31 Temmuz 2011 Pazar

2014 Dünya Kupası Eleme Grubu

Daha önümüzde Avrupa Şampiyonası varken ve hala elemeleri devam ederken. 3 yıl sonra gerçekleştirilecek bir turnuvanın kura çekimi insanı heyecanlandırır mı? Turnuva Dünya Kupası ise evet. Hasret kaldığımız Dünya Kupası finallerine gidilecek rota belirlendi. En az bir buçuk yıl sonra oynayacağımız takımlar hakkında şimdiden ahkam kesmek çok doğru olmayacaktır. Hatta 1.5 yıl sonraki Türkiye için de çok net cümleler sarfedemeyiz. Yine de ön bilgi olması açısından rakipleri tanımakta fayda var.



Kuralara ikinci torbadan katılan milli takımımız D grubunda Hollanda, Macaristan, Romanya, Estonya ve Andorra ile eşleşti. Hollanda'yı uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Zaten bir çoğumuz yakından tanıyoruz. Dikkat edilmesi gereken nokta Hollanda'nın eleme performansı. Portakallar, son dönemlerdeki elemelerde muhteşem performans sergiliyorlar. 2012 Avrupa şampiyonası elemelerinde şu anda 6'da 6 ile yola devam ediyorlar. Stekelenburg, Heitinga, van der Wiel, Afellay, Nigel de Jong, Sneijder, Robben, Vaart, Elia ve van Persie gibi bugün formda olan oyuncular, 1.5 yıl sonra da verimli çağlarında olacaklar. Alttan gelen jenerasyondan da bu takıma sağlam destekçiler çıkacaktır. Wijnaldum, Strootman, Luuk de Jong, Wolfswinkel gibi isimler yarının milli takımında görev alacaktır. Özetle, Hollanda için zor rakip diyebiliriz. Birinci torbadan İspanya, İngiltere ve Almanya ile birlikte gelmesini istemeyeceğim 4 takımdan biriydi. Hırvatistan, Norveç ve Yunanistan bize 1.lik şansı da doğururdu.


3. torbadan gelen Macaristan tercih edilebilecek bir ülke. 3. torbanın en zayıf ekiplerinden biriydi. Bu bağlamda şanslı bir kura çektiğimiz söylenebilir. Geçmişte Puskaslı döneminde büyük başarılara imza atan Macarlar son yıllarda büyük turnuvalara katılamıyor. En son 86 Meksika'da boy gösteren Macarlar, 25 yıldır turnuvalardan uzakta. 2012 elemelerinde Hollanda ile aynı gruptalar ve grupta 3. sıradalar. Finallere gitmesi ise zor görünüyor. Kadrolarında tanıdık isimlerin yanı sıra, yetenekli ve Avrupa'da isminden söz ettirme potansiyeline sahip isimler de var. Pijamalı kaleci Kiraly, Samsunsporlu Pal Lazar, EPL tecrübeli kaptan Zoltan Gera, bu sene Anzhi'ye transfer olan Balasz Dzsudzsak, Sampdorialı Koman ve Laczko ile Yunanistan'da top koşturan Nemeth.


4. torbadan gelen Romanya'nın Macaristan'dan çok farklı olduğunu söyleyemeyiz. 90'lardaki altın çağının ardından derin bir sessizliğe bürünen Rumenler, yıllardır büyük turnuvalarda başarılı olamıyor. 2012 elemelerinde de grupta işler hiç de istedikleri gibi gitmiyor. Kadrosu Macaristan'a göre kısmen zengin olsa da, çok iyi bir kadro altyapısının olduğunu söylemek zor. Chivu, Sapunaru, Lobont, Tamas, Stancu ve sorunlu kaptanları Mutu takımın öne çıkan isimleri.


5. torbadan gelen Estonya'nın kolay lokma olmadığının farkına varmamız gerekir. Milli takımımızın kolay rakiplere puan bırakabildiği de hesaba katılırsa, Estonya maçlarına iyi konsantre olunmaması durumunda hiç de beklemediğimiz skorlar alabiliriz. 2012 eleme grubunda 4. sıradalar. Finallere katılmaları çok mümkün görünmüyor ama performanslarının çok kötü olduğunu söyleyemeyiz.


Son torbadan gelen Andorra ise puan almak için gelecek. Sadece bize karşı değil, tüm eleme maçları boyunca amaçları tek puan almak olacaktır. 2012 eleme grubunda 0 puandalar ve puan almaları sürpriz görünüyor. Bizimle oynayacağı maç öncesi kalecisi kasap, ortasahası işçi, forveti kasiyer geyikleri dönecektir.

24 Temmuz 2011 Pazar

Tatil

Ahan da ben kaçar. Döndüğümde haber ederim...

22 Temmuz 2011 Cuma

Jose'nin basın toplantısı



3-0'lık Chivas galibiyeti sonrası Jose Mourinho Ronaldo ve takımın bugünkü durumu ile ilgili ciddi açıklamalar yaptı. Basın toplantısının belki de en önemli noktası Cristiano hakkında söyledikleriydi: "Cristiano'yu oynatan hırsı ve gururudur. O her zaman kazanmamız gerektiğini biliyor ve her zaman gol atmak için çabalıyor. Sezon içinde de bir çok maçta puan toplamamıza yardımcı olmuştu" dedi. Ronaldo, gerçekten her gün üstüne biraz daha koyan ve her gün bir adım daha ileriye giden bir futbolcu. Saha içinde çirkin davranışları olmuyor değil. Saha dışında da kıskanılcak davranışları oluyor. Ronaldo'yu sevmeyenlerin en temel iki nedeni bunlar. Bunları bir kenara bırakıp Portkizli'nin oyununa döndüğümüzde harika bir insanla karşılaşıyoruz. Hem fizik, hem teknik, hem de mental olarak muhteşem bir futbolcu ve Real Madrid'in Jose ile birlikte bu sezon da en büyük kozu.


Portekizli ayrıca yeni oyuncusu Coentrao için de güzel şeyler söyledi. Coentrao'nun sol beke alternatif olarak alınmadığının altını çizdi. Onu ortasahanın ortasında oynatabileceğini. Bugüne kadar o bölgede hiç oynamamış olsa da, orada başarılı olabileceğini söyledi. Jose, Khedira, Xabi, Granero gibi oyuncuların çakılı oynadığını, bu bağlamda Coentrao'nun bu bölgeye dinamizm getireceğini düşünüyor.


Nuri için de Çin'de aramıza katılacağını düşünüyorum açıklaması yaptı. Genel takım değerlendirmesinde, kadroyu 20-21 civarında tutacağını ve altyapıdan gelen gençlere de fırsat vereceğini söyledi. Son olarak da her zamanki gibi bir forvet oyuncusuna ihtiyacımız var dedi. Ben de ekleyeyim, bir tane de DM alın gözünüzü seveyim.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Real tatilde

Güzel kare. Kaka'nın derdi Ramos'la. Arbeloa pozunu vermiş. Casillas bir yerlerini kapatma derdinde. Xabi ciddi. Marcelo çılgın. Ronaldo.... E Ronaldo nerede? Nerede olduğunu kestirmek zor olmasa gerek.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Balo konuşuyor



Ortaokuldaki bir hocamız vardı. Adını hatırlayamadığım ama sözünü dün gibi hatırladığım bir hocamız. "Laf konuştu bal kabağı, doğra doğra koy tabağa" derdi. Ne için derdi, kime derdi? Hepsi sis perdesinin arkasında, perdenin önündeki tek şey söz.


Balotelli'nin Tevez hakkındaki açıklamalarını okuyunca aklıma bu söz geldi. Balo'yu ne kadar çok sevdiğimi (!) herkes bilir. Çok zeki, ince esprili, nüktedan bir kişiliktir. Tevez hakkındaki sözleri yine zekasını ortaya koyar nitelikte.


"Tevez'in ayrılmasını istemezdim ama ayrılırsa da yeri dolar. Carlos iyi oyuncu ama takımından ayrılan çok iyi oyuncular gördüm. Inter'de de benzer şeyler olmuştu." açıklaması yapmış. Motivasyon artırıcı bir söz. Mourinho söylese "Allah Allah!" deriz. Ama Balotelli bu konuda daha önce fişlendiği için insanı rahatsız ediyor. Ön yargı mı? Olabilir.


Peki Tevez giderse yeri dolar mı? O biraz zor. Man City, Tevez ayarında bir oyuncu bulabilir. Basar parayı alır Aguero'yu ama Tevez tadı verir mi? Bence vermez. Tevez, sert EPL savunmacılarının arasında sıyrılabilen, teknik ve aynı zamanda oldukça güçlü bir oyuncu. Aguero için çok güçlü bir oyuncu diyemeyiz. Dengeli ama fiziksel olarak Tevez'e göre zayıf. EPL, La Liga yumuşaklığında geçmeyeceğinden, Kun zorlanacaktır.


Kun'un gelmesi durumunda City'nin oyun planının nasıl olacağı üzerine yazmak isterdim ama transfer sezonu uzun, City'nin cepler dolu. Yarın gider birini alır burda yazdığım onca satır boşa gider.


Uzun lafın kısası "Tevez'i çok ararlar".

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Mendes'in adamı Bebe



Beşiktaş'ın çiçeği burnunda golcüsü Bebe için İngiltere'de ciddi komplo teorileri yazılıyor. Teorilerin içinde Beşiktaş yok. Bebe'nin bugününden ziyade dünü tartışılıyor. Portekizli oyuncunun Man Utd'a gelişi bugün büyük soru işareti.


Öncelikle bunların birer iddia olduğunu belirtmekte fayda var. Ancak altı çok da boş birer iddia değil. Akıllardaki ilk soru Bebe'nin Man Utd'a neden bu kadar yüksek bir bonservis bedeliyle geldiği? 7 milyon Pound için çok değil denebilir ancak Bebe'nin, Guimaraes'e iki kilo patates fiyatına geldiğini ve iki hazırlık maçı oynadıktan sonra İngiliz devine yüksek bonservis bedeliyle transfer olduğunu hatırlatmak gerekir. Sir Alex'in izlemeden aldığı iddia edilen oyuncunun iki hazırlık maçındaki performansı mı büyülemişti İngiliz scoutları ve oyuncuyu Ferguson'a tavsiye eden Queiroz'u? Çok inandırıcı gelmiyor.


Aslında hikayenin herhangi bir yerinde Jorge Mendes'in adı geçmese İngilizler için Hernandez transferinden çok da farklı olmayacak. Ancak Portekizli süper menajerin varlığı suyu bulandırıyor. Üstelik Manchester'ın ödediği paranın sağlam bir yüzdesini Mendes almışken. Mendes, Bebe transferinde cebine 3.5 milyon € koydu. Guimaraes de 5.5 milyon € kazandı.




Mendes ile Fergosun'ın ve David Gil'in arası oldukça iyi. Portekizli, daha önce Ronaldo, Nani ve Anderson'u Old Trafford kapısından içeri sokmuştu. Ronaldo'yu çok iyi paraya sattığı için arkası çok konuşulmadı ama Sporting Lisbon ile Arsenal'in 5.5 milyon Pound'a el sıkıştığı gün, Cristiano 12.24 milyon Pound'a Manchester'a geldi. Getiren Mendes'di. 7 milyon farkla.


Mendes başlı başına bir soru işareti. Çok iyi menajer ama cebini de sağlam doldurtuyor. Ferguson'un bu işin içine ne kadar girdiğini ise yıllar sonra yazacağı otobiyografiden okuyacağız. Son olarak, Bebe'nin Beşiktaş'a kiralanması şaşırtıcı geliyor mu?

17 Temmuz 2011 Pazar

Genç hocanın yaşlı takımı: Villas-Boas & Chelsea



Andre Villas Boas'a yeni Mourinho diyen sadece biz değiliz. Portekizli hocaya, İngilizler de, Portekizliler de o özle bakıyor. Hatta belli ki Roman Abramovich de böyle düşünüyor. Bire bir olmasa da kariyer başlangıçları benzerlik gösteriyor. Porto ile rahat birer şampiyonluk yaşadılar ve her ikisi de UEFA kupasını aldı. Mourinho, 2. yılı da bekledi ve UCL'yi de Porto müzesine götürdü. Sonrasında yeni yapılanan Chelsea yolunu tutmuştu. Villas Boas, Jose kadar sabırlı değildi, zaten Abramovich'in de bekleyecek bir yılı daha yoktu. Rus patron 7 yıl önce oynadığı kumarı kazanmıştı ve bu sefer de kazanacağını düşünüyordu.


Villas Boas, Porto da Mourinho'nun yaptığından çok da farklı bir iş yapmadı. Genç yetenekli bir kadro kurdu ve iyi taktik anlayışı, iyi mentorlüğü sayesinde kazandı. Ancak Chelsea de işi bu kadar kolay olmayacak. Hatta Chelsea de Jose'nin yaptığını yapamayacak. Bu sefer şartlar farklı görünüyor.




"The Special One", Londra'ya geldiğinde yeni kurulmakta olan bir takım vardı. Rus patron, 50 yıldır şampiyon olamayan takım için kesenin ağzını açmıştı. Jose'nin geldiği dönem takımın ağır topları sayılabilecek Makelele, Crespo, Mutu, Joe Cole, Bridge gibi oyuncular takıma bir önceki yıl dahil olmuştu. Cech, Drogba, Carvalho, Ferreira, Kezman ve Robben de Jose ile birlikte takıma katılıyordu. Takımın eskileri 3. yılını dolduran Lampard ve altyapıdan yetişen Terry idi. Mourinho'nun ilk yılının 3 önemli isminden sadece Terry kalıplaşmış denebilecek bir oyuncuydu. O da henüz 24 yaşındaydı. Jose'nin elinde yeni kurulan ve genç bir takım vardı. Üstelik bu takımın kritik oyuncularının yarısından çoğunu o takıma dahil etmişti. Mou'nun motivasyonu ve taktik anlayışı takımı başarıya götürmüştü.


Villas Boas'ı benzer bir takım beklemiyor. Aslında aynı takım bekliyor ama 7 yaş daha tecrübeli halde. Tecrübeli olmaları iyi tarafı ancak bunun yanında yaşlanmış olmaları ve artık birçoğunun eski günlerinden uzak olması kötü yanları. Ne Drogba eski Drogba, ne de Lampard. Villas Boas, önce kalıplaşmış takımı çözmek zorunda, sonra da kendi sistemini benimsetmek zorunda. Üstelik bunu yaparken de Terry gibi, Lampard gibi, Drogba gibi, Essien gibi yıllardır bu takımda beraber oynamış oyuncuları da iyi yönetmek zorunda. Bu oyuncuların büyük kısmının mental olarak güçlü olduğu bir gerçek ama kalıplaşmışlık bazen bunun da üzerinde olabiliyor. İlkokul 1. sınıf öğrencilerini disipline etmek kolaydır ancak 5. sınıf öğrencisini disipline etmek biraz daha zor olacaktır.




Boas'ın elinde yeni sayılabilecek Zhirkov, David Luiz, Ramires, Sturridge ve Torres var. Chelsea deyince akla gelen Drogba ve Lampard gibi isimler Boas'ın işini güçleştirebilir de kolaylaştırabilir de. Takıma ağabeylik de yapabilir, sisteme ters de gelebilir. Bu Boas için zor bir sınav olacak. Ayrıca takımın yaş ortalamasının yüksek olması EPL gibi yorucu maratonda sıkıntı olacaktır.


Son olarak hangi sistemle oynayacağı da çok önemli. Geçen yıl başarılı olan tek forvetli ama Anelka ve Malouda'lı sistem bu yıl o kadar başarılı olamayabilir. Üstelik ortasahada Essien gibi bir yıldızdan da 6 ay uzak kalacakken.


Portekizli'nin işi kolay değil. Taraftar beklenti içinde. Torres'e dünya para veren patron beklenti içinde, rakiplerden Man Utd formda; Liverpool, Dalglish ile iyi bir ivme yakaladı; Man City takım olmaya bir adım daha yaklaştı, Arsenal bir miktar daha tecrübeli.

Kep Töreni



1955, Stamford Bridge, Chelsea antrenmanı...

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Dario Conca



Dario Conca, bizim Turiaf'ın FM'deki adamıdır. FM 11'de koyarsın forvet arkasına, Inside forward yaparsın sana Alex de Souza performansı verir. Baş altı takımların hepsinde taş gibi oynar.


FM 12'de artık Conca'yı almak daha zor olacak. Hatta ilk yılında alınamayacak. Zira yeni transfer yaptı. Villarreal, Arjantinli oyuncuyla 5 yıllık sözleşme imzaladı desem kimse şaşırmazdı ama Conca öyle yapmadı. 28 yaşına gelmiş ve şimdiye kadar Arjantin - Brazilya takılmış adam artık paranın gözüne vurayım demiş. Çin'in Guangzhou Evergrande takımı basmış parayı almış Arjantinli'yi.


Çiçeği burnunda Conca daha ilk maçında oyuna sonradan girdi ve golünü attı. Muhtemelen oraların Tsubasa'sı olacaktır. Peki bu adam neden Avrupa'ya gelmedi, mal mı da Çin'e gitti? Sana da yıllık 10 milyon Dolar verseler, sen de gidersin.

15 Temmuz 2011 Cuma

Benfica



Geçtiğimiz ay Kadir Has Spor İletişimi Programı'ndan arkadaşlarla heyecan verici bir organizasyona girmiştik. Sağda linkine de ulaşabileceğiniz dergimiz Espora'yı çıkarmıştık. Ben de Portekiz futbolunun ilerleyişini konu alan bir yazı yazmıştım. Malum Trabzon Benfica'yı çekince, yazının Benfica bölümü bir parça daha önem kazandı. Benfica'nın bugününü çok anlatmasa da kulübün yapısını, genel itibariyle inceleyen bir yazıydı. Bugünkü Benfica'yı da maç yaklaştığında yazarım. Önce kulübü ana hatlarıyla incelemesini paylaşayım.

Portekizlilerin Avrupa Macerası ve Benfica’nın Altın Çağı
Portekiz takımları tarihin hemen hemen hiçbir döneminde başarı sıkıntısı çekmemişlerdi. Özellikle Benfica adıyla tanıdığımız Sporting Lisboa Benfica, bizim diyarlarda ihtilal olurken Avrupa’nın en büyük kupasını müzesine götürüyordu. Üstelik bu kupayı 5 kez kazanan Real Madrid’in hegemonyasına son vererek. Portekiz temsilcisi, Real Madrid’in ardından kupayı iki kez müzesine götürürken, sonraki 3 finalin de ikisinde kaybeden taraftı. 60’lı yıllar Portekiz futbolu için bu bağlamda oldukça önemlidir.

Sonrasında 80’lere kadar süren bir duraklama devri. Bizim topraklar yine karışmışken Portekizliler yine Avrupa sahnesine çıkıyordu. 82’de Benfica, bu kez Kupa 2’de finale çıkıyordu. İki ayaklı finalde Benfica, Anderlecht’e 1-0 ve 1-1 ile boyun eğiyordu. Kartallar 88’de PSV’ye, 89’da ise Milan’a kaybederek Avrupa’nın en büyük kupasını iki kez daha ıskalıyordu. Finalistlerin hatırı pek sayılmasa da 80’lerin sonunda iki kez final görmüş Benfica’yı unutmak olmaz.

Benfica, 90’lara kadar Portekiz’in Avrupa’daki en önemli temsilcisidir. Porto, Sporting Lisbon ve Boavista’nın Avrupa kupalarında çok başarılı bir grafik çizdiğini söylemek zor. Sporting, 64’te Kupa Galipleri Kupası’nı kazanmasına rağmen, o dönemde Kupa 1’de fırtına gibi esen Benfica’nın gölgesinde kalmıştır. Ezeli rakiplerinden çok sonra kıpırdanmaya başlayan Porto, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda finalde Bayern’i yenerek kupayı müzesine götürmüş ve sonrasında Avrupa Süper Kupası’nı ve Kıtalararası Kupa’yı kazanmıştır. Dragao sakinleri, bu kupayı bir kez daha görebilmek için 10 yıldan fazla beklemek zorunda kalacaktı.



Benfica’nın Karanlık Yılları
60’larda ve 80’lerde yakalanan başarıdan sonra 90’larda Benfica karanlık çağını yaşıyordu. Özellikle 94 – 2003 arası hem ligde hem de Avrupa’da kupa hasreti çekiyordu. Porto ise 80’lerde yakaladığı ivme ile lige ambargo koyuyordu. Porto şampiyon, Jardel gol kralı bir Portekiz klişesi haline gelmişti. Benfica ve Sporting ise ikincilik için kıyasıya mücadele veriyordu. 90’ların ortalarında tepedeki dörtlüye biri daha eklenmeye başlıyordu: Braga.

Boavista, karlı günlerin sonunda güneşi görebilmiş olsaydı bugün UEFA Avrupa liginde yarı finale kalan dört takımın beşi(!) Portekiz takımı olabilirdi. 2001’de şampiyonluk gören, 2002’de ligi ikinci sırada tamamlayan Porto’nun siyah-beyaz ekibi, maalesef 2008’den beri Primeira Liga’da sahne almıyor.

90’lar ve sonrasında 2000’li yıllar Portekiz futbolu için oldukça önemlidir. 90’ların başındaki Altın jenerasyon, zamanla şekil değiştirerek bugünlere kadar geldi. Tarih, birçok altın jenerasyona tanıklık etti ancak Portekiz’in bu neslini eşdeğerlerinden ayıran en önemli faktör sürdürülebilir oluşu. 94 Dünya Kupası’nda müthiş bir ekibe sahip olan Bulgarlar bugün, o eski günlerini mumla arıyor. Benzer şekilde 90’ların İsveç’i bugün Ravelli, Patrik Anderson, Pontus Kamark, Kenneth Anderson, Larsson, Dahlin, Mild gibi oyunculardan çok uzak. Portekiz ise Figo, Couto, Baia, Conceicao, Rui Costa gibi oyuncuların yerini bugün Ronaldo, Nani, Meireles, Simao, Pepe, Carvalho ve Quaresma gibi isimlerle doldurabiliyor.



Benfica’da “Fetret Devri” ve Yeniden Yapılanma
Porto’nun sistematiği mükemmele en yakın olanı. Benfica, Sporting ve Braga’da işleyiş biraz daha farklı. Dördünün de ortak özellikleri olsa da, birbirinden ayrıldıkları noktalar da var. 94-2003 arasında “Fetret devri”ni yaşayan kulüp 2003’ten itibaren yeniden yapılanmaya başladı. Camacho ile başlayan yapılanma, Trapattoni ile şampiyonluğu getirdi. İtalyan çalıştırıcı fazla kalmadı. Yerine Keoman getirildi ancak o da bir yıldan fazla kalmadı. Benfica’da hocaların uzun soluklu çalıştığını söylemek güç. 2002’den bu yana 9 kez hoca değiştirmiş Lizbon ekibi.


Benfica, Porto kadar olmasa da Avrupa’nın büyük kulüplerine oyuncu gönderen bir başka ekip. 2003’ten beri Tiago’yu Chelsea’ye, Miguel’i veManuel Fernandes’i Valencia’ya, Simao’yu ve Reyes’i Atletico Madrid’e, Alcides’i PSV’ye ve son olarak bu sezon başında Di Maria’yı Real Madrid’e, Ramires ile David Luiz’i de Chelsea’ye gönderdi. Gelen oyuncu profili de Porto’dan biraz farklı. Porto’nun aksine Avrupa’da piyasası düşmüş yıldızlara da ilgi duyuyorlar. Son dönemlerde, Saviola, Aimar, Reyes, Rui Costa gibi oyuncuları kadrosunda barındırdı. Bunlara ek olarak Güney Amerika’dan potansiyeli yüksek oyuncularla anlaştı. Hatta Porto’ya nazaran potansiyeli daha yüksek oyuncularla anlaştı. Keirrison, Adu örneklerindeki gibi. Benfica, isim yapmış oyuncularla genç, yetenekli oyuncuları harmanlayarak oynamayı tercih eden bir zihniyette. Kadro yapısı, Porto’dan çok farklı değil. Güney Amerikalı ağırlıklı bir kadro yapısına sahipler. Porto’ya göre daha popüler oyuncuları var ve biraz daha Arjantin ağırlıklı.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Atsan atılmaz satsan satılmaz



Arsenal, her yıl onlarca kez "Cesc önümüzdeki yıl da takımda kalacak" açıklaması yapmak zorunda kalıyor. Yıllar önce Barcelona'nın altyapısından aşırdığı yıldız yuvaya geri dönmek istiyor. Bu yıla kadar bunu açık açık da söylemiyordu. Barcelona, Arsenal'e teklif sunuyor ama İngilizleri ikna edecek parayı vermiyordu. Hal böyle olunca da her yıl aynı filmi izleyip izleyip duruyorduk.


Fabregas, bu yıl da Wenger'in başını ağrıtıyor. İspanyol oyuncu, Barcelona için bir sıcak denizlere inme politikası, bir Akdeniz'i Türk gölü yapma politikası adeta. Xavi yaşlanıyor ve Iniesta'nın yanına biri lazım. O biri de Fabregas. Katalanlar, Cesc'in bir gün o formayı giyeceğini biliyorlar ve her yıl bunu tekrar tekrar deniyorlar.


Wenger, her sene gençleştirdiği takımı artık çok fazla bozmayıp, kupa alacak bir takıma dönüştürmek istiyor ve bu bağlamda kaptanı takımda tutmak istiyor. Fabregas ise ne yardan ne serden vazgeçebiliyor.


Her hafta birileri çıkıp açıklama yapıyor. Barcelona'nın nerdeyse tüm oyuncuları farklı zamanlarda Fabregas gelecek, gelmeli açıklaması yapmıştır. Wenger de onlarca kez, gitmiyor ve kalmak istiyor açıklaması yapmıştır. Son olarak Sagna, Fabregas'ın takımda kalacağına inandığını söyledi. Aslında bu cümleleri sadece Fabregas için değil aynı zamanda Nasri için sarf etti. Arsenal'den ayrılması muhtemel bir diğer isim de Nasri. Wenger'in işi gittikçe zorlaşıyor.


Fabregas'ı bu günden sonra takımda tutmanın anlamı yok. Zaten beklentinin çok altında oynuyor. Geçtiğimiz yıl büyük maçların çoğunda oldukça vasattı ve takımın puan kayıplarında sorumlulardan biriydi. Bu tip bir oyuncuyu takımda daha fazla tutmak anlamsız. Gönderilmesi doğru olacaktır. Hazır talibi varken de zararına satışa gerek yok. Barcelona, Arsenal'in istediği parayı vermeyebilir ama işin içine bir şekilde City dahil edilirse Barcelona fiyat artırmak zorunda kalacaktır.


Nasri'nin kaybedilmesi ise... Sezona patlar.

12 Temmuz 2011 Salı

Yalan rüzgarı



Bugün Beşiktaş'ın yeni transferlerinden bahsetmek isterdim ama Türk futbolunun üzerindeki kara bulutlar buna bir süre daha izin vermeyecek gibi. Buna "kara bulut" demek ne kadar doğru, emin değilim. Fenerbahçe başkanı ve yöneticisi tutuklanmışken, Eskişehirspor teknik direktörü ve menajeri tutuklanmışken, Beşiktaş'ın yöneticisi ve teknik direktörü göz altındayken, Trabzonspor'un başkanı kefaletle serbest bırakılırken kara bulut üzerimizde demek kolay değil. Kara zifir meğer içimizdeymiş...


34 hafta boyunca buralara birşeyler yazdık, siz okudunuz. Yeri geldi eleştirdiniz, yeri geldi hemfikir oldunuz. Başka platformlarda tartıştık, birbirimizi kızdırdık, sevindik, üzüldük, ağladık. Sitem ettik, haykırdık. Sarıldık, suskun kaldık, kızdık. Ve daha hatırlamadığım onlarca duygu yaşadık. İşte bu duygular var ya... Hepsi yalanmış...


Sadece geçen seneki değil, öncesi de yalandı belki de. Yıllar öncesi de. Çocukken gönül verdiğimiz takım yalandı belki de. Geçmişi suçlamıyorum ama çok da temiz görünmüyor bugün.


Sadece kulüpler mi? Değil. Federasyon da çirkin. Hala kulüplerin mali durumunu ön planda tutan ve bunu maalesef dile getiren bir TFF başkanımız var. Önceki başkan şu sıralar sorguda olabilir. Sonrası Allah kerim. Daha öncekiler de denetim bu kadar sıkı olmadığından dışarda belki de. Bilmiyoruz ve bilemeyeceğiz.


TFF Başkanı dün umutvar konuşmadı maalesef. Kurumlar ve kişileri karıştırmamak dedi. Ne demek istediyse artık. Yarın Fenerbahçe'yi cezasız geçiştirdiğinde, hepsi Aziz Yıldırım'ın suçuymuş, cezasını çekiyor, ligi temizledik "Aziz Yıldırım, tü sana yazıklar olsun" mu diyecek? Aziz Yıldırım, Aziz Yıldırım olduğu için mi içerde? Yoksa Fenerbahçe kulübü başkanı olduğu için mi? Ya da Bülent Uygun neden içerde? Bu adamlar şikeden içeri alınmadı mı? Kişisel menfaat mi diyeceğiz?


Ya da statta küfreden taraftarın yüzünden kulübe para cezası gelmiyor mu? E hani kulüple kişi karıştırılmamalıydı? Komik açıklamalar bunlar.


İtalya Futbol Fedrasyonu Juventus'u düşürmeseydi, Milan'ı cezasız bıraksaydı bugün Serie A eski günlerinde olurdu. TV kanalları onu naklen yayınlamak için kıyasıya yarışırdı. Hatta Digitürk çoktan bağlamış olurdu. Ama İtalyanlar takımlarının ya da liginin maddi durumlarını düşünmediler. Gözünün yaşına bakmadan attılar ikinci lige. Avrupa'daki dinamoyu sallandırdılar. En azından bugün daha temiz bir lig izlediklerini biliyorlar.


Ben, hakettiyse takımımı Bankasya'da seyretmeye razıyım. Maddi olarak da çöksün, yerin dibine girsin umrumda olmaz. Ben skoru önceden belirlenmemiş maç izlemek istiyorum. Ben şampiyonu belli olmayan lig izlemek istiyorum. "Yalan rüzgarı" seyretmek istemiyorum.

3 Temmuz 2011 Pazar

Almanya'dan oğlum gelecek



Kiracı olanlar bilir, 1 yıl dolduğunda ve kontrat yenilemek için ev sahibi ile bir araya geldiğinde, makul, mantıklı bir oranda kira artışı ya da çok nadir de olsa azalışıyla yeni kontratı imzalarsınız. Bu artış ne ev sahibinin keyfine göredir, ne de kiracının. Enflasyon baz alınabilir, beyaz eşya fiyat artışı baz alınabilir ya da herkesin üzerinde hemfikir olacağı bir başka endeks baz alınabilir.


Bundan 5 sene önce kiraladığınız bir ev için ilk yıl 450 TL kira ödüyorsanız, ikinci yıl ev sahibi size gelip "hocam 700 yaptım kirayı" derse "yok artık!" dersiniz. Kira 450'den 700'e çıkmaz, çıkamaz. Hadi makul gerekçeler sundu, eve yıl içinde çok yatırım yaptığını söyledi ve bir şekilde sizi kandırdı. 3. yıl gelip de "hocam, hani geçen sene kira 700'dü ya, ben onu 975 yaptım" derse, okkalı bir osmanlı tokatını yer. Diyelim ki evi çok seviyorsunuz ve şurdan burdan kıstınız kontratı kabul ettiniz.


4. yıl gelip de "bu yıl artışı az yaptım 975'ten 1150'ye çıkardım" derse, yılların vermiş olduğu alışkanlıkla siz bunu hemen kabul edersiniz. Çünkü benzer oranda artışla bu yıl 1400 olabilirdi. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı etti sizi. Geçen sene eve yeni boya badana yapsa, bahçeyi biraz güzelleştirse, çatlakların üstünü boyasa ve "hacı dayı 1150'den 1350'ye çıktık bu yıl, hayırlara vesile olsun" dese, yok demezsiniz. Çünkü sömürülmeye alışıksınız, alışığız. Çünkü ne oranında arttığını bilmediğimiz kiramızın, birilerinin kafasına göre artışını kabul etmeye alışmışız.


Bu yıl gelip de, "1350'den 1800'e çıkardım" derse -ki dedi- "Yeter artık!" dersiniz. Evet, geçen seneki artışı anlıyorum, çatlakların üstünü boya ile kapattın ama bu yıl neden? Ne yaptın? Ne yatırım yaptın da? Verdiğim parayı da çar çur etmedin mi? Bu yıl vereceğimi de etmeyecek misin?


Ben sana, senin olmayan evimin kirasını öderken, her seferinde orayı tıka basa doldururken, yenilsen de yensen de arkanda dururken, sen bana ne yaptın? Avrupa'nın en iyi statlarının birinde maçı izlemeye yetecek kadar para verip, senin sattığın bileti alan ama orijinal atkı al(a)mayan adamı kameranla kovalamadın mı? Getirdiğin hoca "İstemiyorlarsa gelmesinler" dediğinde ses çıkardın mı? Bu büyük Beşiktaş taraftarıdır, geldiklerinde eleştirmek de, tezahürat etmek de onların hakkıdır diyebildin mi? Bana yıl içinde bir kez olsun jest yaptın mı? Geçen sene tribündeydin sen, sen kombineni yenilemek istiyorsan, sana şu kadar diyebildin mi? Bugün diyemedin ama yarın diyeceksin. Çünkü örnek aldığın, belki de alamadığın Fenerbahçe yapıyor bunu.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Galatasaray'da yönetim hataları

Yanlış transferi bu gözler çok gördü. Diatta'nın adı geçtiğinde cümle alem patlayacağını biliyordu. Seriç'in ne olacağı, PAO taraftarının kuyruğuna teneke bağlamasından belliydi. Yanlış anonsu da duymadı değiliz. Mehmet Topuz, Beşiktaş forması giydikten bir kaç gün sonra Aziz Yıldırım'ın yanında imza atıyordu. Bunlar olmadı değil ama aynı transfer sezonunda bir kaç kez olmadı.

Galatasaray'ın bugünkü transfer politikası ayrıca tartışılır. Kulübün kısa vadede ödemesi gereken borçları varken, başkan sağlam paralar ödemeyi göze alarak oyuncu bakıyor. Bu bir stratejidir. Kötü durumdan kurtulmak için küçülmeye de gidebilirsin, daha büyük oynayarak bir nevi kumar oynamayı da tercih edebilirsin.


Transfer politikasını bir kenara bırakalım ve yönetim kademesinde yapılan ardarda yanlışlara dikkat çekelim. Malum Atletico Madrid'in üçlüsü Forlan, Reyes ve Ujfalusi. Yönetim anlaştığını açıkladı. Reyes, salı İstanbul'da dendi ama sonrasında Madrid'li yöneticilerden tokat gibi cevap geldi: "Türkler müzakereden ne anlıyor bilmiyorum". Bu olayların ardından Ünal Aysal, ben Atletico Madrid başkanıyla tanışmaya gittim dedi. Tanışıp ne yapacaksa artık.


Şimdi de Fabiano skandalı. Galatasaray'ın Sao Paulo ile anlaştığı yazıldı. Resmi ağızlardan Luis Fabiano ismi çıktı ama bugün Sao Paulo resmi sitesinden kulüple görüşmeden, oyuncuyla ilgilenen takımları uyardı. Bu uyarının muhattapları arasında muhtemelen Galatasaray da var.


Internacional'in kalecisi Lauro'nun hikayesi ise bir başka. Yönetici Abdurrahim Albayrak, Taffarel'in transferi bitirmek üzere olduğunu söyledi. Taffarel ile Lauro'nun fotoğrafları basına yansıdı ama taraftarın tepkisi sonrası transfer gerçekleşmedi. Eğer henüz anlaşılmamışsa, Albayrak neden açıklama yapıyor? Anlaşılmıştı da taraftar istemediyse, daha büyük skandal.


Aynı transfer sezonu ve amatörce hatalar.