardır milli takımda olan Pletikosa güven veren bir kaleci. Savunmada Corluka, Simunic dışında çok iyi diyebileceğimiz bir oyuncu yok. Zagreb'li Vrsoljko gelecek vaad eden bir oyuncu ama bugün için bir tehdit değil.



Zayıf savunmanın önünde çok güçlü bir ortasaha var. Hücumcu sağ bekte de oynayabilen kaptan Srna etkili isimlerden biri. Bir diğeri EPL tecrübeli Modriç. Luka için takımın en iyisi demek de yanlış olmaz. Munihli Pranjiç, Sevilla'lı Rakitiç ortasahanın diğer iyi isimleri. Bunların dışında Kranjcar, Badelj, Leko, Vukojeviç, Perisiç gibi iyi isimler de ortasahada görev alıyor.


Forvet hattı da orta saha gibi zengin. Eduardo gibi yetenekli ve arkası dönük iyi iş yapabilen bir oyuncu ve yanında Oliç gibi tam bir golcü var. Mandzukiç, Jelaviç, Kaliniç, Petriç, Klasniç de kadrodaki iyi forvetler.



Genel takım yapısı bizimkine benziyor aslında. Bizim gibi zayıf bir savunma ve savunmaya göre daha güçlü bir ortasaha ve forvet. Oyuncu kaliteleri bizim üzerimizde. Bu bağlamda "küçümsemiyoruz" açıklaması komik. Bizim en büyük handikapımız gol yollarında çektiğimiz sıkıntı ve güven vermeyen zayıf savunmamız. Diğer taraftar psikolojik bir üstünlüğümüz var. 2008'deki maçı hala unutmadıkları ve skor 2-0 olsa bile Hırvat oyuncuların içinde bir "acaba?" olacağı kesin.


Son olarak tarafsız bir gözle 2012'de kimi izlemek istediğimi düşüneyim. Ben Modric, Pranjiç, Eduardo, Oliç ve Rakitiç'i izlemeyi tercih ederim ama diğer taraftan ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir Türkiye de olsun isterim. Damalı formalı bir Türkiye benim için optimum nokta olurdu.

Hiç yorum yok: